İyi düşün iyi olsun hali: 2023 Eğitim Vizyonu ve ortaöğretim tasarımı

Yeni ortaöğretim modelindeki söylem, siyasal iktidarın önceki reform girişimi metinlerine göre “tarafsız” ve pek çok öğretmeni rahatlatacak niteliktedir. Ne var ki bu dil, Türkiye’de olan biten her şeye kayıtsız üst bir dildir. Metni okuyan Türkiye’yi tüm ekonomik, politik ve kültürel sorunlarını çözmüş birkaç küçük detayın kaldığı bir eğitim sistemine sahip bir ülke zannedebilir.

Abone ol

Nejla Kurul*

Bir bireyin ya da toplumun nasıl yaşadığını ortaya koyan başlıca işaretlerden birisi, çocuklar/gençlere yaklaşımı olsa gerek. Gelişiminin ilk evrelerinde olmak, yani genç olmak ne kadar yüceltilirse yüceltilsin, çocukların ve gençlerin sorunlarını ortadan kaldırmıyor. Türkiye’de çocuklara ve gençlere kötü davranılıyor. Çocuk işçiler, inşaatlardan düşen üniversiteli işçiler, işsiz gençler, ihmal ve istismara maruz kalan çocuklar, devletin haklarını ihlal ettiği çocuklar, küçük yaşta evlenmeye zorlanan çocuklar, nihayetinde ezilen çocuklar. Zira Türkiye’de başta siyasetin krizi, sonra ise eğitimin krizi, çocuk ve gençlerin gündelik hayatlarını derinden etkiliyor.

Bir öğrenci grubu, sosyal medyada, gençlerin yaşadıkları sosyo-psikolojik durumu çok iyi anlatmış: Karanlık, geleceksizlik, iktidarın çizdiği sınırlarda kabuğa çekilme, okul ve üniversitelerde müşteri, sokaklarda yalnız ve güçsüz ve yabancılaşma. Kuşkusuz bu düşünce ve duyguları hangi gençler hissediyor diyeceksiniz? İşçi gençler, liseli gençler, üniversiteli gençler, kız çocukları, genç kadınlar, işsiz gençler, Kürt gençler, LGBTİ gençler, Müslüman gençler, Alevi gençler, Suriyeli gençler… Soyut bir gençlik yok. Sınıfsal ve sosyal olarak farklılaşsa da gençler okullarda böyle sorunlar yaşıyorlar. Kötü olan, içinde yaşanılan siyasal ve kültürel koşullar devam ettiği sürece sorunların, gençlik evresinin ardından gelen yetişkinlikte de bitmeyecek oluşu!

Yazı, 2023 Eğitim Vizyonu'nun yayınlanması ve “ortaöğretim tasarımı”nın açıklanmasının ardından modeli değerlendirmek ve onun felsefi ve politik kodlarını incelemek üzere kaleme alındı. Yazının başlıca amacı, kamusal bir alan olarak eğitim üzerine düşünmek ve modelin çocuk ve gençlerin okuldaki gündelik yaşantılarını iyileştirme potansiyelini ve bir bireyin nasıl gelişebileceğini tartışmak. Bir yanda Eğitim 2023 Vizyonu'nun sözcükleri diğer yanda gerçeğe ilişkin imgeler.

HAKİKAT CESARETİ VE VAROLUŞ ESTETİĞİ İLE YENİ OLAN ÜZERİNE

Milyonlarca insanı etkileyen bir eğitim ufku (vizyon), ancak bir seferberlik ruhu içinde oluşturulabilir kanımca. Bu ufka tutunabilmek de bir hakikat arayışı etiği ile mümkün olabilir. Çizilen ufuk bir hakikate ilişkin cesareti ve varoluş estetiğini içermelidir (1). Yeni olanın içeriğinin birlikte oluşturulduğu bu süreçte, öğretmenler, öğrenciler ve ebeveynler, tüm bedenleri ile sürece dahil olmuş, yaratılan rüzgârla derin bir nefes almış ve işe girişmiş olmalıdırlar. Bu süreçte okul, arzu akışlarının çitlendiği bir alan değil, umudun mekânı olarak işlev görür ve bambaşka bir nesnel ve öznel zamansallık yaşanır bu süreçte. Kolektif çalışmanın büyüsü, eğitim topluluğu içinde “dakikalar altın tozuymuş gibi” (2) çalışmaya yol açar.

Kuşkusuz bu düş, toplumdan yalıtılmış bir eğitim alanı içinde gerçekleşmez. Toplumsal, siyasal ve ekonomik alanlar, benzer bir ufuk için harekete geçmiş olmalıdır. Eğitimin yakın tarihine baktığımızda, böyle bir ruhu, kuruluş yılları okullarının inşasında ve özellikle köy enstitüleri zamansallığı içinde yakalayabiliriz: Yeni cumhuriyet, yeni toplum ve yeni eğitim. Köy enstitüleri örneğinde, toplumsal ve eğitsel tahayyül yukarıdan aşağı doğru işlediği için, tabanın katılımı sınırlı kalmış olsa da, öğretmenler ve öğrencilerin dakikaları altın tozuymuş gibi algıladıkları bir zamansallığı yaşadıklarını tahmin ediyorum.

Farklı toplumsal kesimler için bu zamansallık, kısmi nitelikleriyle yakalanmış olabilir. Örneğin kadınlar, görünmeyen emeklerini gösterdikleri, erkek egemen düzen tarafından sınırlanmış varoluş alanlarını açımladıkları kolektif deneylerinde, böylesi bir ruh halini yaşamış mıdırlar? Müslüman yurttaşlar, imam hatip ortaokulları ve liselerinin kuruluşunda ya da önce kuruluşunu, ardından çöküşünü izlediği İslami kolejler deneyiminde, böylesi bir zamansallığı yakalamışlar mıdır? Ya da Kürtlerin hem siyaseti hem de baskılanmış dil ve kültürlerini sivil olarak öğrendikleri deneyimlerinde böyle bir zamansallık yaşanmış mıdır? Kuşkusuz yayıldığı coğrafyanın genişliği ve etkin yurttaş katılımı yoluyla derinliği konusunda farklı görüşler ileri sürsek de bu sorulara “evet” denilebilir.

EĞİTİM 2023 VİZYONUNDA NE HAKİKAT CESARETİ NE DE VAROLUŞ ESTETİĞİ VAR!

Yeni modelin felsefi kurgusu ve ortaya konulan ortaöğretim programı, pragmatizmi eleştiriyor görünse de büyük ölçüde neo-liberal ve Türk-İslamcı eğitim anlayışına dayanıyor, yani yeni değil. Eğitim 2023 Vizyonu, eğer eğitim alanının teknik terimleri ile bakarsak pragmatizme dayalı ilerlemecilik ve yeniden kurmacılık felsefelerinin izlerini taşıyor. Tasarım, ciddi bir kolektif katılımı sağlayan kapsamlı bir araştırmaya dayalı değil! Dolayısıyla program hazırlıklarında ne öğrencilerin, öğretmenlerin, ebeveynlerin, ne de olanca çeşitliliği içinde öğretmen örgütlerinin, sendikaların sesleri yeterince duyulmuş. Model, eğitim reformları konusunda eğitim tarihi derslerinden de güç almış değil.

Asıl olan şey, neyin nasıl söylendiği değil, uygulamanın nasıl olduğu değil midir? “Ortaöğretim tasarımı” pratiğin aklını içermiyor, bildik, yeni olmadığı için heyecan yaratmayan bir kuramın kuşatması altında adeta. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, siyasal alanın görünür bir öznesi değil, modeli için çok da çaba göstermiyor. Hiç konuşmayan bir kadın siluetinin karşısında modelini anlatıyor internet sayfasındaki videolarda. Geleceğin toplumu ve insanı konusunda bir tasarımı olmasına karşın, pratikteki eğitim sorunları konusunda çok sessiz. Kuşkusuz bu hayali satış, karşılık görmüyor olmalı ki modelin muhatapları da sessiz.

Türkiye’de eğitim uygulamaları genel olarak realizme dayalı idealizmden beslenen esasicilik felsefesine göre yürütüldü. “Ödül ve cezaya göre işleyen, ezbere dayanan, öğrencilerin satır düzeninde oturtulduğu, derslerin sınıf içine hapsedildiği, sınavların kâğıt-kalemden başka bir şey gerektirmeden yapıldığı, öğrencinin pasif, öğretmenlerin ve diğer tüm yetişkinlerin aktif olduğu bir eğitim felsefesidir esasicilik. Hiç yabancı gelmedi değil mi? 2023 Eğitim Vizyonu felsefesi ne diyor? “Her eğitim sistemi içinden çıktığı toplumun bir aynasıdır.” (3)

Model temelde, varlık bilimi ile bilgi biliminin (bilgi kuramı) birlikteliğini sağlamak ve bu birlikteliği ahlak anlayışı ile ‘taçlandırmak’ amacını taşıyor: “Türk toplumunun bilgiyle olan pragmatik ilişkisini yeniden düşünmesi ve varlık-bilgi dengesini yeniden yapılandırması önemlidir. Aksi hâlde varoluşu, sadece maddi varlık dünyasını tecrübe yoluyla anlatmak, tek kanatla uçmaya ve yükselmeye benzeyen nafile bir çabadır.” deniliyor. Ne var ki 2023 Eğitim Vizyonu, hem varlığı zaman ve mekânda oluş içinde bir olgu olarak gör(e)meyerek hem de bilgi bilimini indirgeyici müdahalelerle sınırlayarak, öğrencileri ve öğretmenleri, devlet kodları ve piyasa aksiyomatiği ile kuşatmıştır. Böylelikle eğitim süreçlerinin kısıtlayıcı sınırları daha da derinleşmiş oluyor. Öğrencilerin, okul gündelik yaşamındaki öznellik üretimleri kendine yabancı, dışsal, prosedürlerin formalizmine düşen ve çerçevelenmiş deneyimler olmayı sürdürecek.

NE PAHASINA OLURSA OLSUN İNSAN ODAKLI ANLAYIŞ!

Eğitim 2023 Vizyonu ve yeni ortaöğretim tasarımının politik felsefesi, ‘insan odaklı bir yaklaşımı’ ifade ediyor. Tabii ki insan odaklı olacak eğitimden söz ediliyor demeyin! İnsanı doğanın içine yerleştiren, onu doğanın bir parçası yapan Edip Cansever’in dizelerinde anlattığı kavrayış, Eğitim Vizyonu'nda alıntılanmış olsa bile (4), metinde bu görüşün hakkı verilmemiş. Model, doğayı bir kenara itmiş, insanı “doğanın efendisi” kılmış. O yüzden son yıllarda giderek artan doğa talanı bir sorun olarak görülmemiş. Yani model sorunlardan ya da çok çeşitli arzu akışlarından yola çıkılarak kurgulanmamış.

2023 Eğitim Vizyonu varlık olarak insan sorunsalından yol çıkıyor. Ortaöğretim tasarımı modernliğe dönük eleştirilerden birisi olan ikiliklerden hareket ediyor: ama tasarıma göre benimsediği ikiliklerden ilki, beden ve ruh. Eğitim Vizyonuna göre, bilim (medeniyet fenleri) bedenin gereksinmelerini karşılarken din (din ilimleri) ise ruhun gereksinmelerine yanıt üretiyor. Bu nedenle çift kanatlı bir okumadan söz ediliyor (5):

“2023 Eğitim Vizyonu’nun, 21'inci yüzyıla dair eğitim önerisi, 21'inci yüzyıl Talim ve Terbiye Modeli şeklindeki çift kanatlı bir okumadır. Sadece beceri kazandırmak hayatı göğüslemeye yetmemektedir. Gerekli olan insana ait evrensel, yerel, maddi, manevi, mesleki, ahlaki ve millî tüm değerleri kapsayan ve kuşatan bir olgunlaşma, gelişme, ilerleme, değişim ve ahlak güzelliğidir.”

Oysa ruhu besleyen kaynaklardan birisi din bilimleri olsa bile, bu kaynak çok daha zengindir, salt dinsel metinler ve ritüellerden oluşmaz. Yeni ve özgün bir kültür ortaya çıkarmak, yeni öznellik üretimleri içinde olmak için yerli ya da dünya kültürü ve sanatına, tarihsel ve doğal tüm varlıklara ve farklı siyasal ufuklara erişmeden, bunlar hakkında incelemeler yapmadan okumadan, anlamadan ve tutarlı eleştiriler yapmadan yol alınamaz. Müslüman aydınların sıklıkla referans gösterdiği Sezai Karakoç’un hayatına bakıldığında çeşitliliğin, insani karşılamaların, zengin okumaların derinleştirdiği anlam dünyasını anlayabiliriz. Bu nedenle iki kanatlı olmak yetmez, çokluktan beslenen, özgürlüklerle ve adaletle güçlenen yeni benzetmelere gereksinme var.

2023 Eğitim Vizyonunda açıkça ifade edilmese de özellikle ortak dersler bakımından bir ‘çift kanatlılık’ durumu daha var. O da egemen etnik ve inanç kodlarına işaret eden Türk ve Müslüman olma halini anlatıyor, yani eğitimde Türk-İslam sentezci bakış, din dersleri sayısındaki artışla daha da yerleşmiş görünüyor. Yine başka bir çift kanatlılık, erkek/kadın kimliğinde açığa çıkıyor. Cinsiyetsiz gibi görünen eğitim programları, erkekler lehine verili toplumsal cinsiyet eşitsizliklere göz yumuyor, yani eğitimde erkek egemen kodlar devam ettiriliyor. Vizyonda sıklıkla ifade edilen “insanoğlu” kavramı ile modelin toplumsal cinsiyet duyarlığının ne denli zayıf olduğu görülüyor. Öyle ki MEB’in internet sayfasını açtığınızda, eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına ilişkin bir hedefinin olmadığı açıkça ifade ediliyor: “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi” Orta Öğretim Genel Müdürlüğü tarafından 2014–2016 yılları arasında yürütülmüş ve tamamlanmıştır… Bakanlığımızın gündeminde bu alanda devam etmekte olan bir proje yoktur.” Bu paylaşıma göre eğitim programları ve ders kitaplarında “toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına ilişkin bir hedef yoktur (6).

Bununla birlikte bir yandan çift kanatlılıktan söz eden model diğer yandan insanın bütüncül varlığına yöneliyor: 2013 Eğitim Vizyonu insanı aşağıdaki biçimde kavrasa da, hikâyenin başka bir bölümü, çelişkili biçimde eğitimi iki kanatlı modele indirgiyor:

“İnsan öz, ruh, kalp, akıl, madde ve bedeniyle bir bütündür. Eğitim sistemleri, ancak insan doğasına ait tüm bu unsurlara bütüncül bir sorumluluk geliştirebildiği ölçüde başarılıdır. “Bu doğrultuda yakın dönem eğitim düşüncesi ve edebiyat tarihimizin önemli simalarından Nurullah Ataç “Hayat konulara mı bölünmüştür sanki? Bir yanda bilim, bir yanda sanat, bir yanda ahlak…” tespitiyle insanın ve yaşamın ayrılmazlığına vurgu yapar.”

EĞİTİM 2023 VİZYONUNDAKİ ANLAMLI SÖZLER

Eğitim 2023 Vizyonu'nun en anlamlı cümlelerinden birisi şu: “Sonuç olarak bir topluma yapılabilecek en büyük kötülük, o toplumu kendi kültüründen mahrum etmektir. Daha büyük bir kötülük ise onu kendi kültürüne mahkûm etmektir.” Cümle değerli olsa bile 2023 Eğitim Vizyonu “kendine Müslüman’dır”. Kürt, Alevi, Ermeni, Rum, Süryani, şimdilerde Suriyeli çocuk ve gençleri, eğitim ve okullardaki işleyiş ile kendi dilinden ve kültüründen mahrum bırakarak ona kötülük edecek kodlara sahiptir.

Öte yandan OHAL döneminde konulan şerhler nedeniyle pasaportları verilmediği için yurt dışına çıkamayan on binlerce KHK’li öğretmeni, toplamda yüz binlerce insanı “kendi kültürüne mahrum ederek” daha büyük bir kötülük yapmaktadır. Yani “imamın ne söylediğine değil, ne yaptığına bakmak gerekir” sözü bir kez daha doğrulanıyor. Ayrıca bu tümce, Edip Cansever’in giriş kısmında ifade edilen dizelerinden sonra geliyor. Dizeler, doğa bakımından değil, kültür açısından yorumlanıyor. Dolayısıyla model yeni bir ikilikten daha besleniyor: Doğa ve kültür.

Özet olarak model, birkaç güzel tümcenin dışında, ne hakikate dair bir cesaret ne de bir varoluş estetiği ortaya koyabilmiş. Katılımcı bir anlayışla, aşağıdan yukarıya doğru demokratik tartışmalar ve yatay ilişkilerle beslenmediği için 2013 Eğitim Vizyonu, toplumda bir tartışma arzusu bile yaratmamıştır. Ortaöğretim tasarımının yeni olmadığı, zorunlu din dersleri dışında, Uluslararası Bakalorya Diploma Programı'ndan fazlasıyla esinlendiği anlaşılıyor. Bu nedenle öğretmenler ve öğrenciler, hatta ebeveynler bu model karşısında farklı bir zamansallık yaşamıyorlar. Öte yandan eğitim fakülteleri modeli ne destekleyen ne de eleştiren tartışmalar içine girmişlerdir. Türkiye’nin genel suskunluğu ile uyumlu olarak yeni model, sessizce gelip sessizce uygulanacaktır, öyle anlaşılıyor.

YENİ ORTAÖĞRETİM TASARIMI: HAYALLER PARİS, HAYATLAR MUŞ!

Model, seçmeli İslami derslerde bir artışa karşın çocukları Anadolu liselerinde okuyan liberal, demokrat ve laik kesimleri, rahatsız etmeyecek bir söylemle sunuluyor. Öte yandan yeni ortaöğretim modelinde neoliberal söyleme, orta sınıf muhafazakâr kesimlerin arzuları ustaca ekleniyor. Örneğin, “Bizim tekilliğimiz, insan ve makinenin birlikteliğinden ziyade akıl ve kalbin birlikteliğidir.” Bu cümle eğitimin şimdiye dek kalbi, maneviyatı, ahlakı ihmal ettiği, akıl ve maddeyi ön plana koyduğu savına dayalıdır. Bir başka farklı cümle şudur: “Bugünden başlayarak 21'inci Yüzyıl Talim ve Terbiye Modelimiz ile 2023 Eğitim Vizyonu’nun temel hedefi, ahlak telakkisine dayalı ve insanı merkeze konumlandıran bir varlık ve bilgi anlayışına hayat vermektir.” Çocuklarının karnını güçlükle doyuran yoksul ebeveynler için okullar çocuklarının güvenle gönderebileceği bir mekândır, bu veliler okullardaki eğitim programlarına etki edemezler, ayrıca bu velilerin programları etkileme çabası da pek görülmez. Muhafazakâr orta sınıflar için “maddiyat ve bu dünyanın telaşesinden uzakta maneviyatın nasıl oluşturulacağı”, (çocukların karnını doyurabildiğimiz kadar ruhuna da hitap edebilecek miyiz”) (7) sorununa yeni ortaöğretim modeli İslami referanslarla sınırlı bir karşılık vermektedir.

Kısaca, “İyi düşünürsek iyi oluruz” formundaki metafizik kurgu yeni ortaöğretim programında okula aynı gözlerle bakan ebeveynleri mutlu edecek niteliktedir. Sonuçta her iki tür orta sınıf ebeveynin karşısında doğru dürüst bir kitap okumayan, ‘sayfa çevirmeyen’, kütüphane ve sahaf yolu bilmeyen, merak ve anlam arayışı kıt bir öğrenci kitlesi vardır. Kuşkusuz bu ebeveynlerin kendi gündelik yaşamları da eleştirdikleri çocuklarının yaşamından çok da farklı değildir.

Yeni ortaöğretim modelinin verili koşullarda okullardaki gündelik yaşamı dönüştürmesi “yeni” olanın heyecanı dışında düşük kalacaktır. Çünkü model eğitimin yapısal sorunlarını görmemektedir. “İyi düşünelim” demekle iyi olunmaz. Kaldı ki “iyi”ler arasında farklar kaçınılmazdır. Modeldeki katılım eksikliği nedeniyle, örneğin “Din kültürü ve ahlak bilgisi dersi zorunlu olmasa” gibi iyiler yok hükmünde sayılmıştır. Yeni model eğitim kamuoyunun demokratik tartışma alanlarından çok uzakta hazırlanmıştır. Türkiye’de ifade özgürlükleri her gün daraltılırken, gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler düşüncelerinden dolayı cezaevlerindeyken ve bu gelişmelerin baskısı altındaki öğretmenler işten atılma kaygısını yaşarken bir modelin özgürce tartışılması da mümkün olmamıştır.

Ayrıca okullardaki koşullar çok daha serttir. Keskin bir hiyerarşi, eğitim bileşenlerinin güçlenmelerini engelliyor. Okullardaki cinsiyetçi tahayyüller eğitim nüfusunun yarısının gelişimini sekteye uğratıyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği tahayyülü rafa kaldırılmış durumda. Okullardaki “aynılaştırma” çabası, farklı sosyal, etnik, dinsel, siyasal görüşlerden gelen, farklı habituslardan öğrencileri tahakküm altına alıyor. Yeni ortaöğretim modelinde ne Kürt çocuklarının anadili düşünülmüş ne de Alevi çocukları için din kültürü ve ahlak bilgisi dersi zorunlu olmaktan çıkarılmış. Asıl sorun ise, işsizlik ve yoksulluk oranlarındaki artışın okullara etkisinin giderek artıyor oluşu. Gençlerin işsizliği, hayat pahalılığı, artan vergi yükleri, yükselen kurlar, orta sınıfların gelir ve servetinde ciddi düşüşlere yol açıyor. Bu bağlamda okullar, bağışlarla finansmanına katkı bekledikleri orta sınıflardan, diğer deyişle emeğin orta katmanlarından güçlükle destek alabileceklerdir.

Yeni ortaöğretim modelinin parlak söylemi, verili çoraklaşmış bir eğitim pratiğinin üzerine giydirilmek durumunda. Model, daha iyi bir makyajla sunulmuş olsa da, eğitim pratiğinde 17 yıllık AKP iktidarının temel kodlarını yineliyor. Bu nedenle de olsa gerek model üzerine eğitim kamuoyu etkin bir tartışma yürütemedi, eğitim fakülteleri doğru dürüst bir açıklama yapmadı. ‘Eski tas eski hamam’ kayıtsızlığı sürüyor.

Yeni ortaöğretim modelindeki söylem, siyasal iktidarın önceki reform girişimi metinlerine göre “tarafsız” ve pek çok öğretmeni rahatlatacak niteliktedir. Ne var ki bu dil, Türkiye’de olan biten her şeye kayıtsız üst bir dildir. Metni okuyan Türkiye’yi tüm ekonomik, politik ve kültürel sorunlarını çözmüş birkaç küçük detayın kaldığı bir eğitim sistemine sahip bir ülke zannedebilir. Ortaöğretim modeli, eğitimin gerçek sorunlarına karşı sağır, kör ve dilsiz olduğu için “hayaller Paris, hayatlar Muş’tur.” Muşlular alınmasın, “hayaller Paris, hayatlar Ankara” da diyebiliriz. Kutuplaşmış Türkiye’de mahalleler üstü bir söylem rahatlatıcıdır, ne var ki pratiğin kaynayan sorunlarını böylesi bir üst söylem görünmez kılar.

ORTAÖĞRETİM TASARIMININ İMAM HATİP LİSELERİ İLE İLİŞKİSİ

2023 vizyonuna göre hazırlanmış yeni ortaöğretim sistemi, milyonlarca genci hedefliyor. Üzerine odaklanılan lise türü Anadolu liseleri olarak anlaşılsa bile imam hatip liselerinin de mesleki bir lise türü olmaktan çıkarılarak genel, akademik eğitim veren, dolayısıyla 2023 vizyonunda da her yükseköğretim programına öğrenci hazırlayan bir lise türü olması düşünülüyor.

Böylece Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından açıklanan yeni ortaöğretim sisteminin, Anadolu liseleri ve imam hatipler üzerinden inşa edildiği ifade edilebilir. İmam hatip liseleri ile Anadolu liselerinin uyumlulaştırılması, iki kanatlı, yerli ve milli Cumhur İttifakı için oldukça önemli. Çöken İslami kolejler (doğal olarak çöken özelleştirme anlayışı) karşısında AKP, imam hatip ortaokul ve liselerini göz bebeği gibi kolluyor. Bununla birlikte, imam hatip ortaokulları ve liselerinin yerine nitelikli Anadolu liseleri velilerin daha çok dikkatini çekiyor. Hem Anadolu liseleri hem de iktidara göre imam hatip liseleri akademik bir program uygulayarak yükseköğretime öğrenci hazırlıyorlar, dolayısıyla bu iki okulun programını uyumlulaştırma ve aralarındaki geçişi hızlandırma gibi bir yönelim söz konusu olabilir.

Yeni Şafak Köşe yazarı Hayrettin Karaman, İslami niteliği yüksek derslere, belki de okullara yönelimin olmadığını şöyle ifade ediyor: “Son yıllarda okullara Kur’an-ı Kerim, peygamberimizin hayatı ve İslam bilgisi dersleri kondu. Bu dersler zorunlu değil, seçmeli idi. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bu ülkede bu dersleri seçen insan sayısının azlığı ibretlik bir olaydır.” (8) Karaman’ın ifade ettiği gibi, Türkiye’nin yüzde doksan dokuzu Müslüman değildir! Bu iddia sadece İslamcı bir hayal! Bu ülkede Aleviler, Hıristiyanlar, dinden özerk bir yaşam sürdüren milyonlarca insan var. Üstelik Karaman’ın kendisinin de çok iyi biçimde ifade ettiği husus, bu ülkenin yurttaşlarınca da görülüyor: “Eline para geçen ve zengin olan “dindarlar”, lüks ve israfta dinsiz veya dini hayatı gevşek/kusurlu olanları fersah fersah geçtiler.” Bu yüzden ahlakla para ve güç yönelimli kapitalist/bürokratik bilgi ve yönelimler yan yana geldiğinde ahlak alanı terk ediyor.

MEB sayfasındaki sunumda lise türü belirtilmeksizin “ortaöğretim tasarımı”ndan söz ediliyor, tasarım sözünden tartışmaya açılmış bir metni düşünüyoruz ister istemez. Ne var ki ortada bir model var ve MEB’in modeli ise uygulamaya konulmuş. Aktarılanlardan modelin 2020-2021 yılında uygulamaya geçeceği ifade ediliyor. 9 sınıf ders kitapları ve materyallerinin üretilmeye başlandığı ifade ediliyor.

ORTAÖĞRETİM TASARIMI KİMLER TARAFINDAN NASIL HAZIRLANMIŞTIR?

Bakana göre, “Yüzlerce öğrencimizin, öğretmenimizin, okul yöneticimizin ve akademisyenlerin, dünyadaki lobi uzmanlarının, uluslararası bir takım uzmanların desteğiyle, bütün bunları birleştirerek, çok yüksek bir katılımla” çalışmalar yapılmış. Bakan böyle söylese de yeni modele ilişkin çalışmaların eğitim kamuoyunda pek de tartışıldığı söylenemez. Hatta Abbas Güçlü’ye göre, MEB bürokratları ve Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları kurulu bile hazırlıkları yeni öğrendi (9).

Bu arada anımsatmak gerekirse Partili Cumhurbaşkanlığı sistemine göre, genel eğitim politikaları Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Kurulu (CEÖK) tarafından oluşturulacak ve MEB bu politikaları uygulamaya aktaracak kurum olacaktır. CEÖK’ün dokuz üyesi var, yeni Türkiye’nin patriyarkal düzenine uygun biçimde sadece birisi kadın. Beşi mühendislik alanından geliyor, dördü sosyal bilimler; ilahiyat, işletme, anayasa hukuku ve Türk dili ve edebiyatı. Kurul üyeleri arasında eğitim bilimci bir akademisyen yok (10). Milli Eğitim Bakanı ilginç biçimde kurulun doğal üyesi değil. Yeni programdaki ders adlarından, Abbas Güçlü’nün iddiasının tersine bu kurulun üyelerinin katkısının olduğunu tahmin ediyorum. Türkçü-İslamcı siyasal paradigmayı sarmalayan parlak bireyci neo-liberal tahayyül ders adlarına sirayet etmiş gözüküyor.

ORTAÖĞRETİM TASARIMININ GÜÇLÜ ESİNLENMELERİ

Model felsefi ve politik söylemi itibariyle yeni değildir. Neo-liberal ve muhafazakâr bir söylemden hareket ediliyor. Ders programı incelendiğinde, özgün olmadığı görülüyor. Model, Ünal Özmen’e göre Uluslararası Bakalorya Diploma Programı'nın (11) çevirisidir:

“Bir de ortaöğretimdeki düzenlemeyi yüzlerce öğretmene, uzmana danışarak planladık deniyor. Bu çok büyük bir yalan. Değil öğretmenlerin Ziya Selçuk’un kendisinin bile bu düzenlemeye hiçbir katkısı olmamıştır. Dersler, ders saatleri, uygulama ve değerlendirme takvimi dahil tüm detaylar (hatta Selçuk’un konuyla ilgili konuşmaları). Tabii din dersi hariç!” (12)

Uluslararası Bakalorya, kuşkusuz yüksek fiyatlı ve prestijli özel okullarda uygulanan programlar ve gelir düzeyi yüksek ebeveynlerin çocuklarını göndermek istedikleri programlar olarak dikkati çekiyor. Türkiye’deki adaletsiz gelir dağılımının okullarda eğitim eşitsizliklerine yol açtığı bu günlerde bu programların düşük gelirli ve nitelikli okullarda nasıl uygulanabileceği sorusunu sormamız gerekiyor.

ORTAÖĞRETİM TASARIMI’NDAKİ DERS PROGRAMI KURGUSU

Ortaöğretim programları içinde gruplanmış seçmeli derslerin ortak derslere göre daha çok sayıda olması, öğrencilere seçme özgürlüğü tanıyor. Bununla birlikte dersler, bir program geliştirme izleği, yani amaç, içerik, yöntem ve değerlendirme aşamaları dikkate alınarak oluşturulmadığı için hangi dersin hangi gereksinmeye yanıt vereceği belli değil. Bu dersler ve içeriklerinin alan uzmanlarınca tartışılması gerekiyor. Örneğin “küresel politikalar” dersi ile öğrencilere ne kazandırılmak amaçlanıyor?

Okul yapısı içinde dört yıllık lise uygulaması devam ediyor. 9'uncu sınıfta, toplam sekiz ders görülüyor, bunların altısı ortak dersten oluşuyor, bunlara ek olarak iki seçmeli ders grubu bulunuyor. Bu derslerin adları sunumda yok. Böylece dersler iki gruba ayrılmış, birinci grupta ortak alınacak altı ders ile iki seçmeli ders grubundan alınacak birer ders ile toplam sekiz ders tamamlanacak.

10'uncu sınıfta, 10 ders var, üç tür ders grubu oluşturulmuş. Birinci grup, Türk dili ve edebiyatı ile din kültürü ve ahlak bilgisi olmak üzere iki ders. Bu dersler eğitimin Türk-Müslüman politik kodlarına işaret ediyor. Ortak ders listesinin sonuna konmuş bilim kuramı dersi de ortak ders olarak düşünülebilir. İkinci grup, gruplanmış seçmeli derslerden oluşuyor. Dört grup var: Yabancı dil grubu, matematik grubu, fen bilimleri grubu, sosyal ve beşeri bilimler grubu. Öğrenci her gruptan en az bir ders seçmek durumunda. Tüm gruplardaki ders sayısı 16.

Üçüncü grup ise seçmeli derslerden oluşuyor. Seçmeli dersler de iki gruba ayrılıyor: “sanat ve spor grubu” ile “ilgi alanına dönük” seçmeli derslerden oluşuyor. Bunların adları da programda yer almıyor. İkinci grupta ilginç seçmeli dersler bulunuyor. Örneğin 20'nci yüzyılda Türkiye 1 dersi. Bu ders ile tipik bir tarih dersi midir? 16 yaşındaki gence geçen yüzyılın hangi olgu ve olayları nasıl aktarılacak? Bunu ders içerikleri açıklanınca göreceğiz.

11'inci sınıf 10'uncu sınıf program mantığı içinde ilerliyor. Ortak dersler (3), seçmeli grup dersleri (28 ders sayılmış) ve seçmeli dersler. Ortak dersler içinde seçmeli olarak sunulan derslerden bazıları oldukça ilginç: Küresel politikalar 10'uncu sınıfta da var olan 20'nci yüzyılda Türkiye II. Üçüncü grup seçmeli derslerin adları sunumda yer almıyor. 12'nci sınıfa gelince, ortak dersler arasında bilgi kuramı kaldırılmış, onun yerine “İnkılâp tarihi ve Atatürkçülük dersi konulmuş. Disiplinlerüstü kariyer dersleri adı verilen önceden sayılmış dört gruba yeni bir grup daha eklenmiş: Sanat ve teknoloji ağırlıklı dersler. Öğrenci üç ortak ders, dört disiplinlerüstü kariyer dersi olmak üzere toplamda yedi ders almış oluyor. Sertifika ve projeler ile 10 ders/kredi tamamlanmış oluyor. Dersler arasında ilginç olanlar var: Biyoteknoloji, yapay zekâ uygulamaları, çevresel güçlüklere karşı yaratıcı yaklaşımlar, akıllı şehirler ve insanlığın geleceği, güç, egemenlik ve uluslararası ilişkiler, insan-makine etkileşimi, bunlardan bazıları.

Liselerde 15 yaşındaki çocuğa “işletme”, “yönetim bilimleri” ve “finans” seçmeli derslerini MEB'de pek az bürokrat önerir diye düşünüyorum. Yine 10'uncu sınıfta seçmeli ders olarak girişimcilik, yönetim bilimleri, 11'inci sınıfta bilim tarihi, Python kodlama, uluslararası ilişkiler, Türk dünyası ortak tarihi, yönetim bilimleri derslerini seçmeli olarak önermek de şaşırtıcı, sanki dersler üniversite birinci ve ikinci sınıf dersleri gibi duruyor. 12'nci sınıfta (17 yaş) cezaevindeki Füsun Üstel’i anarak ‘makbul yurttaş’ dersleri olan yerli ve milli dersler, zorunlu dersler olarak: Türk dili ve edebiyatı, T.C. inkılâp tarihi ve Atatürkçülük, din kültürü ve ahlak bilgisi.

Bazı seçmeli dersler, 17 yaşındaki gençler için dikkat çekici olmakla birlikte, bu dersleri kimin nasıl okutacağı oldukça kafa karıştırıyor. “Akıllı şehirler ve insanlığın geleceği”, “güç, egemenlik ve uluslararası ilişkiler”, "insan-makine etkileşimi”, en çok dikkat çeken dersler. Sosyal güçlüklere yenilikçi yaklaşımlar ilginç derslerden biri. "Sosyal güçlüğün ne olduğu, kimin için sosyal ve neyin güçlük olarak görüleceği, eski yaklaşımları yakından görürken sosyal güçlüğe yeni yaklaşımın ne olacağı” konuları için öğretmenler nereden ve nasıl temin edilecekler? Yani belirsizlikler var.

KARİYER OFİSLERİ

Kariyer kavramı, yükseköğrenim programları, mesleki ilerlemeyi ve kariyer rehberlik çalışmalarını ve yönlendirmeyi çağrıştırıyor. Kariyer ofisleri bakanın açıklamalarına göre, etkin yönlendirme merkezleri olacaklar, öğretmenler bu ofislerde görev alacak. Selçuk’a göre öğretmenler üniversitelerden sertifika alacaklar. Sertifikanın kapsam ve içeriği belli olmadığını için rehber öğretmen ile kariyer ofisinde çalışan öğretmen arasındaki farkı anlayamıyoruz. Kanımca kariyer ofisleri, piyasa verilerini ve gençlerin yönelimlerini izleyerek yükseköğretim programlarına yönlendirme konusunda etkin işlevler üstlenecek birimler olacaklar.

Kariyer ofisleri, rehberlik birimlerinin işlevlerinin piyasalara doğru genişletilmiş hali gibi duruyorlar. Bu ofislerin öğretmen istihdamı açısından sonuçları olabilir. Aslında tüm ortaöğretim tasarımı, alan dışı ve norm dışı denilerek ciddi öğretmen tasfiyelerine yol açabilir. Çünkü siyasal iktidar tüm tasfiyeleri bir yandan OHAL uygulamaları ile bir yandan da reform adları altında yürütüyor.

MEB’DE REFORM ENFLASYONU

Kapitalizm ve kapitalist devlet, farklı politik renklere bürünse de çoğu zaman aksiyomatik işliyor. Eğitimdeki krize pek çok kesim işaret ediyor. Okullar ne öğretmenler ne de öğrenciler için sevinçli mekânlar değil, hatta derin bir kederin hâkim olduğu da söylenebilir. Eğitimin sorunları karşısında çözüm üretme amacıyla sıkça gündeme giren reformlar insanlarda kısmi bir rahatlamaya yol açıyor, iktidarın yenilikçi görünmeyi ve görünürlüğü reformlarla sağlıyor. Ne var ki reformların hiçbiri eğitimin yapısal sorunlarını çözmediği gibi çocukların ve gençlerin zengin ve geliştirici öznellik üretimlerini desteklemiyor.

Öte yandan hem neoliberal hem de siyasal İslamcı olarak eğitimde özgün modeller ortaya koymak pek de mümkün olmuyor. Gündelik yaşam, en kapsayıcı haliyle neoliberalizmin güçlü etkisi altında: düşen ücretler, fiyat artışları, vergi artışları, işsizlik, güvencesizlik… İslami kolejler kapitalizmle en uyumlu muhafazakâr okullardı, şimdi çocuklarını bu okullara yollayanlar işlerinden atıldılar, yargılanıyorlar, belki de cezaevindeler. İmam hatip liseleri ise ister istemez kapitalist eğitim hiyerarşisinde yukarılara tırmanabilmek için ortaöğretim tasarımında olduğu gibi neoliberal politikalarla uyumlulaşmak zorunda.

Kapitalizmin inşa ettiği eğitime erkek egemen ve muhafazakâr renkler atsanız da egemen renk, yoksulluğu, işsizliği, güvencesizliği ortaya çıkaran kapitalizmin neoliberal evresinin acımasız nitelikleri oluyor. Bu yüzden iktidar ancak yüz binin üzerindeki insanın işine son vererek işsizlere “size istihdam için alan açtım” diyor. Kamu ve özel sektörde yeni istihdam alanları açtığında da sözde güvenlik soruşturmalarıyla muhalifleri eleyerek muhafazakâr itaatkâr yurttaşları istihdam ediyor. Hanede, iktidara göre suçlanmış birinin varlığı, diğer üyelerin de sistematik bir ayrımcılıkla karşılaşmasına yol açıyor. Kapitalist makinenin yarattığı işsizler okyanusunu, kapitalist aksiyomatikle çözmek mümkün değil.

Eğitim politik bir alan ve genel ekonomik ve siyasal iklimin derinden etkisi altında. Anti-kapitalist dinamikleri harekete geçirmedikçe, eğitimde ayrımcı uygulamalarla kavga etmedikçe, insanı doğaya saygılı, onun bir parçası olarak konumlandırmadıkça, kısaca antikapitalist, demokratik, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve ekolojiyi gözeten daha radikal bir ufka sahip olmadıkça eğitimin sorunlarını çözmek mümkün değil.

YENİ ORTAÖĞRETİM MODELİNİN OKUL GÜNDELİK YAŞAMINDAKİ İZDÜŞÜMLERİ

Yeni ‘ortaöğretim tasarımı’, okullardaki gündelik yaşama olası etki gücü bağlamında değerlendirilmeli kanımca. Yani peşinde olduğumuz soru şu olmalı: Bu modelin, okullarda eğitim hizmetinin üretimini, okul içi toplumsal ilişkileri, teknoloji ve doğa ile ilişkileri, okullardaki zihinsel tasarımları etkileme gücü nedir?

Yeni ortaöğretim tasarımı, öğrencilerin neyi çözdüklerini, ne şekilde yol aldıklarını görmek istiyor, modele göre ezbere dayalı şimdiki eğitim sistemi bunu yapamıyor. Modelde öğrencilerin kolektif ya da birey olarak öğrendiklerini edimselleştirecekleri bir öznellik üretimi arayışı görünse bile, hem eğitimin yapısal sorunları hem de öğrencilerin önündeki kişisel engeller nedeniyle bu mümkün gözükmüyor. Gençlere, “haydi hayal kur!” deniliyor, sonra “haydi! Şimdi sıra etkinlik yapmakta!” deniliyor, sonra da “haydi yaşasana!” diye yeni bir komut veriliyor. Bunun adı da Hayal-Etkinlik-Yaşam (HEY) oluyor.

Ortaöğretim tasarımını hazırlayanlar, eğitimin krizine karşın çocuklar ve gençlerde şu sorunları görüyor: çocuklar ve gençler, sanat ve sporla ilgilenmiyorlar, odalarına kapanıyorlar, topluma hizmet etmiyorlar, yaşlılarla ilgilenmiyor onlara hürmet etmiyor, hayvanlara ilişkin bir takım hizmetlerde bulunmuyorlar, yoldan geçen birinin ayağına takılacak taşı ortadan kaldırmıyorlar. Ayrıca çocuklar ve gençler çok maddi, yani tek kanatlı, manayı unutmuş görünüyorlar. Çocuklar ve gençler hayatın içinde değiller. Çocuklar ve gençlerin toplumla ilişkisi yok. Kuşkusuz okul gündelik yaşamının içinde bu sorunlar var, ama bunlar tali sorunlar. Eğitimde bu sorunların yanı sıra başka sorunlar da çözülmeli.

YENİ ORTAÖĞRETİM MODELİ DOĞA İLE NASIL BİR İLİŞKİ KURUYOR?

Yeni ortaöğretim modeli “türcü”. Yani doğa ile ilişkide “insanı merkeze alan” bir eğitim yaklaşımı izleniyor ve Eğitim 2023 Vizyonu'nda bu sıklıkla yineleniyor. “Türcülük, bir kişinin kendi biyolojik türlerinin çıkarları lehine ve diğer biyolojik türlerin çıkarları aleyhine önyargılı ya da yanlı davranmasıdır. Daha zeki olmak bir insana başka insanları kendi amaçları doğrultusunda kullanma hakkı vermiyorsa, nasıl olur da genel olarak insanlara, insan olmayanları sömürme hakkı verebilir? İnsan merkezli toplumun bir eleştirisi olarak ortaya çıkan türcülük kavramı, tıpkı cinsiyetçilik ve ırkçılık gibi eşitsiz bir duruma işaret ediyor. Cinsiyet eşitsizliğine dayanan cinsiyetçilik kavramı ve ırk farklılığına dayanan ırkçılık kavramları gibi; tür farklılığından ortaya çıkan eşitsizlikler de türcülük olarak adlandırılıyor (13). Yeni ortaöğretim tasarımı ekolojik duyarlıktan yoksundur.

İnsanı merkeze alan yaklaşımda doğa araçsallaştırılır. İnsan doğanın bir parçası olarak görülmez. Çocuklar ve gençler kendilerini doğanın efendisi olarak algılarlar ve doğa üzerinde her türlü tasarrufta bulunmayı hak ettikleri anlayışı ile yetiştirilirler. Bu yüzden de sokak hayvanlarına tecavüz eden, kuyruk ve kulaklarını kesen, pusu kurup zehirleyen, ateş ederek öldüren insanlarla karşılaşmaktayız.

Ormanlar insan ihtiyaçları için yok edilebilirler, hava ve su havzaları umursamazca kirletilebilir, çünkü bu yönlü etkinlikler insan için gereklidir. İnsanlar arası savaşta yok edilen çeşitli canlı türleri, ormanlar, meralar ve ovalar dert edinilmez. Nasılsa her şey insan içindir. Okulların bahçelerinde hayvanlara, bitkilere, çiçeklere ihtiyaç duyulmaz, ders kitaplarında doğa öğelerine araçsallaştırıldığı ölçüde yer verilir. Tavuklar ders kitaplarına et ve yumurta olarak, inekler et ve süt olarak, köpekler “koruma işlevi” ile girer. Ders kitaplarında kedi imgesi var mıdır bilinmez! Öyle ya kedilerin ne etinden ne de sütünden yararlanılır? Belki sadece hoş bir nostalji olarak girerler sayfalar arasına. Bu tür canlıların insan için bir işlevi yoksa, “yok sayılırlar”.

YENİ ORTAÖĞRETİMLE EĞİTİMDE NE TÜR ÜRETİM VE YENİDEN ÜRETİM SİSTEMLERİ ÖNGÖRÜLMEKTEDİR?

Okullardaki üretim tarzı, her ne kadar özgün kolektif bir toplumsal alan olmasına karşın genel üretim tarzı olan kapitalizm tarafından koşullanıyor. Eğitim hizmeti bir hak olarak görülmekten hızla uzaklaştırılıyor. Eğitim hizmetinin piyasa ya da piyasa benzeri koşullarda üretilmek ve pazarlanmak üzere üretimi, tüm sakıncalarına karşın meşru bir yaklaşımmış gibi aktarılıyor. Okulun içindeki işletmeci bakış, üretici güçleri boğuyor ve insani gelişim ve yaratıcılığı ortadan kaldırıyor ve eğitimi çoraklaştırıyor.

Yeni ortaöğretim modeli, rekabete dayalı piyasa ekonomisinde, hatta küresel rekabetçi piyasa ekonomileri içinde rekabet edebilecek bireyler yetiştirmeye odaklanıyor. Eğitim hizmetinin üretiminde okul finansmanı ile ilgili hedeflere bakıldığında kaynak çeşitliliğini savunan rekabetçi bir üretim modeli benimseniyor. Yeni ortaöğretim modelinde eğitimin kamusal niteliğine dair bir hiçbir vurgu yok; her ne kadar sınav odaklı ve ezbere dayalı sistemden kurtulmak istendiği belirtilse de küçük bir elit kesimin, eğitim yöneticilerinin egemen olduğu, emek sürecinin bu kişilerce denetlendiği bir üretim süreci tahayyülü vardır. Eğitimin finansmanı, on yıllardır uygulanmakta olan “finansman çeşitliliği” anlayışına göre tasarlanmıştır. Önceki yıllarda olduğu gibi, yeni modelde de devletin eğitim finansmanındaki rolü zayıflatılmıştır. Okullar, bağışlarla, veli katkılarıyla, döner sermaye gelirleriyle desteklenecek ve dolaylı ve doğrudan vergilerin toplandığı havuza bağımlılık azaltılacaktır. Oysa eğitim bir haktır ve finansmanı, vergilerle sağlanmalıdır.

Yeni modelde öğretmene övgüler düzülse de onların gerçek hiçbir sorununa yanıt üretilmemektedir. Yeni ders kurgusu ile sistemdeki öğretmenler “ihtiyaç dışı ya da norm dışı duruma düşebilir ya da yeniden işlevlendirilebilirler. Reform, tasfiyeleri de birlikte getirebilir, bu yüzden yumuşak dille yazılmış bu model, öğretmenler açısından sert bir yumruğa dönüşebilir.

YENİ ORTAÖĞRETİM MODELİ NE TÜR TEKNOLOJİLERİ NİÇİN KULLANACAK VE NE TÜR TEKNOLOJİLER HAYATA GEÇİRECEKTİR?

Önceki reformlarda teknoloji fetişizmi bu modelde bulunmamakla birlikte akıllı şehirler, insan-makine etkileşimi, biyo-teknoloji, yapay zekâ uygulamaları gibi seçmeli ders adlarından anlaşılabildiği kadarıyla, eğitim ve üretim teknolojisindeki dönüşüme sıcak bakılmaktadır. Teknoloji, hem üretim araçları, hem de meta olarak gündelik yaşamımızı büyük ölçüde etkiliyor. Okullar, hem teknoloji üretiminin hem de tüketiminin bir alanı. Bilgiye erişim, iletişim, karşılaşmalar ve yeni toplumsal ilişki biçimi olarak önemli bir işleve sahip olan teknoloji, okullarda öylesine abartılmaya başlamıştır ki, teknoloji ürünlerinin fiyatları, onları üreten ve kullanan insanlar arasındaki ilişkilerin yerine geçirilmeye başlanmıştır. Bu da teknoloji fetişizmi olarak değerlendirilebilir. Okullar, teknolojik donanım konusunda birbiriyle yarışırken, okullardaki en insani ilişki ve süreçler adeta buharlaşıyor. Kuşkusuz teknolojiler kendi zıddını da içinde taşıyorlar. Eğitim dünyası daraltıldıkça teknolojik imkânlar yaşamın ufkunu genişletecek gizilgücü de içerinde barındırıyor.

Yeni eğitim teknolojilerini karşıya almak yerine, bu teknolojinin kimin için hangi amaçlarla ortaöğretim öğrencilerine sağlanacağı, öğrencilerle teknoloji arasında nasıl bir ilişki kurulacağı eleştirel bir gözle irdelenmeyi hak ediyor. Yeni modelde böyle bir tartışma yok. Mesleki ve teknik liselerde hem program hem de eğitim hizmetinin üretimi konusunda etkin özne grupları çok açık bir biçimde “sektör temsilcileri”, “yurt dışında yatırım yapan iş insanları” olarak ifade edilen sermaye çevreleridir. Yani teknoloji, meta düzenine eklemlenme arzusundaki sermaye çevrelerinin tahayyülüne bırakılmaktadır. Bu bağlamda Eğitim Vizyonu mesleki ve teknik eğitimde, emek yoğun teknoloji kullanma ya da yeni teknolojilerin üretimini çocuk işçiliği ve gençlerin işsizliğini çözecek biçimde tasarlama gibi kaygılara işaret etmemektedir.

YENİ ORTAÖĞRETİM MODELİ LİSELERDE NE TÜR TOPLUMSAL İLİŞKİLER GELİŞTİRECEKTİR?

Okullardaki toplumsal ilişkiler büyük ölçüde rekabet ve yarışma temelinde kurulmuştur. Fırsatçı, seçkinci ve yarışmacı bir okul yapısı vardır. Herkese sözde eğitim görme fırsatı verilir (1), ancak eğitim bir hak olarak görülmediği için, fırsatlar çocukların ve gençlerin sosyal sınıfları ve mülkiyet düzeni içindeki konumlarına göre belirlenir. Kapitalist eğitim seçkinci ve seçicidir (2), öğrenci zekaları, ilgileri ve yeteneklerinin birbirinden çok farklı olduğu varsayımına dayanır. Dolayısıyla eğitim, en yetenekli ve en ilgilileri seçmek ve elemek üzerine kurgulanmıştır. Rekabetçi ve yarışmacı eğitim (3), her eğitim aşaması arasına merkezi sınavlar yerleştirerek çocukları ve gençleri, öğretmenleri, okul yöneticilerini birbiriyle rekabet içine çeker.

Yeni ortaöğretim modeli, toplumsal ilişkileri ahlakla “taçlandırmak” istemesine karşın referansını etik sorgulamalardan almayan bir ahlak anlayışı yeni toplumsal ilişkiler üretmeyecektir. Eğitim hizmetinin üretiminde ve “nitelikli” okullara girişte piyasa mekanizmalarının doğurduğu bencillik, hırs ve rekabet, “ahlaklı bireyler yetiştirme” hedefi ile ortadan kaldırılamaz. Bunun en iyi örneklerinden biri, siyasal İslamcılarca yönetilen Türkiye’deki gelir dağılımındaki eşitsizlikler ve adaletsizliklerdir. İslami düşünce ve geleneği bilmelerine karşın, ahlaki sorgulamalara çok açık uygulamalar yapan siyasal iktidar, devlet-piyasa ve iktidar ilişkilerinin ürettiği mekanizmayı ahlak anlayışları ile dizginleyememişlerdir. Şimdilerde kırkın üzerinde dolar milyarderleri yaratılmıştır. Kuşkusuz öğrenciler ve öğretmenler dayanışmacı, yardımsever, özgeci ilkeleri benimsemekte ısrarcı olabilirler. Ne var ki bir bütün olarak sistem birilerinin aşırı zenginleşmesine, birilerinin de aşırı yoksullaşmasına yol açıyorsa, mekanizmada değişiklik önermeyen “iyi ve güzel ahlak” anlayışı, bu sistemi yeniden üretir.

YENİ ORTAÖĞRETİM MODELİ OKULLARDA NASIL BİR GÜNDELİK HAYAT KURMAYI TASARLIYOR?

Okullardaki gündelik yaşam, kapitalist çelişkilerin ve işbölümünün temel niteliklerine uygundur. Emek ve sermaye arasındaki büyük bölünme, tüm kolektif hizmet alanlarında olduğu gibi okulların da birbirinden farklılaşmasına yol açıyor. Eğitim 2023 Vizyonu okullar arasındaki farklılaşmanın farkındadır. Ne var ki bunu ortadan kaldıracak hedeflere sahip olsa bile araçlardan yoksundur. Bir yanda emekçi sınıfların alt katmanlarının çocuklarının devam ettiği meslek ve teknik liseleri ve imam hatip liseleri, diğer yanda emekçi sınıfların orta ve üst katmanlarının çocuklarının devam ettiği Anadolu liseleri ve sermaye sahibi sınıfın çocuklarının devam ettiği yerli ya da yabancı özel okullar ve üniversiteler. Çocuklar, toplumsal sınıflarına göre, bu okulların kazandırdığı niteliklerle emek pazarına dahil olmakta ya da işsizliği deneyimlemektedir.

Okullar, büyük ölçüde üretim yerlerine benzetilebilir. Çocuklar ve gençler okulda bulundukları saatler içinde kendilerinin iradesine başvurulmadan hazırlanmış eğitim programına maruz kalırlar. Çoğu kez toplumsal eşitsizlikleri yeniden üreten ırkçı, cinsiyetçi, homofobik eğitim programları, ders kitapları ve öğretmen ve yönetici davranışları ile karşılaşılır. Gündelik yaşam, öğrencinin özneleşmesini engelleyecek biçimde kurgulanmıştır. Evdeki yaşam anne ve babanın, okul devlet ve piyasanın paternatist müdahaleleri ile yüklüdür. Riskli görülen çocukluk ve gençlik, yetişkinlerin, ebeveynlerin, piyasaların ve devletin bir an evvel tamamlanması, tüketilmesi gereken bir yaşam evresi imişcesine muameleye tabi tutulmuştur.

Emeğin orta katmanlarından gelen çocuklar için sabah okul; öğleden sonra ya da akşam kurs ve etüd; sonra eve dönüş, evde ise test çözme. Dersler, kapitalist işbölümüne uygun olacak biçimde içeriklerine göre bölünmüştür. Dersler “hayata hazırlanma” gerçekliğine karşılık geldiği düşünülen parçalara bölünmüştür. Öğrenciden diyalektik olmayan bir tarzla, küçük bir parçayla başlayıp, onun diğer parçalarla ilişkisine bakmak suretiyle, daha genel olan bütünü inşa etmesi bekleniyor. Okuldaki ders içeriği, yaşamı anlamlı kılacak kullanım değerinden çok, iyi işler ve yüksek gelire götüren (geleceğin metalarına erişme olanağı) merkezi sınavlarda çıkan soru türlerine, yani eğitimin değişim değerine odaklanmış durumdadır. Okulda yaşanılan, büyük ölçüde eğitim içeriğine, öğretmenlere ve ders materyaline yabancılaşma halidir. Öğrencilere en yakın okul bileşeni, kendileriyle benzer yazgıyı paylaşan okul arkadaşlarıdır.

Kapitalist toplumsal ve iktisadi alanın pek çok sürecinde olduğu gibi, eğitim alanında da yabancılaşma, insanın dünya ile ilişkisi sırasında ortaya çıkıyor. Eğer öğretmen ya da öğrenciler, eğitim sürecinde kendisini yaratıcı bir güç olarak göremiyorsa, eğer dünya (doğası, diğer insanlar ve kendisi ile) ona hep yabancı kalıyorsa, bu insan yabancılaşmıştır. Kısacası yabancılaşma, Marx’ın sıklıkla ifade ettiği, kişinin dünyayı ve kendisini, edilgen ve alıcı bir biçimde kabul etmesi demektir. Bu da, öğretmen ve öğrencilerin nesneler ile diğer bir deyişle, özne ile nesnenin birlikte oluşu gerçeğinin fark edilememesi, yani dünyanın bir bütünsellik olarak algılanamaması demektir.

YENİ ORTAÖĞRETİM MODELİ OKULLARDA NE TÜR SİMGESEL VE ZİHİNSEL KAVRAYIŞLAR ÖNGÖRECEKTİR?

Okullar, milliyetçi ve dinsel zihinsel tasarımlar üretip Türkiye’deki milyonların ve dünyadaki yedi buçuk milyar insanın çeşitliliğini, diğer bir deyişle ırkını, rengini, cinsiyetini, dinsel inançlarını görmezden gelerek kapitalist devletin hâkim unsurlarının etnik, dinsel ve erkek oluşu vurguluyor. Okul, ortak yaşam alanı olarak değil, egemen zihinsel tasarımların yaşam alanı haline getirilmeye çalışılıyor. Okullardaki ritüeller ve imgeler Osmanlı-Türk ve siyasal İslamcı, erkek egemen ideolojiyi yansıtıyor. Yeni ortaöğretim modelinin okullardaki zihinsel ve simgesel tahayyülü değiştirmeye dönük önlemleri yoktur. Okullar çocukların ürettiği ve yarattığı işlerden çok tarihsel figürlerin izleri tarafından kuşatılmıştır. Bu yönelim çocuklar ve gençlerin kendini-değerli kılmasına değil, aksine güçsüzleşmesine yol açıyor.

SONUÇ YERİNE

Bugün eğitimde en çok gereksinme duyulan şeyler, özgürlük, eşitlik ve adalet. Bunlar öylesine söylenmiş sözcükler değil, bu sözcüklerin çağrıştırdığı imgeler, kullanıldıkları mekânlara göre anlam kazanıyorlar. Gündelik hayatın içinde hakkının verilmesini bekleyen sözcükler bunlar. Çok emek istiyorlar. Bu sözcükler şimdinin içinde hak ettiği edimselleştirmeyi, tarihselleşmeyi bekliyorlar. Kendilerine uygun imgeleri görmek istiyorlar. Adaletli ve özgür yeni bir yaşam inşa etmenin mümkün olduğunu hatırlatıyorlar. Bu yaşam, “dakikalar altın tozuymuş” gibi etik sorgulamayla, umutla, dayanışmayla, karşılaşmalarla pratiğin içinde örülebilir ancak. Eğitime dair gelişkin bir ufuk, pratiğin aklı ve yeni eğitim kuramlarının heyecanı ile çizilebilir ancak.

(1) Christian Ruby, Siyaset Felsefesine Giriş (Çeviren: Aziz Ufuk Kılıç), İstanbul: İletişim Yayınları, s.144.

(2) Paul Mason, Kapitalizm Sonrası Geleceğimiz İçin Bir Kılavuz, Yordam Kitap,İstanbul: Yordam Kitap, 2015, s. 217.

(3) http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1132433/2023_Egitim_Vizyonu__Gercek_mi__hayal_mi_.html#

(4) Vizyon belgesinde Edip Cansever’den alıntılanan güzel şiir:

İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe benzer

(5) “Bakan Selçuk’un “eğitimde çift kanat” vurgusu da önemli idi. Bu kanatları ise “bilim” ve “erdem / ahlâk” olarak ifade etti. Bediüzzaman bu iki kanada taa geçen asrın başında “medeniyet fenleri” ile “din ilimleri” şeklinde dikkat çekmişti. “Vicdanın ziyası [ışığı] ulum-u diniye [din ilimleri], aklın nuru fünun-u medeniyedir [medeniyet fenleri]; ikisinin imtizacıyla [kaynaşmasıyla] hakikat tecelli eder” demiş ve talebenin himmetinin bu iki kanat ile pervaz edeceğini (uçacağını) söylemişti. Aslına bakılırsa, Bediüzzaman’ın ömrünü vakfettiği Risale-i Nur eserleri ile tahakkukuna çalıştığı ve her fırsatta yetkililerin dikkatine arz ettiği “Medresetüzzehra” eğitim projesi, Selçuk’un da dikkat çektiği “ahlâkla yoğrulmuş bilgi”yi gerçekleştirmek ve bu yolla kendi medeniyetimizi inşâ etmek hedefine matuf idi.” https://www.yeniasya.com.tr/ismail-tezer/egitimde-cift-kanat_472369, 1.06.2019.

(6)  www.meb.gov.tr

(7) http://www.meridyenhaber.com

(8) http://www.islamianaliz.com/h/71766/karaman-zenginlesen-dindarlar-luks-israf-ve-haksizlikta-dindar-olmayanlari-fersah-fersah-gectiler

(9) http://www.diken.com.tr/abbas-guclu-yazdi-yeni-sistemi-burokratlar-da-medyadan-ogrendi/

(10) Prof. Dr. Abdullah Atalar (Bilkent Üniversitesi Rektörü, elektrik, elektronik), Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar (Türkiye Bilimler Akademisi – TÜBA Başkanı, işletme), Ahmet Gündoğdu (İlahiyat), Kemal Şamlıoğlu (Türk Dili ve Edebiyatı), Prof. Dr. Öktem Vardar (TED Üniversitesi Rektörü, makine mühendisliği), Selçuk Pehlivanoğlu (Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı, inşaat müh), Prof. Dr. Tuncay Döğeroğlu (Eskişehir Teknik Üniversitesi Rektörü, kimya mühendisliği), Prof. Dr. Umran S. İnan (elektrik-elektronik), Prof. Dr. Yavuz Atar (anayasa hukuku).

(11) https://www.egitimal.com/egitim-rehberi/ib-international-baccalaureate-programi-nedir

(12) https://www.birgun.net/haber-detay/ortaogretim-tasarimi-ve-gercekler.html

(13) http://gazetekarinca.com/2017/01/yukselen-fasizm-turculuk-ve-hayvan-haklari/

*Prof. Dr.