İnsanlığın başındaki iki bela: Covid-19 ve kapitalizm

İnsanlığın artık en az veba ve Covid-19 kadar tehlikeli olan bu ucube sistemden kurtulmasının zamanı geldi de geçiyor bile. Bunu salt ideolojik bir mesele değil, gerekli adımlar atılmazsa dünyayı yok oluşa götürecek ortak insani bir mesele olarak görmek gerekiyor.

İslam Özkan islamozkan@gmail.com

Koronavirüs salgını sonrasının öncesiyle aynı olmayacağına ilişkin çok şeyler dillendiriliyor. Bir defa salgının ne kadar süreceğine dair sis perdesi hala kesif, buna ilişkin korkutucu bir belirsizlik hüküm sürüyor... Yaz aylarıyla birlikte salgının giderek yavaşlayacağı öngörüleri, bunun çok daha uzun süreceğine ilişkin başka kehanetlerle çarpışıyor, çatışıyor. Bu karantina hali daha ne kadar devam edecek? Hayat normale dönecek mi, üretim ilişkileri nasıl olacak, insanlar maaş almadan, güvenceleri olmadan daha ne kadar hayatlarını idame ettirebilecekler.

Koronavirüs sadece insanların sağlığına ilişkin endişeleri tetiklemekle kalmadı, aynı zamanda ulus devletlerin ya da bir siyasal örgüt olarak modern devlet yapısının organizasyon gücüne ihtiyacı öne çıkarırken, bu ihtiyacı karşılama noktasında yetersiz kalan üçüncü dünya ülkeleri ve Ortadoğu’da devletin bu kez çok daha güçlü bir şekilde sorgulanmasını beraberinde getireceği kesin. Başarısız Devlet, Tamamlanmamış Devlet, Serseri Devlet vs. gibi kendisine dair birçok akademik tanımlamaların yapıldığı üçüncü dünya ülkelerindeki devlet sorunu, bu kez çok daha acımasız bir şekilde zuhur edecek ve kurumların meşruiyetinin daha köklü bir şekilde sorgulanmasına yol açacak.

Bunun sadece gelişmekte olan ülkelerle ilgili değil aynı zamanda Covid-19 salgının önlemekten aciz kalan gelişmiş ülkeler için de geçerli olduğunu söylemek mümkün. Gelişmiş ülkeler her ne kadar bazı temel ihtiyaçları karşılamaya çalışsalar da İtalya, Fransa ve hatta genel olarak AB ülkelerinde görüldüğü gibi yanlış kararlar aldılar, zamanında önlem almadılar ve hala da aynı hataları tekrarlamayı sürdürüyorlar. Bunun modern devletin yapısında önemli dönüşümleri tetikleyecek bir yeniden yapılanma sürecini beraberinde getireceğini düşünmenin zamanı çoktan geldi.

Tabii kapitalizm de burjuva demokrasisinin 'cüzün la yetecezze' (ayrılmaz bir parçası) olduğu için bu sorgulamadan payını alacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Zira maske, tulum, dezenfektasyon malzemesi, ilaç gibi en temel insani ihtiyaçları tam da kriz anında on katına satabilecek kadar insaniyetini yitirmiş, toplumları bulaşıcı bir hastalık gibi sarıp sarmalamış bu sistem daha ne kadar devam edebilir ki? Sorun sadece maske vs. gibi ihtiyaçların teminiyle sınırlı değil, hastalıktan korunma önlemleri konusunda zenginlerle fakirler arasındaki kahredici eşitsizlik, sadece insan olmaktan kaynaklanan ontolojik hakları yadsırken, kapitalist eşitsizliği bütün çıplaklığıyla yüzümüze vuruyor.

Rant güdümlü çarpık kentleşme, kent yerleşimlerinin insanı boğan yoğunluğu, toplumsal ilişkilerin ürettiği haksızlık ve eşitsizlikler, zengin ve kalkınmış ülkelerin bencilliği, tüketim toplumunun yarattığı yabancılaşma ve travmalar, toplumsal dayanışmanın yitirilmesi, bütün bunlar toplumcu bir siyasal ve felsefi bir dizgeden ilham alan yeni bir toplumsal örgütlenmeyi, yeni bir kent ve devlet tasarımı üzerinde düşünmeyi ve insanlığın önüne yeni alternatifler ve tasavvurlar koymayı zorunlu kılıyor.

Gerçi, virüsün daha ne kadar ölümcül düzeyde seyredeceğine bağlı olarak bu dönüşüm meselesi değişim gösterse de mevcut salgının toplumların örgütlenme biçimine, toplumsal yapıya, üretim ilişkilerine dokunacağını, ama temasta bulunan her bir segment ya da toplumsal birimin kendi yapısının esnekliği ve dayanıklılığına göre dönüşümden payını alacağını söylemek mümkün.

Ortadoğu ise devlet sorunsalını ise daha derinden yaşıyor, zaten imtiyazlı bir toplumsal kesimin, taifenin, mezhebin, siyasetçi sınıfının, hanedanın egemen olduğu yapılar nedeniyle ciddi bir yara almış, felsefi ve entelektüel bir sorgulamanın da ötesinde doğrudan isyan ve ayaklanmalarla ciddi bir sarsıntıya maruz kalmıştı. Koronvirüsün yaratacağı yıkıma bağlı olarak bölgede yeni dönüşümlere tanık olabiliriz.

Bir de işin global resesyon boyutu var. Tüketicilerin ve üreticilerin karantina altına alınmasına yol açan salgın, Avustralya’dan Japonya’ya ve Avrupa'dan ABD'ye kadar birçok kıtadaki ticari faaliyetlerin, dünya ekonomisini etkileyerek rekor bir hızla gerilemesine yol açtı. Sağlık ve korunma ürünleri hariç, dur durak bilmeksizin yüzlerce yıldır yoluna devam eden üretim ve bununla bağlantılı olarak da tüketim çakılmış vaziyette.

Zira bu senenin beklentileri salgından önce dünya GMSH’sinde yılın ilk çeyreğinde yıllık %2.6 büyüme beklenirken salgın nedeniyle bu rakam beklentinin neredeyse yarısına, yani %1.5’e düşmüş durumda. Bazı iktisatçılar her ne kadar kesenin ağzını açmaya ve daha fazla harcama yapma çağrısında bulunsa da bunun çözüm olabileceği meçhul. Öte yandan kapitalist mantığın çarpıklığını, mevcut resesyondan diğer bir çıkış yolu olarak gösterilen, şirketlerin kurtarılması ve zarar gören şirketlerin zararlarının karşılanmasında görmek mümkün. İnsanlığın artık en az veba ve Covid-19 kadar tehlikeli olan bu ucube sistemden kurtulmasının zamanı geldi de geçiyor bile. Bunu salt ideolojik bir mesele değil, gerekli adımlar atılmazsa dünyayı yok oluşa götürecek ortak insani bir mesele olarak görmek gerekiyor.

Tüm yazılarını göster