İrrasyonel emperyalizm: Yedinci Kıta

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, düzenlenen 16. İstanbul Bienali "Yedinci Kıta" konusuyla, 14 Eylül'de açılıyor. Yedinci Kıta sanata, ekoloji ve antropoloji gibi farklı disiplinlerin gözünden bakan pek çok farklı esere ev sahipliği yapmaya hazırlanırken; sorunsalın kendisini ‘antropesen’ olarak belirleyen bienal ekibi, çağımızın ve gelecek için bizi bekleyen tehlikelere işaret ediyor.

Abone ol

Fatih Tan

İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından organize edilen ve 14 Eylül-10 Kasım 2019’da yapılacak 16’ncı İstanbul Bienali’nin bu yıl ki küratörlüğünü, İlişkisel Estetik ve Postprodüksiyon isimli kitaplarıyla tanınan yazar ve Montpellier Contemporain’in direktörü, Nicolas Bourriaud üstleniyor.

16. İstanbul Bienali'nin bu yılki konusu ’’Yedinci Kıta’’ olarak belirlendi. Yakın zamanda ise bienale katılacak sanatçılar, bienal ekibi tarafından kamuoyuna duyuruldu. Yedinci Kıta, küreselleşmenin yarattığı ekolojik tahribat etrafında kümeleniyor. Bilimsel nosyanların, sanattan daha ağır bastığı bir bienal ile karşı karşıyayız. Sorunsalın kendisini ‘antropesen’ olarak belirleyen bienal ekibi, çağımızın ve gelecek için bizi bekleyen tehlikelere işaret ediyor.

Yedinci Kıta olgusu, üzerine durmak istiyorum. Bourriaud’nun, üçüncü dünya olarak tanımladığı sanayisiz coğrafyalarda, böyle bir bienal başlığı belirlemek “post kolonyal” bir durumdur. Gyorgy Lukacs’ın "Nietzsche - Emperyalist İrrasyonalizmin Kurucusu" kitabında, şunu diyor: "Nietzche; emperyalist kültürün, etik, ahlak, vb sorunlarını alabildiğine genel biçimde yapı bozuma uğratması nedeniyle Avrupa düşünce yapısı irrasyonel temele oturdu." İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte bu olgu en üst seviyesine çıktı. (Friedrich Nietzche’ın paradigması belki de tam da bu noktada vuku buldu.) Dolayısıyla “etik nosyonu” tekrardan tartışıldı. Son kertede ise bilindiği gibi tahakküm kıta değiştirdi.

'BOURRIARD, SANATÇILARI İLİŞKİSEL DUYARLILIĞA DAVET EDİYOR'

Batı, bugün irrasyonel emperyalist politikalarını, "rasyonel sağduyusuyla" birlikte sanatsal farkındalık üzerinden, üçüncü dünyayı köprü olarak tanımlıyor. Fransız küratör, yazar, sanat eleştirmeni ve akademisyen Nicolas Bourriard dünyanın farklı yerlerinden gelen sanatçıları ‘ilişkisel’ duyarlılığa davet ediyor. Dahası ölçeği genişletip "ilişkisel duyarlılığa" "vicdani praksisi" de eklemleyip tüm dünyayı ortak etme girişiminde bulunuyor. Kamusal olmayanı, sanat ile bir araya getirmeye çalışıyor. Avrupa’nın emperyalist kültürü, temelde kendinden “başka” olanla karşı karşıya gelindiğinde, bu karşılaşmanın terimlerini hep kendisi belirlemek ister. Batının emperyalist geleneği, aklın tek olduğuna inanır ve başka bir akılla diyaloğa girmeye, ondan bir şey öğrenmeye yanaşmaz. Fakat Yedinci kıta gibi olgular, söz konusu olunca tüm dünyayı ‘aynı’ akıl üzerinden ortaklaştırır. Bunu da küreselleşme nosyonu ile izah eder. Kültürel kodlarda öteki olanın resesif ve kendinden olmayan olarak addederken, ekolojik tahribat gibi olgularda ise ötekiyi aktif ve kendinden addeder. Bu da “büyük bir post modern etik problemini” beraberinde getiriyor. Ancak İrrasyonel emperyalizm, ekoloji üzerinden post modern etiği, metafiziğe götürmüş durumda. Çünkü antroposen kavramının altında batı metafiziği yatıyor. Varlığın kendisine atfedilen bu tahribat, tüketimin dayanağını belirsiz olan antroposene bağlıyor. Belirsizliğin özü, insanlığın gelişiminin gelinen son halkası olarak sorgulanıyor. Antroposen gibi belirsiz bir kavramı ontolojik olarak özünü sorgulamak, negatif yanlarını ortaya sermek metafizik bir tutumdur. Buradaki asli olanı sorgulamak için beşeri bir faktöre ihtiyaç vardır. Bu bağlamda insan özünün özne olarak koymasının sebebi, tüm insanlığı bunun sorumlusu haline getirmektir.

Peki, buradaki insanlık özü kim ve kimleri kapsıyor? Antroposen kavramını ve etiğini nasıl okuyabiliriz?

'AYGITLAŞAN İNSAN İDEOLOJİSİ'

Devlet, ilk olarak Louis Althusser tarafından devlet gücü (politik mücadele alanı) ve devletin ideolojik aygıtları olarak ikiye ayrılır. "Üretim koşullarının yeniden üretimi, devlet aygıtının, devlet gücünün lehine sonuçlanacak siyasi olayları ayakta tutabilmesidir." (1) Althusser’in bu kavramını tersten okuyup "Aygıtlaşan İdeolojik Devletler" olarak yorumluyorum. Aygıtlaşan ideolojik devletlerde, insan faktörünün, devletin üstüne geçmesidir. Devleti yöneten insanların aygıtlaşmasıdır. Devletin kendisi, öz yapısından, sisteminden çıkıp "aygıtlaşan insan ideolojisi" haline dönüşmesidir. "Aygıtlaşan insan ideolojisi", devlet yapısını kendi uzvu gibi her türlü amacı için kullanır. Çünkü devletin kendisi artık insandır.

Aygıtlaşan insanların çağıdır antroposen. Aygıtlaşan insanlar ideolojilerin diğer bir türü olarak görülebilir sadece. Aygıtlaşan insanları, diğer insanlardan farklı bir kategoriye koymamız gerekir. Bu kategori salt devleti yöneten insanlardan ibaret değildir. Aynı zamanda coğrafyaları ideoloji olarak tanımlayan finans gruplarını da görebiliriz. Eğer bugün Antroposen olarak belirlenen bu yeni çağın, jeolojik faaliyetlerinden ziyade insanların faaliyetlerini yol açıldığını söyleniyorsa, bu durum aygıtlaşan insanların ideolojik devlet politikalarıdır. Beşerin diğer türünün etik olarak sorumlu tutulması gerçek bir tutum değildir. "Gerçeklik, tersine, sürekli bir değişim halindedir ve bu değişim görmesini bilen göze belirli fakat hiçbir zaman basit olmayan bir doğrultu gösterir."(2) Dolayısıyla bugün 'dünya artık bir toprak parçası değildir, dünya artık bir ideoloji parçasıdır.' Bu bağlamda irrasyonel emperyalizm, çeyrek yüzyıldır küreselleşme ile beraber tekrardan ortaya çıkan bir kavram.

Küreselleşme ile birlikte irrasyonel emperyalizmin argümanları bütün dünyayı sarmış durumda. Küreselleşmenin kendisi, toplumsal olanı ortadan kaldırdı. İnsanları diğer canlılardan ayıran en önemli gösterge olarak, insanın doğayı tahrip etmesi olarak belirledi. Esasen insanın özünde kendine has tek bir doğası varsa oda dilidir. Heidegger’in dediği gibi: "Dil varlığın evidir. Dilin meskeninde insan ikamet eder." (3) Dışarının doğasını kendisini olduğunun sezimler. Fakat buradaki sezimsel durum, bugün itibariyle varlığın ontolojisine antroposen üzerinden etik kavramına indirgenmeye çalışılıyor. Bu indirgemeci durum aynı zamanda post kolonyalist bir söylemdir. Çünkü post kolonyal söylem etik meselesini, kültürel minör söylemlerle, göçmenler ve ötekilerin haklarını savunmak için başat argüman olarak kullanır. Ancak ötekilere, göçmenlere, temelde üçüncü dünyaya ekoloji gibi olgularda ise karşı argüman olarak kullanmaktan da vazgeçmez. ‘Post modern etik’, post kolonyal söylemin ‘nesnesidir.’

Sonuç itibari ile antroposen, bugün hala çok tartışılan bir kavram, ancak nesnel bir düzleme oturtulmaya çalışılıyor. Dünyanın farklı kıtalarında İstanbul Bienali gibi uluslararası kültür sanat organizasyonların aracılığıyla gündeme taşınıyor. Üçüncü dünya ülkelerinde, bu tür kavramlar üzerinden, post kolonyal politikaların söylemleri olarak okumak mümkün. Çünkü üçüncü dünyada; ‘Trajedi varsa, gerçek tarihtir. Gerçek varsa, trajedi davranıştır.’

Kaynak

1.İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtlar s.59 Louis Althusser İletişim Yay. Çev. Yusuf Alp – Mahmut Özışık

2.Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı s.112 Gyorge Lukacs Payel Yay. Çev. Cevat Çapan

3.Hümanizm Üzerine s.5 Martin Heidegger Türkiye Felsefe Kurumu Yay. Çev. Yusuf Örnek