İlhan'ın paltosu kanlı

İlhan Erdost ve ağabeyi Muzaffer Erdost, 12 Eylül darbesinden kısa süre sonra gözaltına alınarak Mamak Cezaevi’ne götürüldüler. Gözaltına alan Astsubay, Erdost kardeşlere, eşyaları aranırken, "on yaşındaki bebeleri zehirlediniz, içerisi sizin zehirlediklerinizle dolu!" diyecekti. Gözaltına alınmalarına gerekçe olarak, Engels’in "Doğanın Diyalektiği" adlı kitabı ve diğerlerini yayınlamaları gösterildi. Oysa kitapla ilgili olarak hiçbir yasal toplama ya da basımını yasaklama kararı yoktu...

Abone ol

“A-Bloktan iki yüz metre ötedeki C-Bloka gidecek araba hareket etmeden iki kardeşi hazır ola getiren dört er, cop, tekme ve tokatla dövmeye başlamıştı. Nice sonra araç hareket etti. Sürekli dövüyorlardı. Bir ara İlhan Erdost yüzükoyun düşmüş, muhafız erlerin cop ve tekmeleri altında zorlukla doğrulmuştu. (…) Kimsenin kımıldamadığını gören İlhan Erdost, oturduğu yerden kalktı, avluya bakan pencerenin önüne doğru gitti. Koğuştakiler koştular, İlhan Erdost'un yerine oturmasını söylediler. Korku içindeydiler. Muzaffer Erdost İlhan'a doğru yürüdü.  Bir ara göz göze geldi İlhan'la, İlhan Erdost'un yüzü kanlı, paltosu kanlıydı.”

En çok sevdiğim ay Ekim’dir. Ne yazık ki bana 1980’de en ürktüğüm ayın yaklaştığını haber verecekti. Bu fotoğrafın arka planında eli alnında, düşünceli adamın, İlhan’ın elimizden alınacağını haber verecekti. Duvardaki fotoğraf bana bir yangını hatırlatıyor; daha doğrusu o yangını çıkaranları ve onların yarattığı şiddeti. Şu da var, demek ki insanın “barbarları beklemesi” ne gerek yok. Onun içinde bir barbar her zaman var. Yeter ki onu harekete geçirecek koşullar hazırlansın. Bu topraklarda da bu koşulların her zaman “bağzı” larının emrine amade olduğu tarihsel ve sosyolojik ve de psikolojik bir gerçektir. Haksızlık etmeyeyim, “insanın özü”nde iyilik de vardır ve bu topraklarda harekete geçebileceği koşullar da vardır. Ama barbarlığa göre daha derinlerde ve üstü bir yığın çapaklarla kapatılmış biçimde duran iyiliği yüzeye çıkarmak bize düşüyor. Bu konuda destek bulmak kolay değil, hatta bir yığın engelle karşılaşılabilir. Ama iyi ve güzel olan şeyleri harekete geçirmek her zaman zordur ama barbarlığa göre daha etkili ve kalıcıdır.

'ANLAMSIZA KADAR ÖZGÜRSÜNÜZ'

İlhan Erdost ve Muzaffer Erdost kardeşler, Türkiye’de özellikle sol düşüncenin gelişmesinde gerek yayınladıkları kitaplarla, gerek ürettikleri düşüncelerle önemli katkılarda bulundular. Ayrıca Muzaffer İlhan Erdost şiir tarihimizde çok önemli bir yeri olan, 1950’lerden sonra şiir estetiğini ciddi biçimde etkileyen ve hâlâ tartışılan “İkinci Yeni” şiir anlayışının isim babası olmuştur. Yazılarıyla ve editörlüğünü yaptığı Pazar Postası (o yıllarda Ankara’da çıkan Son Havadis gazetesinin Pazar ekidir) adlı gazetede bu şiir anlayışının doğmasını ve gelişmesini sağlamıştır. 1950’li yıllarda, bir gün İlhami Soysal, bir yazı yazarak artık Cahit Sıtkı’nın "35 Yaş", Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın "Kızılırmak Kıyıları" gibi şiirlerinin yazılmadığını, şiirimizin kötüleştiğini öne sürecektir. Bunun üzerine Muzaffer Erdost da, genç şairlerin, usta şairlerin şiirlerini sürdürmek istemediklerini, kendi şiirlerini yazdıklarını konu edinen yazılar yazar. Yeni bir şiir geldiğini savunur. Gelmekte olduğunu savunduğu bu şiir anlayışının adını da ‘‘İkinci Yeni’’ koyar. Savunduğu genç şairler arasında Ülkü Tamer, Yılmaz Gruda, Tevfik Akdağ, Bilge Karasu, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Turgut Uyar gibi şairler vardır. Bu yeni şiire özellikle soldan gelen “anlamsızlık” suçlamasına karşı, Muzaffer Erdost, genç şairleri “Anlamsıza Kadar Özgürsünüz” başlıklı bir yazı bile yazarak savunacaktır.

İlhan Erdost ve ağabeyi Muzaffer Erdost, 12 Eylül darbesinden kısa süre sonra gözaltına alınarak Mamak Cezaevi’ne götürüldüler. Gözaltına alan Astsubay, Erdost kardeşlere, eşyaları aranırken, "on yaşındaki bebeleri zehirlediniz, içerisi sizin zehirlediklerinizle dolu!" diyecekti. Gözaltına alınmalarına gerekçe olarak, Engels’in Doğanın Diyalektiği adlı kitabı ve diğerlerini yayınlamaları gösterildi. Oysa kitapla ilgili olarak hiçbir yasal toplama ya da basımını yasaklama kararı yoktu. Gözaltına alındıkları Mamak Askeri Cezaevi'nde bloklar arasında götürülürken, talimatla özel olarak getirildiği söylenen araç içerisinde askerler tarafından acımasızca dövüldüler. İlhan Erdost, “sabah kızlarımı öpmeden çıktım, dövmeyin” diye feryat etmesine rağmen, dayaktan sağ kurtulan ağabeyi Muzaffer Erdost’un gözü önünde dövülerek öldürüldü. Bu olaydan sonra Muzaffer Erdost, kardeşinin adını da kendi adına ekleyecekti.

İlhan'ın Paltosu Kanlı, Aba Müslim Çelik

Âba Müslim Çelik’in geçtiğimiz aylarda yayınlanan ve Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne değer görülen İlhan’ın Paltosu Kanlı adlı şiir kitabı, İlhan Erdost’a gönderme yapıyor. Çelik, aynı adlı şiirinde şu dizelere yer veriyor:

“Ankara’da rüzgâr eser

Akasyalar yaprak dökerdi

Bu saat ikiyi beş geçe durmuş ve

yarım kalmış Bafra paketi

on altı cigarası

Artova’da buğday başakları

depoda kitap dağları arasında

sevişir gibi ölmüş de

…”

Babasını çok küçük yaşta kaybeden, İlhan Erdost’un kızı Alaz, duygularını şöyle anlatacaktı: “Ben babamın trafik kazasında öldüğünü zannediyordum, öyle demişlerdi bana. Okumayı sökmüştüm. Evimiz sobalıydı. Soba yanıyordu. Demek ki kıştı. Annemle teyzem battaniye altında koltukta oturuyorlardı. Orta sehpada bir dergi duruyordu. Belki de annemler onu bilerek orada bırakmışlardı bilemiyorum. Kapağında babamın kocaman fotoğrafı vardı. Altında da ‘İşkencede öldürülen yayıncı İlhan Erdost’ yazıyordu. Yüksek sesle okudum. Annemlere baktım, ağlıyorlardı. Battaniye de gizleyemiyordu. Sonra çok soru sorduğumu hatırlıyorum. Ertesi gün okula gittiğimde arkadaşlarıma yalan söylemişim gibi hissetmiştim bir de. Çünkü başka türlü anlatmıştım hikayeyi onlara. (T24)”

1980 darbesinden önce Ankara’da kitapçılar çarşısı olarak bilinen Zafer Çarşısı’nda bulunan Onur Kitabevi, aynı adla kurulmuş yayınevine de sahipti ve son derece değerli kitaplar yayınlıyordu. Bunun yanı sıra Muzaffer Erdost’un ta 1965’te kurduğu Sol Yayınları da sol klasikleri yayınlıyordu. Örneğin Karl Marx’ın Kapital adlı dev eseri, üç cilt olarak bu yayınevi tarafından yayınlanmıştı. Lenin’in Emperyalizm’i, Marx’ın Ücret, Fiyat ve Kâr’ı , Mao’nun Teori ve Pratik’i, Stalin’in, Marksizm ve Milli Mesele’si, Lenin’in, Ne Yapmalı’sı bu yayınevlerince yayınlanmıştı. İlhan Erdost’un ölümünden sonra, Muzaffer Erdost yeni kitabevinin adını “İlhan İlhan Kitabevi” koyacaktı.

Erdostların yaşadığı trajedi, özellikle İlhan Erdost’un katledilmesi, Â.Müslim Çelik’in şiirsel imgelminde yıllar sonra karşılık bulacak ve adeta türküleşecekti:

“…

Oğul yara kan

Can damlıyor yaradan

Ne olur beni tabibe kavuştur abi

Gül’üm gelsin bir yandan

Uyan kardaş uyan

Elin oğlu çok zalim

Söz anlaması yok

Uyanmaz ki İlhan

…”

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu yıllarda teorik olarak da olsa uygar olmayı hedeflemiş, çağdaş olmayı devlet felsefesi yapmıştır. Bu bağlamda iyi-kötü gelişmiş modern Türkiye’nin başkenti Ankara’nın en kaliteli, en çağdaş kitabevlerini ve yayınevlerini kurmuş ve yönetmiş, hâlâ yaşatan insanlara yapılan insanlık dışı davranış, toplum vicdanında asla onaylanmayacaktır.