İklim krizinde ‘normale dönüş’ü unutun

İklim krizinde gerçekleri kabullenmenin yanı sıra, normale dönmekten vazgeçmenin ve geri dönecek bir normalin var olmadığı gerçeğiyle yüzleşmenin vakti geldi.

Abone ol

Mark Blyth

DUVAR - Akademik makalelerin kamu bilincine sızması çoğunlukla zaman alır. Sızmayan makalelerden biri, Anglia Ruskin Üniversitesi’nce yayımlanan ve ‘küresel ayrışma olayı’ karşısında ‘varlığını sürdüren karmaşa kavşaklarını’ inceleyen bir çalışmaydı. “Bu ne?” diye soracaksınız. İklim çöküşü dünyanın geri kalanını yok ettiğinde, bunlar, büyük ihtimalle hâlâ elektrik ve tuvalet kâğıdına ulaşabileceğiniz yerlerdir. Yeni Zelanda ve Finlandiya bu listenin başında yer alıyor. Belki de bir tesadüf eseri, son dönemde Google’ın kurucusu Larry Page’in Yeni Zelanda’da ikamet ettiği ortaya çıktı.

GEZEGEN VE İNSANLIK İÇİN ‘SON ŞANS’

Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan ‘Last chance saloon’ [Son Şans Salonu] diyebileceğimiz Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporu, hükümetlere, bütün bu olup bitenler karşısında ‘bir şeyler yapma’ hususunda baskı uygulayacaktır. Netice itibariyle, hepimiz güzel bir ‘kalıcı merkeze’ taşınamayız. Fakat bildiğimiz üzere bir şeyler yapmak da güç. Hâl böyleyken, hükümetlerin ‘normale dönüş’ adı verilen ve zaman içinde işlevselliğini kanıtlamış bir oyalama söylemi kullanımını iki katına çıkarmasını bekleyebiliriz.

Bunun yerine, yani bizlere yaşam tarzımızı gerçekten dönüştürmemiz ve toplumu organize etmemiz gerektiğini söylemek yerine, belki de fosil yakıtlarımız ve yeşil enerji ve geri dönüştürülebilir maddelerle değiştirilen tek kullanımlık ürünlerimiz hariç, yaşamaya olduğu haliyle devam edebileceğimiz söylenecek. Belki biraz daha az hava yolculuğu ama yine de yeşil bir çerçeveyle ‘normale dönüş’...

Bu düşünce biçimi, belki de iklim krizinin kendisi kadar tehlikeli. Enflasyonu yoksullar açısından bir tehdit olarak değerlendirmek bir tepki söylemiyken, ‘normale dönmek’ bir dikkat dağıtma söylemidir. [Normale dönme söylemi], Önyargılarımızı körüklemek yerine, doğrudan psikolojimizin bin yıl boyunca süren gelişim biçimine dayanır ve inanmak üzere kodlandığımız iki şey üzerine oynar.

GERÇEKLERDEN NE KADAR KAÇABİLİRİZ?

İlki, istatistikçilerin ‘ortalamaya dönme’ dediği şey. Temelde, gerçekten uzun boylu birini gördüğünüzde, o kişiyi ‘aykırı birisi’ olarak etiketlersiniz. Çoğu insan ortalama uzunluktadır ve bu yüzden hepimiz karşılaştığımız insanların çoğunun ‘normal’ boyutlarda olmasını bekleriz. Nassim Nicholas Taleb, ‘siyah kuğu’ vakaları fikriyle bu düşünce çizgisini tanınmış bir biçimde yıktı. Yalnızca kısa insanların doğmasını beklemeniz, aslında sizi uzun boylu insanların görünümü karşısında açığa düşürür. Bu durum, bankacılık krizleri, küresel salgınlar ve benzeri olaylar için geçerlidir. Bunun gibi bir düşünce tarzı, bizi aşırı olaylara karşı savunmasız kılar.

İkincisi, gidişatın pek de değişmediği, ortalama dağılım modeli ile bağlantılı bir dengenin var olmasıdır. Tıpkı yaşadığım yerde (sadece henüz böyle birini görmediğim için) 2.4 metre boyunda bir insan olmadığını varsaymam gibi, hayatımı sürdürdüğüm dünyada yaşadığım (2.4 metrelik bir komşuyla tanışmak gibi) şokların bir tür istikrarlı ve kendi kendini üreten düzenden geçici sapmalar olduğunu varsayarım (1.8 metrenin altındaki insanlarla takılmak normaldir).

Bu tür fikirler rahatlatıcı bir dünyayı tasvir eder; çünkü örneğin piyasalar söz konusu olduğunda, büyük krizlerin gerçekleşebileceğini ima eder, yine de “bir süre sonra normale döneceğiz” derler. Yahut salgınlar ve yeni tip virüslerden bahsedecek olursak, evet, bu küresel bir krizdi ama şimdi aşılarla normale dönebiliriz. Her şeyin bir mevsimi var...

Siyah Kuğu her daim mevcut bir sorundur. Buna karşın, denge varsayımı daha da zararlı olabilir; zira insan toplumlarının ve onları destekleyen doğal sistemlerin kendi kendini dengeleyen güçlü eğilimlere sahip olduğu inancına dayanır. Elbette, bir yöne doğru çok fazla zorlarsanız gidişat bozulur ama sonra sistem geri bildirim sağlar ve dengeyi yeniden kurarak ‘normale’ döneriz.

Ekonomi, bu tür bir düşün biçiminin sıfır noktasıdır. Ekonomi yalnızca açık biçimde dengeyle ilgili fikirlere dayanmakla kalmaz ama aynı zamanda politika bakımından gerçekten de ne kadar tuhaf olursa olsun, her şeyi normale döndürebiliriz. Küresel finans sisteminin 2008-2009 arasında dünya merkez bankaları tarafından kurtarıldığı dönemde, niceliksel gevşeme gibi eylemlerin acil önlemler olarak kullanılmasının gerektiği yılları bir düşünün. Buna karşın, sonraki 10 yıl süresince piyasaların desteklenmesi yeni bir norm haline geldi; bu yüzden salgın her yerde hükümetleri vurduğunda küresel borç stokuna yüzde 30 yeni borç eklerken aynı zamanda yine ‘normale dönmekten’ bahsediliyordu.

İKLİMSEL ÇÖKÜŞÜN GERİ DÖNÜŞÜ YOK

Ne var ki iklim çöküşü söz konusu olduğunda bu iddia bir işe yaramaz, eğri büğrü bir yüzeye sahip dev bir doğrusal-olmayan sonuç dinamosudur. Yalın İngilizcede ‘ortalama’ ya da ‘normale dönüş’ mevcut değildir. Bu, bilinmeyene giden tek yönlü bir yol. Araştırmanın gösterdiklerini inceleyen çalışmaların gösterdiği üzere, insanların uğraşmaktan nefret ettiği yegâne şey belirsizliktir. Risk -yani güvenebileceğiniz oranlar- iyidir. Fakat gerçekten de rastgele sonuçlar üreten sistemler bizi korkutur. Üstelik ölçekle uğraşma konusunda da berbatız.

Evrimsel psikologların da belirttiği gibi, “Modern kafataslarımız Taş Devri zihnine ev sahipliği yapıyor.” [Zihnimiz] yüz yüze etkileşimlerle fazlasıyla istikrarlı bir ortalamaya dönüşen dünyada var olan sorunları çözecek biçimde gelişti. Bunun gibi bir dünyada bizi korkutan şeylerle karşılaştığımız zaman, boşlukları, izah edemediğimiz şeyleri yok saymamıza yardımcı olan ve karşılıklı biçimde kararlaştırılmış bir hikâye (örneğin din ya da siyasal ideoloji) ile dolduruyorduk.

Ancak artık izah edebileceğimiz bir dünyada yaşıyoruz ve yine de bildiklerimizi kabul etmek ve bu bilgi doğrultusunda hareket etmek yerine, giderek daha fazla biçimde dünyamızın gerçekte olduğundan farklı olduğunu hayal ediyoruz. (Birkaç değişiklikle birlikte de olsa) normale dönebileceğimizi ve normalin istikrar ve konfor alanımız olduğunu düşünüyoruz. “Evet, orman yangınları var ama seller de var, bu yüzden bunlar birbirini dengeler, değil mi?” Sorunla başa çıkma mekanizmamız, büyük resmi yok saymak ve yerel olana odaklanmak üzerine kurulu; bu durum, aslında yaşadığımız dünyayı git gide daha fazla yanlış anlama pahasına, bizlere daha büyük bir kontrol yanılsaması yaşatıyor.

Yani eğer bir politikacının ‘normale dönmek’ hakkında konuştuğunu duyarsanız, bu rahatlatıcı olsa bile, kabul etmeye hazır olduğumuz tehlikeli bir fikri pazarladığını unutmayın. Ve eğer bunu iklim krizi alanında akla yatkın bir hedef olarak kabul etmeyi sürdürürsek, aslında olmamız gereken yerden her zamankinden daha fazla uzağa gitmiş olacağız.

Gerçekleri kabullenmenin yanı sıra, normale dönmekten vazgeçmenin ve geri dönecek bir normalin var olmadığı gerçeğiyle yüzleşmenin vakti geldi. IPCC raporunun açıkça belirttiği üzere, şu anda yalnızca aralarından seçim yapabileceğimiz bilmediğimiz ve tanımadığımız alternatif gelecekler söz konusu. Doğru olanı seçmenin ilk adımı, bu belirsizliği reddetmek yerine kabullenmektir.

Makalenin orijinali The Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)