Irmak Sueri: ‘Belgesel’ ismi insanın içini sıkmaya sebep olabiliyor

Yönetmen Irmak Sueri ile belgesel sinemayı konuştuk. Sueri, "Önüme çıkan ve izlediğim birçok belgesel filmde, sahte mizansenler ve ikinci ağızdan anlatılan hikâyelerle, kaynağı paylaşılmamış sözde bilimsel araştırmalarla izleyiciyi belli bir zihin yapısına doğru manipüle etmeye çalışan stillerle karşılaştım. Bu yüzden uyarmak isterim, izlediğiniz her görüntüye inanmayın" dedi.

Abone ol

DUVAR - Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Sinema-TV Bölümü’nde okurken kısa filmler çekmeye başlayan Irmak Sueri, aynı dönemde pek çok uzun metraj filmin setinde de çalışır. Yönetmenliğini yaptığı kısa filmlerle yerli ve yabancı festivallere katılan, bu festivallerde ödüller alan Sueri, sektörde yedi yıl çalıştıktan sonra kendi şirketini kurar ve videolar çekerek hem yönetmenlik hem yapımcılık yapar.

Şu günlerde Youtube’dan da online olarak izlemeye açılan "Hava Soğutmalı - Vosvos Kardeşliği" ismini verdiği ilk uzun metraj belgesel filmi Uluslararası Adana Film Festivali’nde gösterilen Sueri ile bir araya geldik ve belgesel sinemayı nasıl yorumladığını konuştuk.

Irmak Sueri, Fotoğraf: Emre Erez

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Belgeselde, kurmaca türüne kıyasla her sahnesi ve mizanseni belli olan bir senaryo yok. Kurmaca türü bir senaryo üzerinde çalışırken yönetmen olarak çok fazla detayı yönetebiliyorsunuz, şekillendirebiliyorsunuz ve sinemasal anlatım olarak yaratıcılığınızı aktif olarak kullanabiliyorsunuz. Belgeselde ise müdahale edebileceğiniz yaratım süreçleri çok daha az ve kaynaklar sınırlı. Bu yüzden bazen belgesel çekimleri sırasında yaşananlar, sizin önceden tasarladığınız biçimi ve sinemasal anlatım tercihlerinizi yönlendiriyor. Masa başında hayal ettiğiniz ve kurduğunuz iskelet, çekim yapmaya başladığınızda tamamen değişebiliyor veya çökebiliyor. Bir de tabii durumun maddi yönü var. Bir uzun metrajlı belgesel çekimine ayrılan bütçe, kurmaca bir sinema filmine ayrılan bütçeden çok daha azdır. Belgeselde yapmak istediklerinizi çoğu zaman bütçe kısıtlar, bazı şeylere bütçe izin vermez. Bu sebeple yapamadığım birçok çekim içimde kalmıştır ne yazık ki. Ama sonuçta önemli olan o filmi çekmiş olmaktır çünkü soruda da söz ettiğin gibi belgeselde öne çıkan ilk şart gerçeği belgelemektir. Estetik kaygılar da peşi sıra gelir.

'BELGESEL İSMİ, İNSANIN İÇİNİ SIKMAYA SEBEP OLABİLİYOR'

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Evet, gerçekten bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Bahsettiğiniz yayın mecraları arasında belgesellerin en çok ilgi gördüğü yer festivaller ve internet bana göre. Ama sinema gösterimi yapmak pek mümkün olmuyor. TV satışı da artık yok, kanallar dış yapım almıyor. Bu belgeseli çektikten sonra gördüm ki “on-demand” diye tabir edilen ve birçoğumuzun da üye olarak izlediği dijital platformlarda da yeteri kadar talep görmüyor. Yani eğer o platformun iç yapımı, özgün yapımı değilse dışarıdan belgesel türünde yapım satın alınmıyor pek. Belki ilk yazışmalarda dahi filmden ‘’belgesel’’ adıyla bahsetmek bir önyargı uyandırıyordur. Sıkıcıdır, izlenmez hükmünü hissettiriyor olabilir. Halbuki son yıllarda müthiş heyecanla izlediğim ve sonuna kadar ara vermeden bitirdiğim birçok belgesel bu kanıyı değiştirmiş olmalıydı. Yani çekim tekniği ve janrı nitelendirmek için konulan ‘belgesel’ ismi ne yazık ki insanın içini sıkmaya da sebep olabiliyor. Bunun yanında alıcısı da daha az elbette.

'BİR FİLMİN BELGESEL OLMASI TAMAMEN GERÇEĞİ YANSITTIĞI ANLAMINA GELMEZ'

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Sinemanın icadıyla birlikte filme ilk çekilen görüntüler genellikle belge niteliği taşıyan, tarihe ve bulunduğu döneme dair bir haber niteliği taşıyan görüntülerdi. Bir bölümü de şu sıralar stok görüntü/arşiv görüntüsü olarak tabir ettiğimiz planlardı. Youtube’dan 20. yüzyılın başlarında çekilmiş siyah beyaz belgesellere bakarsanız 21. yüzyıl seyircisi için çekilen belgesel filmlerle pek benzerlik bulamayabilirsiniz. Günümüzdeki belgesel filmlere yaratıcı kurgusu, hikâye tasarımı, sinema dili bakımından oldukça emek harcanıyor ve belgesel, izleyene seyir keyfi sunuyor. Bilgi aktarma amacı taşıyan belgesel filmler ise içeriğindeki bilgiyi seyirciye oldukça dinamik ve kolay anlaşılır bir estetik çerçevenin içinde aktarıyor. Son günlerde nitelikli belgesel filmlere en sıkça rastladığımız ve izlemekten keyif aldığımız mecra dijital içerik platformları. Bu mecralarda birbirinden güzel ve milyonlarca kişi tarafından izlenmiş filmler önümüze çıkıyor. Yalnız bu mecralarda bulunan içerikler arasında bir ayrım yapmak gerek. Bizim bir filmi çekim teknikleri teknik açısından değerlendirerek “belgesel” kategorisine dâhil ederek seyirciye sunmamız, bu filmde yer alan görüntülerin, verilen bilgilerin, sözü geçen kişi ve olayların yüzde yüz ispatlanabilir gerçekler olduğu anlamına gelmez. Yani daha basitçe; bir filmin belgesel olması, tamamen gerçeği yansıttığı anlamına gelmez. Önüme çıkan ve izlediğim birçok belgesel filmde, sahte mizansenler ve ikinci ağızdan anlatılan hikâyelerle, kaynağı paylaşılmamış sözde bilimsel araştırmalarla izleyiciyi belli bir zihin yapısına doğru manipüle etmeye çalışan stillerle karşılaştım. Bu yüzden uyarmak isterim, izlediğiniz her görüntüye inanmayın. Araştırın.

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yönetmenin seçtiği konuya veya anlatmak istediği hikâyeye göre değişir. Yönetmenin anlatımına göre bilgi taşıma aracı haline de gelebilir, haber niteliği de oluşturabilir, masalsı bir hikâyeye de dönüşebilir. Youtube’a gelecek olursak; şu herkesin tanıdığı ve fenomen haline gelmiş kişilerin bilgi verdiği videoları belgesel kategorisine koyabileceğimizi düşünmüyorum. Daha ziyade program olarak adlandırabiliriz. Bunun yanında, severek takip ettiğim birkaç Youtube içerik üreticisinin videoları hem biçimsel o olarak hem de anlattığı hikâyeler bakımından değerli. Değerli bulduğum bu videoların estetik açıdan da zamanın ritmini yakalamış olduğunu görüyorum. Aynı zamanda belgesel kategorisinde de yer alabilecek içerikler bunlar. Yani bugün o videolardan bir tanesini seçip, yurt dışında düzenlenen kısa film festivallerine yollasak, belgesel kategorisinde seyirciyle buluşabilir ve finalist olabilir bana göre.

'EGEMENLERİN ÇIKARLARINA TERS DÜŞEN FİLMLER SANSÜRE UĞRAYABİLİYOR'

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belgesel sinemanın seyirci üstünde göz ardı edilemez bir gücü var. Egemen hükümetlerin veya dünyaca ünlü ekonomi devi markaların çıkarlarına ters düşen filmler bu anlamda sansüre uğrayabiliyor. Veya en hafifiyle muhatap alınmıyor. Herhangi bir otorite olmuş kurumun gücünü sarsabilecek filmlerin tümünde o kuruluşla da özel olarak irtibata geçilir ve söz hakkı verilir. Filmde yer alan durumu, olayları o kuruluş açısından da akışa dâhil etmek üzere çekim yapmak istenir. Birçoğunda gördüğüm durum şu; kurumlar filmciden ne kadar kaçıyorsa, cevap vermek yorum yapmak istemiyorsa, haklarındaki iddiaların gerçeklik boyutu da o kadar büyük oluyor. Bu yüzden büyük güç sahipleri, kontrolüne alamayacakları belgesel filmcilere karşı olumsuz bir yargı ve saldırgan tavırlar geliştirmiştir.

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

İnternet mecraları çoğaldıkça ve bu mecraların senelik bütçeleri yükseldikçe kalite işlerin de artacağını düşünüyorum. Bizim kuşak ve gençlerin çoğu, takip ettiği dizileri ve programları bu mecralardan izliyor. Reklam verenler ve yöneticiler açısından kesinliği olan, ölçülebilir veriler büyük bir hızla elde ediliyor. Bu mecraların varlığından önceki çağı esas alırsak, çok da özgür filmler üretmemiz mümkün. Önceki koşullarda (TV tarihinde) çok fazla kısıtlama, oto sansür/sansür ve bütçe engeli vardı. İnternet mecraları istediğimiz filmi, olması gerektiği şekilde ve gönül rahatlığıyla çekebilmeye imkân sağladığı için, bu mecraların üyeleri de doya doya seyir keyfi yaşıyor. İnsanlar gündelik hayattaki gibi konuşuyor, küfrediyor, ilişki yaşıyor ve olaylar gerçekle bağını koparmamış samimi bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Salgından dolayı projelerim ve işlerim eskisi kadar hareketli olmasa da iki yeni projem var. İkisi de odağına kadınları alan video ve film projeleri. Tür olarak belgesel kategorisine koyabileceğim ama akış olarak hayatın içinden ve kolay ilerleyen bir sinema dili olacak hikâyeler. Şu an için ikisi de sinopsis olarak sırasını bekliyor. Gerçekleştirmek üzere bir hamle yapamıyoruz çünkü salgın koşulları çekimlerimizi kısıtlıyor. Ama daha da önemlisi bu hikâyeleri bir bağımsız filmci bütçesiyle yapmam pek mümkün değil. Bu yüzden herkes gibi ben de yeni projelerim için fon ve sponsor arıyorum. Bunun dışında günlerim ufak çocuklu bir annenin rutini ile çocuk uyurken çalışmak zorunda kalmak şeklinde geçiyor. Zaman hızlı akıyor şu aralar benim için.