İşin aslı bu!

Sándor Márai’nin kaleminden İşin Aslı, Judit ve Sonrasıromanı Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Üç bölüme ayrılan romanda Márai, sadakat ve yalanı, gerçeği ve arzulananı, toplumsal ilişkilerdeki dürüstlüğü anlatıyor.

Abone ol

Kaleme aldığı elliye yakın romanında, çoğu zaman aşkı, ölümü ve kadın erkek ilişkilerini irdeleyen yazar Sándor Márai’nin YKY’den çıkanİşin Aslı, Judit ve Sonrasıisimli romanı da yine aynı güzergâh içinde salınıyor. Üçlü bir aşk ilişkisini masaya yatıran, her biri ayrı birer romanmışçasına yazılan, üç farklı bölümden oluşan kitabında yazar, bir dönemin izleğini güçlü bir atmosfer aracılığıyla sahici kılıyor. İki dünya savaşı arasında gelişen olaylarda kahramanlar, değişim ve dönüşümlere uğrarken hikâye, sınıflar arası bir perspektifle okura anlatılıyor. Türkiyeli okurun, Yeşilçam klasiklerinden aşina olduğu “fakir kız – zengin oğlan” klişesini, bambaşka bir üslup ve sıkı bir dönemsel motifle okura sunan Márai, sanki bir sosyologmuşçasına toplumsal yapının derinlerine iniyor, gözlem hünerini sosyal bağlamda tahlil yapma hususunda ustaca kullanıyor ve bu yolla karakterlerinin psikolojik duygu-durumlarını daha da görünür hale büründürüyor.

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde gelişen olaylarda, ilkin Budapeşteli bir burjuva ailenin konağına uzanılıyor. Eve Judit isimli bir kız getiriliyor, ev işlerine yardımcı olması için. Evin oğlu Peter, on altı yaşındaki bu kızdan etkileniyor. Bir süre sonra onunla bir ilişki yaşamak istediğini söylese de Judit tarafından reddediliyor. Bu süreçte kendini “yollara vuran” Peter, başka diyarlara gidiyor ve uzun bir süre ortada görünmüyor. Akabinde dönüyor ve Ilonka isimli bir kadınla evleniyor. Başta her şey yolundaymış gibi görünse de Peter’in Judit’e olan aşkını hiç unutmadığını öğreniyoruz. Bir vakit sonra da Ilonka bu aşktan haberdar oluyor ve evlilikleri zedelenmeye başlıyor. Bu kez de tıpkı Peter gibi Judit kendini yollara vuruyor.

GÜÇLÜ BİR SINIFSAL TAHLİL, SOSYAL VE SİYASAL TARİH

İşin Aslı Judit ve Sonrası, Sandor Marai, Çevirmen: Esen Tezel, 308 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2020.

Yaşam sürüp giderken, Peter ve Ilonka boşanıyor ve hemen ardından Peter, Judit’le evleniyor. Ardından bu evlilik de ayrılıkla sonuçlanıyor. Bütün bu olay örgüsünün altında ise güçlü bir atmosfer, bir sınıfsal tahlil ve Avrupa’nın iki savaş arasındaki sosyal ve siyasal tarihi gömülü.

Yazar Márai, romanını üç bölüme ayırarak kaleme alıyor. İlk bölümde Peter’in ilk eşi Ilonka anlatıcı pozisyonunda görülüyor. Ilonka, Peter’le olan ilişkisinin geçmişini ve bugününü, bir kafede, tam karşısında oturan eski bir arkadaşına aktarıyor. Asıl olarak okura anlatılan bir dille yazılan romanın bu bölümü, karakterleri tanımamıza ve olaydan haberdar olmamıza olanak sağlıyor. İkinci bölümde Peter’ı dinliyoruz. Peter, yine bir kafede bir arkadaşına –tıpkı Ilonka gibi- hikâyesini anlatmaya Judit’ten başlıyor. Judit’le olan tanışmasını, Ilonka’nın hayatına girmesini ve kişisel mazisini tüm boyutlarıyla aktarırken, en çok bu bölümde, burjuva sınıfına dair teşhislere kulak vermemiz sağlanıyor. Son bölümde ise Judit devreye giriyor ve bir otel odasında yeni sevgilisine yaşadıklarını anlatıyor. Günün sonunda yukarıda bahsedilen olay örgüsü açığa çıkıyor.

Yazarın kullandığı bu biçim, usta yönetmen Akira Kurosawa’nın kült filmi Rashomon (1950)’u anımsatıyor. Bir olayın üç farklı kişi tarafından aktarıldığı film, dizgiyi kurmayı alıcısına bırakırken, burada da benzeri bir hususa rastlamak mümkün. Ancak romanda, geniş bir zaman aralığının ve daha karmaşık bir olay örgüsünün bahsedildiğini atlamamak gerekiyor. Márai, Kurosawa gibi “gerçeğin ne olduğu” sorusundan ziyade, Orta Avrupa’da burjuva sınıfının çözülmesi ve bir aşk üçgeni üzerinden daha geniş bir sınıfsal perspektif çıkarma işine girişiyor. Dolayısıyla geriye dönüşlerle aktarılan olay örgüsünde yazar, bir prototip üzerinden sosyolojik bir gözlem yapıyor daha çok. Sınıf farklarının her daim bir sorun olacağının altını çizerken, kişisel geçmişinden söz ettiğini de anlamak mümkün. Zira kendisi de İkinci Dünya Savaşı öncesinde faşizmle uzlaşamamış, savaş sonrasında da yeni rejim olan komünizmle sıcak ilişkiler kurmayı başaramamış bir Macar’dır. Bu sebeple Amerika’ya göç etmiştir. Gerek bir burjuva olan Peter’da, gerekse de bir proleter olan Judit’te, yazarın karakterinin bir izdüşümünü görmek olasıdır. Bu husustan yola çıkarak yazar da, günün sonunda bir karaktere, bir ulusa, bir sisteme erdem bahşetmiyor. Odağa aldığı, bir temsil üzerinden sunduğu bütün imajları ustaca yeriyor, kıyasıya eleştiriyor.

KÜLTÜR OLGUSU

Macar burjuvazisinin çöküş hikâyesi olarak da okunabilecek bu romanda kültür, başat öğelerden birini oluşturuyor. Kültürün ne olduğu, özellikle burjuva bir birey için kültür olgusunun ne anlama geldiği kitabın en temel tartışması. Her üç karakter, hatta bütün karakterlere etki eden yazar kişisi de, kültür hususunda değerlendirilmeye tabi tutuluyor.  Márai, bu noktada kültürlü ve bilgi olma halini kalın çizgilerle birbirinden ayırıyor. Bir proleterin, kendini yetiştirerek ancak ve ancak bilgili olabileceğini, kültür içinse bir yaşam biçiminin esas kılınması gerektiğini ve bunun ancak gelenekle ortaya çıkabileceğini belirtirken, kültür olgusunu burjuvaya mahsus olarak sunuyor. Bu bağlamda, özellikle Türkiye burjuvazisi üzerine kafa yorulduğunda Atlı Köşk açarak ya da bir plazanın orta katlarında sergi düzenleyerek burjuva olunamayacağına dair güçlü göstergeler ortaya çıkıyor.