Kemal Ayça: Kıvrak mizah algısı olan bir toplum değiliz

Stand-up dünyasının başarılı isimlerinden Kemal Ayça'yla stand-up kültürünü konuştuk. Ayça, "Bu kadar çelişkili yaşayan bir toplum elbette hıncını mizahtan, sanatçıdan çıkarmaya çalışacaktır..." dedi.

Abone ol

DUVAR - Stand-up röportajları serimizin bu haftaki konuğu Kemal Ayça. Gösterilerinin yanı sıra İlker Gümüşoluk’la beraber hazırladığı 'Biraz Konuşabilir miyiz' adlı podcast’inde ve Mesut Süre’nin daimi konuklarından biri olarak 'Rabarba'da severek dinlediğimiz Kemal Ayça günümüz komedi dünyasının öne çıkan isimlerinden biri. 

Kemal Ayça'yla stand-up kültürünü, komedinin ne memen bir şey olduğunu ve yeni gösterisini konuştuk.

Sahneye ilk çıktığınız günü paylaşır mısınız? Heyecan da mutlulukla beraberdir diye soruyorum; “Artık bunu yapacağım” demeye nasıl başladınız?

Sahneye ilk kez, sanırım 2010 senesinde Leman Kültür’de, Mesut Süre ve İlker Gümüşoluk’un ortak gösterisinden önce seyirciyi ısındırmak için çıktım. On dakika boyunca bir şeyler anlattım. Sadece İlker ve Mesut eğlenmişti çünkü çok başarısızdım ama yine de çok keyifliydi.

'MİZAH, İNSANLARA RAHATSIZLIK VERMELİ'

Ofansif bir mizah anlayışınız var. Komedinin rahatsız edici, yer yer saldırgan olması hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Ofansif bir mizah anlayışım var, bu doğru ama yaptığım hiçbir işte, hiçbir zaman aklımdaki kadar sert olamadığımı düşünüyorum. Daha ofansif şakalar yapmak gibi bir gelecek planım var. Mizah her zamanki hızında ilerlemeye devam ederken toplumun geriye gitmesi toplumun sorunu. Mizah, insanlara elbette rahatsızlık vermeli. Ne zaman ki dünyada bir tane bile cinayet işlenmez, bir kişinin bile hakkı yenmez, bir kişi bile ayrımcılığa uğramaz, o zaman mizah rahatsız etmesin tamam.

Kemal Ayça

Stand-up gösterilerinizin yanında Mesut Süre moderatörlüğündeki 'Rabarba' yayınlarına da katılıyorsunuz. Bir de İlker Gümüşoluk’la beraber hazırladığınız 'Biraz Konuşabilir miyiz' adlı bir de podcast yayınınız var. Sahnede yapılan komediyle, radyoda/podcast’te yapılan komedi arasında nasıl bir fark var; seyirci/dinleyici bu işin neresinde?

Sahne çok başka bir yer. Sizin o gün içinde bulunduğunuz ruh hali, o gün sizi izlemeye gelecek kitlenin ortalama ruh hali, bazen fazladan yanan bir ışık, bazen çalışmayan bir klima… Kimsenin aklına gelmeyecek, gelse bile haklı olarak umursamayacakları bir sürü işin yolunda gitmesine çok bağlı. Risk bu kadar büyük olunca alınan haz da çok daha fazla oluyor elbette. Kendinizi aşırı yüksek hissediyorsunuz. İyi geçen bir oyundan sonra kulise Azrail gelse, fotoğraf çektirmeye geldi herhalde diye düşünürüm. Asıl seçenek aklıma bile gelmez. Seyirciye tüketici olarak çok saygı duyuyorum. Ama seyircinin üretimin çok fazla içinde olduğu mizah işleri pek bana göre değil. Kendimi de içine katarak söylüyorum; zannettiğimiz kadar kıvrak mizah algısı olan bir toplum değiliz bence.

“Biraz Konuşabilir miyiz” Spotify’dan sonra YouTube’a da geçti. İlerleyen süreçte acaba siz de “Meksika Açmazı” gibi bu gösteriyi sahneye taşımayı düşünüyor musunuz?

Evet İlker’le ortak bir karar alıp 'Biraz Konuşabilir miyiz’i seyircili yapmayı da düşünebiliriz. Fakat bizim formatımızda seyirci bu kadar ön planda olmaz. Biz isteriz ki mizahı biz üretelim, onlar eğlencelerine baksınlar.

'MİZAH, BİAT KÜLTÜRÜNÜN EN BÜYÜK DÜŞMANI'

Komedinin tarihsel olarak dönüştürücü bir yönü de mevcut. Bazen kimsenin konuşmak istemediği, çeşitli sebeplerle eleştirmeye çekindiği konuları, komedi farklı yönlerden tutarak gündeme taşır ve tartışmaya ön ayak olur. Biraz da bundan bahsedelim mi?

Çok katılıyorum buna. Konuşulmayacak şeyleri konuşmak insanların gerçekten hoşuna gitmiyor. Özellikle tüm otoriter iktidarlar önce ülkedeki mizah işlerine cephe alıyorlar. Çünkü mizah, biat kültürünün en büyük düşmanı. Kendi çocukluğunuzdan, gençliğinizden hatırlayın. O zamanlar da herkes bir siyasi partiyi desteklerdi ama kimse diğerinin ölmesini isteyecek kadar deliremezdi. Çünkü kendi desteklediği parti lideri ile alakalı çeşitli mizah işlerini izliyor, gülüyor ve bu sayede o liderlerin birer insandan ibaret olduklarını unutmuyorlardı. Şimdi herkes kendi liderinin müridi. Siyasetin mizaha olan düşmanlığının sebebi bu. İnsanları da kutsallar, kırmızı çizgiler gibi saçmalıklarla uyutuyorlar.

Mizahın bir sınırı var zaten; kişisel hak ve özgürlükler. Gerisi zırvadan ibaret. Zaten insanların mizaha verdikleri tepkiler de kendi içlerinde yaşamaya çalıştıkları bir arınma çabasıdır bence. Engelli şakalarına çıldırırlar ama her sabah metroya inerken engelli asansörlerini bozarlar. AVM’lerdeki engelli tuvaletlerini kullanıp pislik içinde bırakırlar. Din şakalarına delirirler çünkü inandıkları dinin hiçbir gerekliliğini yerine getirmezler. Hak yerler, yalan söylerler, insan ayırırlar. Bu kadar çelişkili yaşayan bir toplum elbette ki hıncını mizahtan, sanatçıdan, bilim insanlarından çıkarmaya çalışacaktır.

'HER ŞEYİN MİZAHI YAPILIR MI TARTIŞMASI, DÜNYA YUVARLAK MI TARTIŞMASINDAN FARKSIZ'

Tabii bir de eli meşaleli insanlar var: Üstelik sadece muhafazakârlar değil, kendilerini muhalif olarak tanımlayan kesimler de bu linç kültürüne ortak oluyorlar ve ortaya eski, eski olduğu kadar da güncelliğini yitirmeyen, “Her şeyin mizahı yapılmaz” diye bir laf çıkıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Her şeyin mizahı yapılmaz lafına çok gülüyorum gerçekten. Yahu her şeyin mizahı yapılabilir de belki siz yapamıyorsunuzdur. Evinde oturan bir adamın insanlar aya gidemez demesi gibi bir şey. Her şeyin mizahı yapılır mı tartışması, dünya yuvarlak mı tartışmasından farksız. Bu bizim kendimiz için yaratmaya çalıştığımız bir konfor alanı değil ayrıca. Her şeyin mizahını yapabilmek için ödemen gereken bir sürü bedel var. Hiçbir siyasetçiyle yan yana görünmemek, her iktidara muhalif olmak, seni halkın gözünde itibar sahibi yapmaya yarayacak kıytırık politik doğruculuklardan, pozitif ayrımcılıklardan, kutsallardan, kırmızı çizgilerden uzak durmak, mizahını halka göre ayarlamamak gibi.

Böyle yaşamak gerçekten kolay değil. Aldığınız reklamlardan, bilet sayınıza, ekstra işlerinize kadar her şeyinize etki ediyor. Ben böyle yaşamayı göze aldıktan sonra her şeyin mizahını yaparım. İnsanların yanlış tercihleriyle bir koltuk sahibi olabilmiş hiçbir iktidar ya da muhalefet üyesinin bu anlamdaki çıkışlarına saygı duymuyorum.

Stand-up komedi ülkeye, kültüre göre çeşitli farklılıklar gösteriyor. Buradan hareketle Türkiye’deki stand-up kültürünü nasıl yorumlayabiliriz?

Aslında meddahlıkla çok fazla benzerlik taşıyor. İkisi de genel tiyatro başlığından bağımsız, daha çok halk tiyatrosu olarak kabul gören işler. İkisinde de kısa hikâyeler, taklitler var. Bu anlamda aslında bir alt yapımız var ama kültüre dönüştü desem abartmış olurum. Bu kültür Amerika ve İngiltere’de çok daha gelişmiş. Arada altmış sene var düşünün. Bizde de 70’li yıllarda, modern stand-up anlamında Orhan Boran önderliğinde çok kıymetli bir girişim olmuş. Bu girişimin en önemli kilometre taşı ise çok net bir şekilde Cem Yılmaz. Bizler de bu kültürün oluşmasına katkı sağlıyoruz ve başaracak gibiyiz de. Son beş altı senedir inanılmaz bir stand-up talebi var. Stand-up, yeni Rock’n Roll oldu diyebilirim. Bunda Youtube ve Netflix’in katkısı da çok büyük tabi ki.

Şu sıra yeni bir stand up gösterisi hazırladığınızı biliyoruz. Bu yeni gösteriye dair bize neler söylemek istersiniz? Sizi ne zaman sahnede izleyeceğiz?

Evet, ilk gösterimi uzun bir süre oynadım. Sonra baktım ki şakalar anonim fenomen hesaplara düşmüş, binlerce retweet ve beğeni alıyor, artık yenilenme zamanı geldi dedim. Özgün ve iyi şaka bulmak gerçekten çok zor çünkü artık herkes komik ama umuyorum ki temmuz sonu yeni oyunla sahne alacağım.