Kafka Oteli'ne misafir olun!

İlhan Deliktaş ilk romanı “Kafka Oteli”ni anlattı. Yazar ilk romanını “Kafka Oteli, gündelik hayatın sıradanlığına bir övgü, kumar, dünya tarihi ve yaşamak hakkında bir kitap...” sözleriyle anlatıyor.

Abone ol

İlhan Deliktaş ile ilk romanı “Kafka Oteli”ni, mezun olduğu Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ni ve bellek kavramını konuştuk. Deliktaş, ilk romanını “Kafka Oteli, gündelik hayatın sıradanlığına bir övgü, kumar, dünya tarihi ve yaşamak hakkında bir kitap...” sözleriyle anlatıyor.

İlhan Deliktaş kimdir?

İngiliz olan Charles Percy Snow bundan altmış yıl önce bir konferansta “bir bilim insanının sanattan, sanat insanının da yeteri kadar bilimden anlaması” gerektiğini söylemişti. Tıpkı örnekteki gibi, ben de bilimsel alanda öğrenme açlığı çeken ve tarih, jeoloji, astronomi ve fizik alanlarında bir disiplin içinde okuyan, bunları sanatla ilişkilendiren bir okurum. Meşhur Akdeniz tarihçisi Fernand Braudel’i örnek aldım diyebiliriz. Kim olduğumuzun sorusu kastedilen anlamının dışında insanın yanıt vermekte en çok zorlandığı sorudur. Kendimi kısaca hafızasında ciddi bir kütüphane taşıyan biri olarak görüyorum.

Mezun olduğunuz Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi KHK’lar ile neredeyse lağvedildi. Bugünden mezun olduğunuz bölüme baktığınızda ne hissediyorsunuz?

Benim okulum yalnızca bir sanat okulu değil. Tiyatro Bölümünde Dramatik Yazarlık okudum ben. DTCF Tiyatro kendi ekolünü yaratmış bir bölümdür. Koca fakültenin içinde multidisipliner bir öğretim anlayışıyla işler. Oradan çıkan biri antropolojiden sosyolojiye, Fransız edebiyatından Japon geleneksel resmine kadar birbirinden farklı onlarca konu ve disipline dair bilgi edinerek çıkar. Bu bilgilerin üzerine yığmayı seçerse uzmanlaşabilir. Akademi bir ülkenin aklıdır. Akademiye zarar verilmesi ülkeye zarar verilmesi demek...

.

"YAZAR TARİHİN KAYIT MAKİNESİDİR"

İlk romanınız “Kafka Oteli”ni Turgut Özakman’a ithaf ettiğiniz görülür. Turgut Özakman’ın sizin dünyanızda nasıl bir karşılığı var?

Turgut Hoca inanılmaz bir adamdı. Kibirsiz, zeki ve çalışkan, bilgili ve sade bir insandı. Çoğu zaman aynı dönemin insanı olduğumuzu sezer, aramızdaki onca yaşa rağmen derinlerde bir yerde birleştiğimizi düşünür, kitapların ve yazının dünyasında aynı şeylere içlenir ve o ince mizahla gülümserdik.

Bir öğretmen olarak varlığı, eksiksiz biçimde havayı doldururdu. Çalışkan ve namuslu olmaya inanır, bu yüzden yaşama karşı eski kabadayılar gibi bir tavır takınırdı. Öğrencisi olmak zihnimi yeşertti. Bana inandı. Benim ona inandığım gibi... Yazma arzusu duyan bir insan, ünlü bir yazarla konuştuğunda karşısında çekinir. Turgut Hoca, bu arzunuzu düşürecek en ufak bir davranışta bulunmaz, sizinle aynı düzlemden konuşurdu. Yaptığımız konuşmaların bende yarattığı etkiyle yalnızca yazmadım, bir yazara evrildim. Bir yazar sadece bir insan değildir. Tarihin kayıt makinesidir.

“Kafka Oteli” ismiyle müsemma bir kitap… Anlatım ve atmosfer anlamında Kafka’dan çok beslendiğiniz görülüyor. Neyi anlatıyor “Kafka Oteli”?

Romanda Kafka’nın Joseph K’sı gibi bir karakter içsel olgunluğunu dış dünyada yaşadığı ve ona cesaret veren şeyler üzerinden elde ediyor. Bir düşünce dizgesinin altında olaylar silsilesi var. Bir rüyanın peşinde bir adam var. Kafka Oteli, gündelik hayatın sıradanlığına bir övgü, kumar, dünya tarihi ve yaşamak hakkında bir kitap... Bir nevi “kendin olma rehberi” sayılabilir.

Orhan Pamuk Kara Kitap adlı eserinde Galip’in eşi Rüya’yı aradığını anlatır. Benim ana karakterim gerçekten rüyayı arıyor. Tüm insanlar zamanında birinin gördüğü yahut kendilerinin görüp unuttuğu bir düşü aramaz mı?

.

"MODERNİZM HERKESE 'BEN' DEDİRTİYOR"

“Kendini göstermeden bir şeylere dâhil olan herkesten kuşkulanırım. Yeryüzü, tanrıyı oynamaktan hoşlanan insanlarla dolu...” Yarattığınız karakter içe kapanıklığının tarifini, sosyalleştiği ya da sosyalleştiğini düşündüğü insanların egoları üzerinden veriyor. Sizce her an/her şeyle ego mastürbasyonu yapan insanlarla mı yaşıyoruz?

İçinde bulunduğumuz çağa “Bulanıklık Çağı” diyorum. Sözler ve onların işaret ettiği anlamlar ayrılıyor. İletişim zorlaşıyor. Marshall Mcluhan evde kitap okunan dönemi geçip film izlenen döneme gelmemizle yeniden kabile olmaya başladığımızı söylüyor.

Kitap okumak tekil bir eylemdir. Film izlemek, aynı anda bir vericiden antenimize gelen görüntüyü milyonlarla birlikte izlemek bizi kabile yapıyor ve bunun farkında bile olmuyoruz. Deneyimi kişiselleştirmek için sunulan cihazlar (cep telefonları vs.) bizi köreltiyor. Modernizm herkese “ben” dedirtiyor ve insanlar kendi benlerinin içine çöküyor. Bu yüzden şirretleşiyorlar. Ben tüm bunlara rağmen umutsuz değilim.

“Kafka Oteli”nde yazının keşfi hususunu “…hatırlamayı değil de unutmayı sağladığı için, bilginin ve belleğin bir cezası olarak...” cümlesiyle belirtiyorsunuz. Bence burada bellekten öte bir gerçeklik tarifi yapıyorsunuz. Her ne kadar öznel bir kodlama yapsanız da, gerçeğin gündemden düşmesine dair bir söylem kullanıyorsunuz. İnsan, söylediği ya da yazdığı şeyden kurtulur mu sizce?

Bergson, “geçmişin şimdide yaşadığı yer bellektir” diyor. Belleği zarar gören insanın geçmişi yoktur. İnsan eğer “unutuyorsa” söylediği ya da yazdığı şeyden kurtulur. Benim gibi kuvvetli hafızası olan insanlar hem ödül hem de cezayı birlikte yaşıyor bu yüzden. Kurtulamayınca da yazıyorsunuz. Bir roman, bir iç dökmedir. Uzun bir mektuptur. Sahibine ulaşıp ulaşmayacağını zaman gösterir.

“Hiçbir insan, bir şehre büsbütün veda edemez. İnsan nereye gitse kendini de götürür.” Cümlesiyle varoluşa dair bir aforizma ürettiğiniz söylenebilir mi?

Bir önceki soruyla da ilişkisi var bunun. Cemil Meriç, “Trene bindiğimizde şehrimizle birlikte bineriz” der. Kendi geleneklerimizi, yaşayış biçimimizi taşırız o vagonda. Onunla “var” oluruz. İç dünyamızda taşıdığımız, bizi var eden şeyin manzarasını değiştirmekle onu yok edemeyiz, bu sadece bir aldatmacadır. Böyle bir aforizma varsa bile bunu benden önce Sokrates, Cemil Meriç ya da araştırırsak bulacağımız yüzlerce insan söylemiştir. Ne derler bilirsiniz “Güneşin altında söylenmedik söz yoktur.”

“İnsanlar eğer onlardan yardım alarak hayatta kalırsan seni hayatları boyunca unutmazlar.” Cümlesiyle vicdan rahatlatmanın hazzının sürekliliğinden dem vurduğunuz düşünülebilir mi? Hepimiz kahraman olmak ve mağdurun yanında olduğumuzu mu düşünmek istiyoruz?

Eğer birinin kahramanı olursanız ondan sürekli sorumlu hissedersiniz. Kahraman olmak uykularınızı kaçırır. Artık bir yabancının yazgısına yön vermiş ve sorumlu olmuşsunuzdur. Hepimiz kahraman olmak istemiyoruz ama mağdurun sırtını bir kez pışpışladınız mı arkası geliyor. Duygusal bir tuzağa düşebiliyorsunuz. Sizin kahraman olduğunuz anı bilen tek kişi oysa tüm zamanınızı onun için harcayabilir ve yaşamın spot ışığı üzerinizde parıldarken poz verebilirsiniz. Bunun için, görülmek ve onanmak için, alkışları daimi kılmak için kendinizi heder edebilirsiniz. Sonuçta tüm insanlar, ölümlü olmakla savaşıyor.

Yeni kitap var mı?

“Kafka Oteli”ni 2015 yılının Eylül ayında bitirmiştim. Daha noktayı koyduğum anda çekmecemden diğer fikrimi çıkardım ve yazmaya oturdum. İkinci kitabımı bitirmek üzereyim.