Kelimeler ve hocalar: Abdullah Avcı

Türk futbolunda kendine has diliyle fark yaratan Abdullah Avcı’yı daha iyi anlamak için bazı sözcüklere yakından baktık…

Abone ol

Suat Başar Çağlan

Trabzonspor teknik direktörü Abdullah Avcı’yı Türk futbolunda farklı kılan, daha doğrusu farklılığını en somut ve açık şekilde ortaya çıkaran unsur, kullandığı dil oldu. “Kimse kusura bakmasın”, “ben hakem konuşmayı sevmem ama”, “önümüzdeki maçlara bakıyoruz”, “üç puanlı sistemde her şey mümkün”, “artık ligde büyük takım küçük takım” yok gibi temelsiz, laf olsun diye verilen beyanatlara alışkın futbol camiası, Avcı’nın akıl, sistem, gelişim, süreç gibi kelimelerle dolu açıklamalarını başlarda yadırgadı, anlamak istemediğinde ise küçümsedi. Ancak Avcı kendi söylemi ve yöntemiyle futbolun tüm kademelerinde yer bulmayı başardı. Önümüzdeki sezon Trabzonspor’da şampiyonluğa oynamak isteyen hocayı bazı sözcükler üzerinden anlatmak mümkün görünüyor.

GENÇLİK

Gençler Abdullah Avcı’ya her zaman iyi geldi. Kendi gençliğinde babasının berber dükkanına zaman zaman “zoraki” uğrasa da esas niyeti lisanslı futbolcu olmaktı. Niyetini açıkladığında amcasından gol başına harçlık sözü aldı ve ilk maçında 6 gol attı. Gençler liginde gol kralı oldu. Hocalığa genç takımlarla başladı ve en büyük başarılarını Türkiye 17 yaş altı Milli Takım’ıyla elde etti. Kulüp kariyerini ise İBB/Başakşehir gibi ülke futbolunun en genç yapılarından birinde inşa etti. Trabzonspor’da göreve gelirken kulübün çok sayıda genç oyuncu yetiştiren “verimli topraklar” olması Avcı için motive edici bir sebep oldu.

ADIM

Avcı İstanbulspor kaptanı olduğu günlerde, dönemin yardımcı hocası Ziya Doğan’ın teşvikiyle teknik direktörlük kariyerine adım atmaya karar verdiğinde, ne popüler bir oyunculuk geçmişi ne de kamuoyunda dikkat çekecek hararetli bir tavrı vardı. Dolayısıyla başlangıçta basamakları ikişer üçer atlamasını sağlayacak artılardan yoksundu ve adım adım ilerlemesi, becerisini ve alacağı görevleri hak ettiğini her aşamada kanıtlaması gerekiyordu. Aslında istediği de buydu. Kurallar, standartlar ve kontrol konusunda fazladan bir hassasiyeti vardı. Trabzonspor’un başına gelince “adım adım ama hızlı adımlarla ilerleyeceğiz” diyerek, sonuç odaklılığa biraz daha paye verse de esas yaklaşımının değişmediğini bir kez daha vurguladı.

SÜREÇ

Avcı İstanbulspor’da önce genç takım antrenörü, ardından altyapı koordinatörü oldu. Devamında ise önce Galatasaray U21 takımını çalıştırdı, 1987-88 kuşağıyla iyi işler yapıp Milli Takım organizasyonunda kendine yer buldu. 17 yaş altı Milli Takım’la 2005’te gelen Avrupa şampiyonluğu ve dünya dördüncülüğü, kamuoyunda tanınmasını sağladı. U17 Dünya Kupası’nda Brezilya karşısındaki efsane maç, 3-4’lük mağlubiyete rağmen Türkiye’de futbolseverlerin ortak hafızasındaki az sayıdaki büyülü an arasına girdi. Ardından sürece yayılacak bir başka proje olan İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un başına geçti. Göksel Gümüşdağ henüz başkan olmadan Avcı’yla temasa geçip aklındakileri anlattı ve o günlerde talibi bol olan hocayı ikinci kümedeki ekibe katılmaya ikna etti. Önce İBB’nin, ardından A Milli Takım sonrası Başakşehir’in sunduğu steril ortam, doğru yöntemin süreç ve gelişimden geçtiğini düşünen Avcı’nın şansı oldu. Çocukluğunu bildiği Aydın Yılmaz, Ferhat Öztorun, Uğur Uçar gibi oyuncularla özel bir bağ kurdu, bu isimlerle birden fazla yerde birlikte çalıştı. Gelişim sürecinden ziyade acil sonuçlara ihtiyacı olan A Milli Takım ve Beşiktaş’ta ise istediklerini yapamadı.

AKIL

Türkiye’de bazı sözcükler nedense birbirinin zıddıymış gibi kullanılabiliyor. Örneğin Avcı’ya -ve sözlüğe- göre “akıl” sözcüğünün karşıtı “akıldışı” olmalıyken, Türk futbolunda akıl, heyecanın karşıtıymış gibi algılanıyor. Hal böyle olunca, beklenen popülizmi veya aşırı coşkuyu sergilemeyen hocalar soğuk ve ruhsuz olmakla, oyuncularına yeterince nüfuz edememekle eleştiriliyor. Bu eleştirilere her zaman aynı ciddiyetle karşı koyan Avcı, Trabzonspor’un başına geçer geçmez “Duygu ile aklı birleştirmemiz lazım, sadece biriyle başarı gelmez” diye konuştu. Üstelik aklın sadece kendi başarısı için değil, ülkede bir teknik direktörlük kurumunun yerleşmesi için de tek çare olduğunu düşünüyor. Verdiği seminerler ve günün birinde antrenör yetiştirecek bir organizasyonda yer alma isteği, aslında bu iradeyi ortaya koyuyor.

İKTİDAR

Santrfor Abdullah Avcı Karagümrük formasıyla iki sezonda 22 gol attıktan sonra İstanbul büyüklerine transfer ihtimali vardı. Ama pek fikri sorulmadan, dönemin yükselen siyasetçisi ve geleceğin başbakanı Mesut Yılmaz’ın kardeşi Turgut Yılmaz’ın başkanlık yaptığı Rizespor’a gönderildi. 1991 yılında İstanbulspor’a transfer olduğunda kendi mizacına uygun, Metin Türel ve Ziya Doğan gibi değer verdiği insanların görev yaptığı, nispeten gözlerden uzak bir takımda oynayacaktı. Fakat kulüp ertesi yıl iş insanı Cem Uzan tarafından satın alınınca bir anda ülkenin en göz önündeki organizasyonlarından biri haline geldi. Avcı yıldızlarla şişirilen kadroda üç sene daha tutunmayı başardı, ama futbolda siyaset ve güç ile hiç temas etmeden var olmak pek de mümkün değildi.

İBB örneği ise ülkedeki daha kapsamlı bir dönüşümün yansımasıydı. Proje İstanbul’da futbolun müesses nizamına karşı, “öteki İstanbul’dan” güç alan bir başkaldırı niteliğindeydi. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin politikada yaptığını, İBB de futbolda yapmak istiyordu. Başkan Gümüşdağ’ın parti içindeki ağırlığı kulübün büyümesini hızlandırdı ve kolaylaştırdı. İBB/Başakşehir zaman zaman politik amaçlar için araçsallaştırıldı ve iktidarın gözündeki makbul takım olarak konumlandırıldı. Ancak Avcı görev süresi boyunca sadece futboldan bahsetmeyi sürdürdü ve herhangi bir politik söylemi yeniden üretmedi. Dolayısıyla Avcı’nın teknik direktörlük yetkinliğini İBB’nin gördüğü siyasi desteğe bağlamak hem haksız hem de isabetsizdi.

TARAFTAR

Avcı teknik direktörlük hayatı boyunca, laboratuvardan (genç takımlar ve İBB) gerçek dünyaya (A Milli Takım ve Beşiktaş) çıktığında kendini gösterememekle eleştirildi. Bu argümanın formüle edilişinde taraftar ve camia kavramları öne çıktı. Camia baskısı yokken öğretici özelliğini daha rahat ve zamana yayarak takıma yansıtabiliyordu. Öte yandan Başakşehir’de aynı durumun aleyhine işlediği de oldu. Takım iki sezon üst üste şampiyonluğu son haftalarda kaybederken, tribünlerin sağlayabileceği ekstra efordan mahrum kaldı. Trabzon’da böyle bir sorunu olmayacak. Önümüzdeki sezonun ilk haftalarında şampiyonluk yarışında olacağının sinyallerini verebilirse, başka yerde göremeyeceği kadar ateşli ve sadık bir desteği arkasında bulabilir.

KASKET

Taraftar desteğini almanın bir yolu da kulüp kimliğini yansıtan simgeleri yakalamaktan geçiyordu. Avcı’nın Trabzonspor’da takmaya başladığı kasket, kulüp efsaneleri Özkan Sümer ve Ahmet Suat Özyazıcı’ya bir saygı duruşu ve taraftarla bir bağ kurma biçimi olarak somutlaştı. Zengin bir tarihi ve kültürü olan bir kulüpte, başarıya giden son adımı atabilmek için sahanın ötesine geçen bir simge bulmak iyi bir yöntem gibi görünüyor. Kasket, Avcı’nın kariyerindeki belki ilk -ve başarılı- halkla ilişkiler hamlesi olarak da dikkat çekiyor. Kasketten tavşan çıkarıp Trabzonspor’u şampiyonluğa taşırsa, bu hamlesi uzun yıllar unutulmayacak.

AVRUPA

Abdullah Avcı her zaman genelde dünyayı, özelde ise Avrupa’yı dikkatle takip etti. Türkiye’de bir gelişim olduğunu, ancak bu gelişimin uluslararası alana kıyasla yavaş ve eksik kaldığını söyledi. Futbolun ilerlemesi için Batı’yı referans almayı doğru bulan Avcı’nın Avrupa ile karşılaşmaları ise maalesef çok şanslı gitmedi. Gerek Başakşehir’de gerekse Beşiktaş’ta Avrupa kupası maceraları farklı sebeplerden dolayı beklentilerin çok altında kaldı. Muhtemelen bizzat yurtdışında çalışma ihtimali de doğdu. Beşiktaş’a gelmeden önce Sevilla’dan ciddi bir teklif aldığı ve reddettiği iddiaları doğru ise, Avcı’nın kariyerindeki en büyük hata bu olabilir. Kendini ifade etme şansı bulacağı üst düzey -veya vasat üstü- bir Avrupa kulübünü tercih ederek, Batı futbolunda Türk teknik direktörlere yer açacak öncü bir rol üstlenebilirdi.

ŞANS

Trabzonspor sabırsız ve heyecanlı yapısı sebebiyle Avcı için ilk bakışta ideal görünmüyor olabilir. Ancak hoca için bu tercihin haklı sebepleri vardı. Abdullah Avcı göründüğü kadar genç değil. 57 yaşındaki hoca gerek Milli Takım gerekse Beşiktaş’taki olumsuz deneyimlerin ardından bir daha bu kadar yüksek profilli bir fırsat bulmasının zor olabileceğini biliyordu. Samsun kökenli olması ve oyunculuk günlerinde Rizespor forması giymesi sebebiyle bölgeyi ve bölge halkını iyi tanıyor, Trabzonspor altyapısının verimliliğine inanıyor, yeni açılan Fiziksel Performans Merkezi gibi önemli yapıların, Başakşehir’den alışkın olduğu metodolojiyi sürdürmek için doğru yer olabileceğini öngörüyordu. Hocanın bu şansı kullanmak istediği aşikâr. Bir daha aynı fırsatı yakalamanın zor olabileceğini herkesten iyi biliyor.

ŞAMPİYONLUK

Mevcut Trabzonspor kadrosunun bariz eksikleri var. Hücumdaki düşük verim yüzünden beraberlik sayıları tehlikeli sınırlarda dolaşıyor. Üstelik pandemi koşulları, ligdeki takım sayısının artmasıyla birleşince, kadro derinliği her zamankinden daha önemli hale gelmiş durumda. Türkiye’nin Covid-19 ile şu ana kadarki imtihanına bakınca, 20 takımlı 2021-22 sezonunun dolu tribünlerle oynanacağından emin olmak zor.

Öte yandan son yıllarda Süper Lig’de istikrarlı başarı sağlamış, hanedan kurmuş bir ekip yok. Beşiktaş bu sezon şampiyonluğa yakın, ancak kadrosunu genişletememesi halinde, gelecek yıl Şampiyonlar Ligi ve ligi beraber götürmesi kolay olmayacaktır. Fenerbahçe ve Ali Koç henüz ne yapacağına karar verebilmiş değil; Galatasaray’da ise idarî sorunların sahayı gölgelemeye devam etmesi muhtemel duruyor. Kısacası Trabzonspor isabetli transferler ve doğru bir planlamayla kendine iyi bir yol açabilir.

Avcı bugüne kadar genellikle belli bir standart belirleyip onun altına düşmemek üzerine bir yaklaşım geliştirdi. Biraz daha pragmatizm ve hedefe dönük bir projeksiyonla bordo-mavilileri yeniden Türk futbolunun zirvesine çıkaran kişi olabilir. Yıllardır ülke futbolunun sözcük dağarcığını genişletmek için çabalayan Avcı, beklenen şampiyonluğu Trabzon’a getirirse, bu hikâyeyi onun kendine has dilinden dinlemek ilginç olacak.