İstanbul Şubesi 2. Başkanı H. Sinan Omacan: Kültür turizmi otel inşa etmek olmamalı!

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi 2. Başkanı H. Sinan Omacan, Göbeklitepe'ye yapılacak olan turizm işletmelerine dair eleştirilerde bulundu. Omacan, "Otel yaparak bu turistik potansiyeli doğrudan doğruya ve hızlıca paraya tahvil etme düşüncesiyle ilerleyen ve hem kültürel hem de doğal varlıklarımız üzerinde yoğun tahribat yaratan örnekleri daha önce gördük. Kültür turizmi deyince, ilk akla gelen şey otel inşa etmek olmamalı" dedi.

Abone ol

İZMİR - İstanbul Aydın Üniversitesi Batı Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen “Türkiye’nin Turizm Potansiyeli” başlıklı Batı Platformu’na konuk olan TURSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya, dünya ile rekabette en güçlü alanın turizm olduğuna dikkat çektiği toplantıda Göbeklitepe örneğini vererek kültürel değerlerin yeterli tanıtımının yapılmadığından yakındı. “Elimizde şanlı bir tarihimiz, çeşitli kültürel değerlerimiz var. Bunlarla ilgili güçlü tanıtım kampanyaları yapılarak ülkemize gelecek turist sayısını arttırmaya yönelik çalışmalar gerçekleştirilmelidir" diyen Bağlıkaya, bölgede otel yapımlarının başladığını duyurarak 2019’da 1 milyon turist beklediklerini belirtti.

Arkeolojik alanların kültür turizmine açılması konusundaki görüşlerini, arkeolojik alanların korunması ve sergilenmesi alanında projeleriyle de bilinen Mimarlar Odası İstanbul Şubesi 2. Başkanı H. Sinan Omacan’a sorduk.

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi 2. Başkanı H. Sinan Omacan

'ARKEOLOJİK ALANLARI HIZLICA GELİRE ÇEVİRME ANLAYIŞI ÇOK TEHLİKELİ'

TURSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya’nın açıklamaları üzerinden soracak olursak; Türkiye’deki arkeolojik alanların turistik ziyarete konu edinmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir yönüyle kültürel turizmin üzerine eğilinmesi iyi bir şey. Deniz-güneş turizmi diye tarif edilen kitle turizminin ne kadar kırılgan bir yapıda olduğunu yakın zamanda gördük; oysa kültür turizmi daha uzun dönemli planlamaya dayalı, ziyaretçilerin ülkeyi derinlemesine tanımasını sağlayan ve doğal olarak da daha uzun vadeli ve dayanıklı bir turizm türü. Ayrıca kültür turizminin topluma katkısı, sadece turizm gelirinden ibaret değil, eğitimden kent planlamaya kadar çok yönlü katkısı var. Ancak kültür turizmine olan bu ilgi, arkeolojik alanları turizm yoluyla hızlıca gelire çevirmek gibi bir anlayışla ilerlerse, bu çok tehlikeli bir şey.

Bunlar aynı zamanda bizim tarihimizin, geçmişimizin maddi öğeleri. Kaldı ki sadece bize de ait değil. O sebeple UNESCO, ICOMOS gibi kurumlar ve onların oluşturduğu uluslararası ilkeler var. Bunlar aynı zamanda tüm insanlığın kültürel mirası. Dolayısıyla arkeolojik alanların kültür turizmine açılması demek basitçe turistik ziyarete konu edilerek bunların turistik gelire dönüştürülmesinden ibaret değil. Bunların kamunun genel anlamda bilgisine sunulması bizim kültürel mirasımızın somut maddi öğelerinin bize bilgi ve deneyim olarak geri dönmesi demek. Otel yaparak bu turistik potansiyeli doğrudan doğruya ve hızlıca paraya tahvil etme düşüncesiyle ilerleyen ve hem kültürel hem de doğal varlıklarımız üzerinde yoğun tahribat yaratan örnekleri daha önce gördük. Kültür turizmi deyince, ilk akla gelen şey otel inşa etmek olmamalı. Doğrusu bu söylem ister istemez bahsettiğim türden bir tehlikeyi akıllara getiriyor.

'ARKEOLOJİK ALANLARIN KORUNMASI VE ZİYARETE AÇILMASI İNCELİKLİ BİR İŞ'

Tahribat yaratan ne tür örneklerden bahsedebiliriz?

Arkeolojik alanlar özelinde, tekil örnekler üzerinden kısa sürede konuşmak çok kolay değil. Çünkü bu çok hassas bir iş. Kültür varlıklarının geneli için de geçerli ama özellikle arkeolojik alanların hassasiyeti daha da yüksek olduğu için bunların korunması ve ziyarete açılması çok incelikli bir iş. Her alana kendi özelinde ve detaylı bir şekilde bakılması gerekiyor. Bazen iyi örneklerin basına çok kötü yansıtıldığı oluyor; ya da çok tartışmalı örneklerin, yoğun bir pazarlama faaliyeti olduğundan çok daha olumluymuş gibi sunulduğu da oluyor. Arkeolojik alanların şöyle bir tarafı var; kazılıp çıkarıldıktan sonra zaten korunmaya konu olmak zorunda olduğu, o şekilde bırakılamayacağı için, yapılacak koruma önlemlerinin kendisinin de belli bir tahribat yaratması kaçınılmaz. Dolayısıyla bu aslında kazmadan önce de düşünülmesi gereken bir şey.

Her kazdığınızda zaten biraz da tahrip ediyorsunuz…

Aynen öyle. Yani bunu hiç varsaymazsak, o zaman her koruma önlemine karşı da bir şeyler söylenebilir tabii. O da çok haklı olmaz. Arkeolojik alanlarda uluslararası koruma prensiplerine aykırı şekilde, aşırı canlandırma ya da yeniden yapım örnekleri ya da çok fazla müdahale içeren koruma örnekleri var. Ama bu, örnekler üzerinden çok hassas şekilde inceleyip, ancak yerin gereklerini de iyi bilerek konuşabileceğimiz bir konu. O yüzden burada belki ilkeler düzeyinde kalsak daha iyi olabilir. Ama bir olumlu örnekten bahsetmek isterim. Türkiye arkeolojik alanların korunması ve ziyarete açılması konusunda illa da kötü durumda değil. Hatta dünya çapında çok çok erken ve çok çok nitelikli örnekler de var. Halet Çambel’in, 1950’lerden başlayarak Adana’daki (bugün Osmaniye) Karatepe’yi bir açık hava müzesine çevirmesi böyle bir örnek. Arkeolog kazı başkanı olarak Halet Hanım’ın uzun yıllara dayalı sabır ve özeninin yanı sıra, alanında uzman pek çok insanın katkısı ile gerçekleşmiş bir açık hava müzesi. Bugün de hem arkeoloji, hem koruma ve müzecilik hem de mimarlık açısından dünya çapında erken ve çok yüksek nitelikli bir örnek. Hepimiz için de çok öğretici.

Türkiye’de son dönemlerde her alanda ranta dayalı ekonomik politikalara tanık oluyoruz. Bu anlamda bakanlığın kültür politikalarını nasıl buluyorsunuz?

‘’Bakanlığın çok monolitik bir kültür politikası var, o da şöyle...” demek mümkün mü bilemiyorum. Ama sorun daha çok Kültür Bakanlığı’nı da aşan şekilde hükümet ve bazen de belediyeler tarafından yürütülen dev projeler ve Kültür Bakanlığı’nın da bu dev projeler karşısında hem bütçe hem de kadro açısından sayısal olarak zayıf kalması ile ilgili herhalde. Ayrıca Türkiye’nin hem genel olarak kültür varlıkları hem de özel olarak arkeolojik alanlar konusunda çok zengin olması, bir yandan çok önemli bir potansiyel olmakla birlikte koruma yükümlülüğünü de bir o kadar ağırlaştırmakta. Ülkenin bu potansiyelinin turistik anlamda değerlendirilmesinde de bir sakınca yok. Özü itibariyle kültür turizmine eğilmek iyi bir şey ama bunu doğrudan otel inşası ile ilişkilendirip hemen oradan başlıyorsak o zaman kültürel miras öğelerini çok kolayca araçsallaştırıp acele şekilde turizm gelirine çevirmek gibi bir hataya düşeriz. Burada ilk söylenecek şey otel inşa etmek değil, arkeolojik kazılarda, arkeolojik alanların korunmasında yaşanan sıkıntıların üzerine eğilmekle ilgili olabilir belki.

Kaldı ki kültür turizmi için gelen ziyaretçinin esas olarak ilgilendiği şey de otel değil, hiç kimse 5 yıldızlı otel göreyim diye gelmiyor. Gelen turist kültürel mirasın nasıl korunduğu, bu kültürel mirasa nasıl sahip çıkıldığı, nasıl bir itina gösterildiği ile ilgileniyor.

'BİNLERCE YILLIK MİRAS 5-10 YILLIK GELİR UĞRUNA TAHRİP OLABİLİR'

Deneyimlerinize dayanarak bu tür yaklaşımların arkeolojik alanlar için getireceği sakıncalar konusunda ne söylemek istersiniz?

Eğer fazla pragmatist bir yaklaşımla ve çok hızlı sonuç elde etmek üzere davranılırsa, binlerce yıllık miras 5-10 yıllık gelir uğruna tahrip olabilir. Çok dikkatli olmak ve her şeyden önce acele etmemek lazım. Bu kültür değerleri bir defa tahrip edildikten sonra tahribattan dönülmesi mümkün olmadığı için de enine boyuna tartışıp, vakit ayırıp o şekilde geliştirilmesi gereken projeler bunlar.

Yaşanan birtakım sorunlar olsa da aslında Türkiye’de bu konuda hem ulusal hem de uluslararası mevzuat yok değil; koruma, çevre düzenlemeleri, koruma amaçlı imar planları ile ilgili mevzuatlar mevcut. Bunların işletilmesi konusunda sıkıntılar var. Açıkçası bu mevzuatları yerine getirmenin ardındaki temel motivasyon, kültür değerlerini hızlı bir şekilde paraya çevirmek olduğu sürece kurallar kendi başına bir fayda sağlamayacak bize. Yoksa elbette otel de, tesis de yol da yapılacak. Yapılacak ki buradan elde edilen gelirler de kültür varlıklarının ve arkeolojik alanların korunmasına dönsün. Ancak tüm bunları planlarken, aceleci davranmamak, turizmin sayısal verilerinin gelişmesi adına nitelikten vazgeçmemek, itina, sabır ve azim göstermek gerekli diye düşünüyorum.

Ayrıca başta söylediğim gibi, arkeolojik alanların topluma katkısı çok yönlü ve çok uzun zamana yayılıdır. Kültür turizmini acele etmeden, enine boyuna tartışmaya vakit ayırarak ve uzun dönemli planlamak, belki bize başlangıçta biraz zaman kaybettirir; ama uzun vadede çok şey kazandırır. Unutmayalım ki bu alanların tümü binlerce yılın mirası ve daha uzun yıllar da insanlığın ortak varlığı olmaya devam edecek.