İşkence varsa adalet olmaz

Aslında işkence karşıtlığı suçluların en ağır şekilde cezalandırılması ve adaletin gerçekleşmesini sağlamak amacı ile sahip çıkılan bir ilkedir.

Abone ol

Oktay Cansın Emiral *

15 Temmuz gecesi yaşadığımız acı verici darbe girişimi sonrasında gerilen siyasi ortamın şartları gereği eleştirel yazılarıma bir müddet ara vermemin uygun olacağını düşünüyordum. Fakat darbe yapmayı deneyen muvazzaf askerlerin işkence sonrası görüntülerini haberlerde gördükten sonra beynimde oluşan adaletin hakkaniyetle sağlanamayacağı endişesi fikrimi birdenbire değiştirdi ve beni yazmaya motive eden şu meşhur edebi sloganı içimden tekrarlamaya başladım.

Beyaz sayfalar dolmalı…

Şimdi herkes şöyle düşünebilir; acaba bu yazar da darbeci mi? Neden askerlere yapılan işkenceyi yanlış buluyor; ama durum hiç de sanıldığı gibi değil.

YAYGIN BİR KANI

Toplumumuzda işkencenin veya suçluya sorgu sırasında yapılan acı verici uygulamaların; amaç ve taktiklerin, suç ortaklarının ve birçok bilginin öğrenilmesinde en pratik yol olduğuna dair kanı oldukça yaygındır. Toplumsal nefretin en yoğun şekilde yöneldiği darbeci askerlerin sahip olduğu bilgilere ulaşmak için sorgulama esnasında maruz kaldıkları işkence olayı toplumsal kültürümüz açısından değerlendirildiğinde haklı bulunmakta ve suçluların bu kötü muameleye müstahak olduğu düşünülmektedir.

Kültürel düzeyi yüksek demokratik ülkelerde bu tip duygu ve düşünceler katiyen kabul görmemektedir. Biz bu durumu çoğu kez yanlış yorumlarız ve işkenceye karşı olmanın vicdani bir mesele olduğunu sanırız. Aslında işkence karşıtlığı suçluların en ağır şekilde cezalandırılması ve adaletin gerçekleşmesini sağlamak amacı ile sahip çıkılan bir ilkedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir Fransız kanalına mülakat verirken röportajı yapan spiker ile aralarında bir konuşma geçiyor.

CUMHURBAŞKANI'NIN CEVABI

Fransız spiker, darbeci askerlerin yoğun işkenceye maruz kaldıklarını ve bu görüntülerin açıklamasını soruyor. Cumhurbaşkanı ise işkencenin kötü bir şey olduğuna dair açıklama yapmadan soruyu geçiştiriyor ve sonrasında “şehit olan ve yaralanan vatandaşlarımızı neden merak etmiyorsunuz, siz her zaman bize karşı bu tavrı sergiliyorsunuz” tarzında sitem ediyor. Televizyon başında oturan izleyiciler yaşadıkları acı darbe girişiminin yarattığı öfke ile cumhurbaşkanının tavrını onaylıyor hatta alkışlıyor; fakat Avrupalı insanlar bu konuşma üzerine şöyle yorum yapıyorlar: Türkler suçluları gerektiği gibi cezalandıramıyor ve adaleti sağlayamıyorlar.

Bu gerçek bir kültür çatışması örneğidir.

CEZA VE CAYDIRICILIK

Darbe ve iç savaş olgularında ortaya çıkan insanlığa karşı işlenen ağır suçlarda cezalandırma mekanizmasını çok etkili bir şekilde işletemeyen toplumlar genellikle bu tür suçların tekrarlanmasını engelleyemezler. Toplumsal vicdanı rahatlatacak cezalar ağır ve etkili olursa caydırıcı nitelik kazanırlar ve başarılı sonuç verirler. Acı Temmuz’da yaşadığımız darbe girişimi neticesinde tarihimizin en acı insanlık suçlarından birine imza atan hainlerin işkence görmüş halleri maalesef toplumsal vicdanın rahatlamasında etkili olmamıştır. İşledikleri insanlık suçu karşısında ne ceza alırlarsa alsınlar adalet yerini bulmayacak ve bu tip insanlık suçlarının tekrarı engellenemeyecektir; çünkü işkence suçlulara verilen en büyük ödüldür.

Psikolojik açıdan darbeci bir suçlunun durumu irdelendiğinde işlediği cinayetlerin yarattığı vicdan azabı ve tutsaklık birleştiğinde adil bir ceza olacaktı; fakat işkenceye uğrayan suçlunun aldığı yaralar ve bereler yaşadığı vicdan azabını yok etmekte, geriye ise sadece tutsaklık cezası kalmaktadır. Oysaki vicdan azabı suçluları cezalandırmanın en ağır biçimidir. Şimdi ise insanlık suçu işleyen darbeci askerler uğradıkları işkence neticesinde rahatlayan vicdanları ile cezaevlerinde HD televizyonlarını izleyecekler, lezzetli yemeklerini ve içeceklerini tüketerek yan gelip yatacaklar.

İŞKENCECİLERİN ÖDÜLÜ!

Hiçbir vicdan azabı yaşamadan.

Batı toplumlarında işkence olayı bilimsel olarak ele alınır ve suçluların vicdanın rahatlatan etkisi sebebi ile adaletin sağlanması önündeki en ciddi engel olarak kabul edilir. İşte Fransız spikerin anlatmaya çalıştığı ama cumhurbaşkanının anlamadığı şey buydu.

İşkence varsa adalet olmaz!

Keşke masum onlarca insanı acımasızca şehit eden darbeci hainleri yıllarca paşalar gibi beslemek yerine onları vicdan azaplarıyla birlikte cezalandırabilseydik, o zaman adalet yerini bulurdu ve toplumumuzun vicdanı rahatlardı.

Şimdi ise yapılması gereken işkence yapan sorgucuların darbecilerle bağlantısını araştırmak ve bu ödülü onlara sunan işkencecileri cezalandırmaktır. Çok büyük ihtimal ile darbecilerin en güvenilir suç ortakları işkencecilerdir.

“Acı Temmuz Darbesi” başlangıcı itibarıyla halka gönderdiği kodlar bakımından ele alındığında Türk tarihinin en etkili faşist kalkışmasıdır. İnsanlık tarihinin en büyük faşist liderlerinden Hitler'in “Kavgam” adlı kitabını okuyanlar iktisadi kurum ve kuruluşların öncelikli hedef olarak seçilmesinin her türlü işgali başarılı kılacağı düşüncelerini hatırlayacaklardır. Boğaz Köprüsü’nün ilk hedef olarak seçilmesi, başarılı olsaydı darbe sonrasında yaşanılacak süreçlerin ipuçlarını ortaya net bir şekilde koymaktadır.

Yaşanılan acı verici olaylar serisi bir bütün olarak hatırlanırsa darbe sadece bütünlüklü bir stratejinin bileşenlerinden biridir. Önümüzdeki dönemlerde, planlanan yeni çatışmaların olacağı ve demokratik sistemimizin ciddi tehlikeler ile tehdit altında olduğunu belirterek, darbe sırasında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralananlara acil şifalar diliyorum.

İNFİAL VE CEZA

Toplumsal olarak aşırı gerginlik ve hassasiyetin hissedildiği böyle travmatik dönemlerde öfke ve nefret kontrol mekanizmalarımız devre dışı kalır. Suç ne kadar infial oluşturursa cezalandırma isteği ve suçlunun ortaya çıkarılmasındaki istek o denli artar. Bu süreç öylesine şiddetli olur ki bazen suçsuz olan kişiler de cezalandırılır ve onları koruyacak vicdani mekanizma çalışmaz. Eski dönemlerde toplumlarda oluşan infiali bastırmak amacı ile suçsuzların bir gereklilik olarak idam edildiğine dair birçok tarihsel belgeye ve dokümana ulaşmak mümkündür.

Psikanalik açıdan içerisinden geçtiğimiz dönemi değerlendirmek gerekirse ortaya çıkan dehşet toplumumuzda savaş nevrozları yarattı ve psikoloji bize bu nevrozların bir iki nesil yaşanacağını anlatıyor. Peki, nasıl oluyor da bu dönemde yaşamayan insanlar gelecekte bu darbe olayından kaynaklanan psikolojik rahatsızlığa maruz kalmaktalar sorusu akıllara geliyor. Bu sorunun cevabına bir annenin bebeğini emzirmesi sırasında yaşadığı nevrozu çocuğuna aktarmakta olduğu gerçeğinden yola çıkarak ulaşmaktayız. Öyle görünüyor ki 15 Temmuz’ da yaşadığımız darbe girişiminin gerçek amacı, gelecek nesillerin zihinsel yetilerinde tahrip oluşturacak nevrozların oluşturulması. Siyasal tarihimizde periyodik olarak tekrarlanan askeri darbelerin neticesinde yaşadığımız dehşet, acı, üzüntü, korku, endişe gibi birden fazla hırpalayıcı duygu, geleceğimizde iyileşmesi zor yaralar açmaktadır.

Öncesi ve sonrasıyla, görünen ve görünmeyen saldırılarla, bilinen ve bilinmeyen saldırılarla toplumumuz, çok yoğun olarak ve uzun bir süredir psikolojik savaş hamleleri ile yıpratılmak, ayrıştırılmak istenmektedir. Biz ise bu tür bir psikoloji kültürümüz daha olgunlaşmadığı için gerektiği gibi olayları algılayamıyor ve anlamlandıramıyoruz.

* Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi mezunu