İkinci yüzyılın halklardan çalınmasına seyirci kalamayız

İlk yüzyılı temizlemek isteyenlere karşı haksızlığın karşısında adaleti, otoriterizm karşısında demokrasiyi, tahakküm karşısında özgürlüğü savunmaya ve yaşamsallaştırmaya devam edeceğiz.

Abone ol

Alican Önlü*

Türkiye, ikinci yüzyıla girerken aynı kaynaktan beslenen iki seçenekten birini tercih etmeye zorlanıyor. Oysa cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar devlet aklının farklı formlarını temsil eden muhafazakâr-ulusalcı Cumhuriyetçilik ile Türk-İslamcılığın yönetimi altında bir yüzyıl heba oldu.

Türkiye’deki kimliklerin, inançların, eşit yurttaşlığın, özgürlüklerin ve demokrasinin yok sayıldığı bir yüzyılın daha bizlerden çalınmasına seyirci kalamayız. Bu sebeple, 20. yüzyılın ilk yarısında boğulmak istenen Demokratik Cumhuriyet seçeneğinin bu yüzyılın başında aynı akıbete uğramasına izin vermemeliyiz. İkinci yüzyıla girerken içinden geçtiğimiz bu tarihsel kırılma eşiğinde partimizin Üçüncü Yol ve Demokratik Cumhuriyet hedefi, kendisini tarihsel olarak güçlü kılıyor.

Ortaya çıkan yeni durum, Demokratik Cumhuriyet seçeneğini ilk defa bu düzeyde somut bir seçenek olarak var ediyor. Demokratik Cumhuriyeti, ikinci yüzyılla buluşturmak için öncelikli fikri ve reel sorumluluk, ilk yüzyılın vebalini taşıyan her iki tarihsel hegemonik blokun eleştirisini yapma ve eleştirinin sonunu Cumhuriyeti demokratik kılma perspektifine bükme gerekliliğidir.

İki hâkim blokun yer değiştirme ve birbirine geçme şeklinde cereyan ettiği ilk yüzyılda tekçi yönetim biçimi, bir avuç siyasi ve ekonomik zümre dışında kimseye siyasi, toplumsal ve ekonomik bir getiri sağlamadı. İki hegemonik blok arasındaki kayıkçı kavgaları, birçok önemli dönemeçte partimize karşı açık ya da örtülü işbirliklerine dönüyorsa, bunun sebebi blokları teşhir eden ve Üçüncü Yolu teklif eden siyasetimizdir.

İki blok arasındaki sarmaşık ilişki, Türkiye’de siyasetin yapılış şeklini ve içeriğini bizler açısından net şekilde ortaya koymaktadır: Partimiz ve halkların demokrasi ve özgürlük mücadelesi iç içe geçmiştir. Yalnızca HDP’ye oy veren değil, oy vermeyip de Demokratik Cumhuriyet, eşit, adil ve barış içinde bir gelecekten yana tavrını almış milyonlarla da partimizin mücadele ve kader ortaklığı oluşturmuştur.

HDP kaybettiğinde sadece HDP’liler kaybetmeyecek; HDP yenildiğinde yalnızca HDP’liler yenilmeyecek, hak ve özgürlüklerden yana olan milyonlar yenilecek, toplumun demokratik gelecek umudu büyük yara alacaktır.

Taşların yerinden oynadığı bu tarihsel dönemeçte, HDP’ye kapatılma davası açılması tesadüfi değildir. Bu dava partimizi kapatmak için atılmış bir adım olduğu kadar kapatma tehdidinin gölgesi üzerinden HDP fikriyatını sarsmaya ve Demokratik Cumhuriyeti inşa etme iradesine dönük bir saldırıdır. Kapatma davası, sistemin ürettiği iki hegemonik blokun kurduğu “saadet zincirine” halklar lehinde müdahale edilmesinin önüne geçmeyi amaçlıyor.

İktidar, bu davayla içimizde panik oluşmasını umuyordu. Olası bir panik halinin hataları beraberinde getireceğini düşünüyordu. Herhangi bir hukuki dayanağı olmayan, siyasi bir saik ve talimat sonucu hazırlanan uyduruk iddianameyle parti içi ve tabanımızda bir kopma, soğuma, umutsuzluk bekleniyordu. Ancak bizler, partimizi ve temsil ettiği çizgiyi savunma hususunda kararlı oldukça, partimize yönelik kumpaslar, çeliğe verilen su misali, bizleri güçlendirdi. Biz her saldırı ve kumpastan güçlenerek çıktık ve politika yapmanın ağır sorumluluğu ile motivasyonumuzu artırıyoruz. Biliyoruz ki, mücadele motivasyonunun artması planlanan başka kumpasların da boşa düşmesini sağlayacak.

AKP-MHP iktidarı, kumpaslarını bütünlüklü denebilecek bir tahakküm planının içerisine yerleştirdi. Sayın Öcalan üzerindeki tecridin merkezinde olduğu bu kumpas, İmralı adasından yayılarak tüm ülkeyi sardı. Tecrit sadece İmralı ve Kürtler ile sınırlı bir konu değildir. Tüm Kürtleri kapsayan ve Kürtlerin kazanımlarını boğmaya çalışan tecrit politikası, uzun bir süredir Türkiye’de yaşanan hak ihlallerine doğru genişlemektedir. AKP-MHP iktidarının İmralı’da ördüğü bent müzakereye, demokrasiye ve özgürlüklere karşı kurulmuş bir benttir. Bir tahakküm ağının merkezine yerleştirilen mutlak tecrit giderek ülkenin itiraz eden her kesimini saran bir kapana dönüştü. “Cizre’ye nasıl girdiysek, ODTÜ’ye de öyle gireriz” diyen zihniyetin kapanla var ettiği halklara karşı kumpasın bir parçası olarak da partimiz siyaset dışına itilmek ve tasfiye edilmek istenmektedir.

Bu tasfiye dört bir koldan sürüyor. Kobanê Kumpas Davası, partimizi tasfiye etmek isteyen iktidar blokunun elindeki araçlardan biridir. Belirtmeye gerek yok ama bu davada arananın adaleti bulmak değil, iktidar blokunun önünü açmak olduğu gün gibi ortada. İktidar bloku, HDP’nin ve temsil ettiği değerlerin 2014’te IŞİD zihniyeti karşısında ettiği zafere ve 2015’te Demokratik Cumhuriyet talebini sandıklardan çıkarmasına düşmanca tavır aldı. Sadece bunlar da değil, aynı zamanda HDP’nin giderek büyüyen siyaset zeminini ortadan kaldırmak, halkların bir arada yaşamını savunan tek örgütlü gücü bertaraf etmek istiyor. İktidar HDP’nin bir adım daha ileriye gidebileceğini, iktidarın demokratik yöntemlerle sonunu getirebileceğini gördüğü için hem intikam duyguları ile hareket ediyor hem de HDP’nin önünü kesmek istiyor.

Çünkü HDP’nin etrafa bıraktığı umudun tohumu, gücünü ve ilhamını sadece Kürtlerden değil; aynı zamanda Türkiyeli devrimciler, demokratlar, sosyalistler, ekolojistlerden de alıyor. Bu sebeple Kobanê Kumpas Davasında ilk defa bu kadar kapsamlı şekilde Kürtler ve Türkiyeli devrimciler, demokratlar, sosyalistler, ekolojistler toplu olarak yargılanıyor. Yani HDP, rejimin hegemonik blokları dışında kalan ve 'yeni bir yaşam mümkün' diyenler yargılanıyor. HDP’nin çoğulcu yapısının stratejik birlikteliğine karşı son derece özel bir kurgu ile hazırlanmış Kobanê Kumpas Davası, bu nedenle özel bir karaktere sahiptir. Ancak şu ana kadar mahkeme salonunda HDP yargılanan değil yargılayan konumdadır. Çünkü BİZ’ler haklıyız, haksız olan, halklarımıza karşı suç işleyenler ise iktidar ve iktidarın sopası haline gelen yargıdır.

Bu saldırıların koçbaşı AKP-MHP ittifakıdır. Fakat AKP-MHP ittifakına endeksli değerlendirme eksik olacaktır. İlk yüz yılda kumpas davasına taşınan zihniyetin partileri aşan bir yerde konumlandığının farkındayız. Nitekim bu partileri var eden de söz konusu zihniyetin kuruluşu ve yüz yıllık seyri sonucunda vardığı noktadır. Yani HDP’ye ve Demokratik Cumhuriyet fikrine karşı saldırılar hem zamansal hem de siyasal olarak kapsamlı bir konseptin ürünüdür. Erdoğan ve AKP-MHP ittifakı söz konusu konseptin 21. yüzyıldaki planlayıcısı ve icracısı olarak rol alıyor, kendi iktidar ömrünün devamını Kürt Siyasal Hareketinin ve toplumsal muhalefetin konsept kapsamında tasfiyesine bağlıyor.

Buradan hareketle bilmeliyiz ki, demokrasi ve özgürlük mücadelemiz başarıya ulaşırsa, sadece AKP/MHP iktidarı kaybetmeyecek, onların şahsında yüz yıllık rejim de kaybedecektir. Tarihin akışını halklar lehine çevirmek için durmadan mücadele etme sorumluluğumuz olduğu kadar yeni bir toplumsal inşaya hizmet edecek politikalar ve örgütlenmeler geliştirmeyi de görev bilmeliyiz.

ÇÜRÜMÜŞ İTTİFAKA KARŞI TABANDA DEMOKRASİ İTTİFAKINI ÖRMENİN TAM VAKTİ

Saldırılar sadece HDP ile sınırlı değildir. Bu saldırıların esas nedenlerinden biri de iktidar bloğunun biat kültürünü sürdürmek istemesi ve Kürt halkını siyaseten özne olmaktan çıkarmaktır.

Türkiye’de iktidarda kalmanın sigortası olarak Kürt düşmanlığı görülüyor. İktidarlar bir şekliyle yüzyıllık İttihatçı devlet aklıyla işbirliği yaparak Kürtlere ve kazanımlarına dönük tasfiye planlarını sürekli canlı tutuyor. 90’larda yaşanan köy yakma, zorla yerinden etme, faili meçhuller, tutuklamalar, parti kapatmaları vb. politikaların hepsi bu planların birer parçasıydı. Ancak Kürt halkının meşru itirazları ve yürütmüş olduğu demokratik siyaset bu politikaları boşa düşürmekle kalmadı, aynı zamanda sistemin kendi içinde çürümesini ve bu çürümenin daha fazla açığa çıkmasını da sağladı.

Susurluk geçmişte yaşanan çürümenin açığa çıkmasını sağlayan ama yüzleşmenin olmadığı önemli dönemeçlerden biriydi. Susurluk ile simgelenen yapı aynı zamanda Türkiye halklarına yaşatılmak istenen yoksulluk, yolsuzluk ve savaş cenderesinin de sorumlusuydu.

5 yılı aşkındır yürütülen çöktürme ve tasfiye planları; Kürt halkının kazanımlarına sınır tanımayan saldırılar; halkın yoksulluğun geldiği boyutlar; işsizliğin geldiği aşama; yargının siyasallaşması; sermayenin yandaşa peşkeş çekilmesi; mafya-siyaset ilişkisi ile son olarak siyasi iradenin gasp edilmesi ve siyasetçilerin rehin alınması geçmişte yaşanan çürümenin bir benzerini hatta daha üst düzeyini gözler önüne seriyor. Geçmişte hakikatle yüzleşilmemesi bugün daha büyük bir çürümenin yaşanmasına ve Sedat Peker gibilerinin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Sedat Peker itiraflarını sadece iç siyasetteki iktidar blokları arasındaki çelişki ya da gayri nizami harp unsurlarının pay kapma çatışması olarak ele almamalıyız. Mevcut durumun küresel konjonktürle, özellikle Biden’ın gelmesiyle şekillenen ABD politikası bağlamında ele almak gerekiyor. Yani Biden ile beraber Türkiye’nin Batı dünyasıyla, NATO ile gevşeyen bağlarının güçlendirilmesi, ikili siyasetinin (Batı-Avrasya) ömrünün dolmasıyla ilgili de okumak gerekiyor. Bu durum ancak Batı blokuyla entegre edilmiş ve içerde “restorasyonu” sağlamış bir Türkiye ile mümkündür. Bu restorasyonun temel esprisi demokratik bir dönüşümü hedeflemeyen, tıkanan sisteme nefes aldırma şeklinde olacaktır. Ancak bunun için Erdoğan’ın bir ‘mıntıka temizliği’ yapması gerekiyor. Peker’in itirafları AKP iktidarını sarssa da Erdoğan’ın ve devlet aklının ayağına dolanan kimi unsurların tasfiye edilmesi gerekiyor. Bu senaryoya göre Erdoğan’ın siyasi ömrünün bir süre daha uzayabilmesi ancak küresel entegrasyon ve içerden mıntıka temizliğiyle mümkündür.

Öte yandan Erdoğan’ın kendi tabanının konsolide edebilmesi için kendi öz dinamiğini diri tutması gerekiyor. Ancak MHP ile ittifak iktidarın ömrünü uzatsa da başta güvenlik bürokrasisi olmak üzere birçok kritik noktayı MHP’ye kaptırmış durumda. Bu nedenle milli görüş dinamiğinin yeniden canlandırılmasına ihtiyaç duyuluyor. Gezi Direnişi'nin yıl dönümünde Taksim’de cami açılışı, İstanbul Sözleşmesi'nin iptali, Ayasofya’nın ibadete açılması, Numan Kurtulmuş’un pozisyonun güçlendirilmesi, Oğuzhan Asiltürk ziyaretini bu çerçevede okuyabiliriz. Dolayısıyla siyaset ve bürokrasi de bir iç dizayn yapılacağını öngörebiliriz. Peker’in açıklamalarını tıpkı 15 Temmuz gibi “Allah’ın bir lütfuna” çevirmek isteyen Erdoğan’ın bu kez işinin oldukça zor olduğunu ifade edebiliriz.

İşte burada bu noktada HDP’ye büyük görevler düşüyor. Erdoğan’ın bunu Allah’ın lütfuna çevirmesine engel olacak güç HDP’dir. Başta HDP olmak üzere demokrasi güçleri açısından da önemli bir fırsat bulunuyor. Güçlü bir toplumsal muhalefet, etkin sivil itaatsizlik eylemleri tabanda bir de demokrasi ittifakının sağlanmasını imkân sunabilir. Yani bu süreci demokrasi ittifakının inşa edilmesi ve güçlendirilmesi için güçlü bir meşruiyete çevirmek mümkündür. Toplumsal bir dalgalanma üzerinden sörf yapmak, toplumun önemli bir kesimimin benimseyeceği müşterek kimi ilkeler etrafında bir araya gelerek demokratik bir dönüşüm imkânını yaratabiliriz. Sistemin tıkandığı ve toplumun iki kutba mahkûm edilmeye çalıştığı bu süreçte üçüncü yol siyasetine uygun bir konumlanma en doğru yol olacaktır. Çürümüş ittifaka karşı tabanda demokrasi ittifakını örmenin tam vakti.

CUMHURİYETİN 100. YILINDA EZİLENLERİN VE ÖTEKİLEŞTİRİLENLERİN DE HEDEFİ OLMALI

Devlet aklının Cumhuriyetin yüzüncü yılına ilişkin bir ajandası varsa ezilenlerin, ötekileştirilenlerin de yeni yüzyıla dair bir hedefi olmalıdır. Bu hedefi Demokratik Cumhuriyet olarak görüyoruz. Demokratik Cumhuriyete giden yolu da ancak güçlü bir Demokrasi İttifakı ile döşeyebiliriz.

Demokrasi İttifakı'ndan Üçüncü Yola, seçim ittifakından demokratik muhalefetin genişlemesine kadar olabildiğince geniş alanda programımızı ve stratejimizi her yerde savunuyoruz. Bunu duymak istemeyenler, manipüle edenler veya görmezden gelenler olabilir. Fakat biz üreterek mücadele etme kararlılığımızı güçlendiriyoruz. Bizim için esas olan dönemsel olarak yapılan seçim ittifakları değil, yeni bir toplumsal inşadır. Bununla birlikte seçim dönemlerinde de demokrasi kültürünün gelişmesi için taktiksel adımlar attık, atmaya devam da edeceğiz. İktidar blokunun ve muhalefet içinden alacağımız kritik kararları manipüle etmek için dönemsel olarak kışkırtıcı açıklamalar yapıldığını görüyoruz. Fakat bizim kararlarımızı ve kararlılığımızı bu tür girişimler kesinlikle değiştiremez. Seçim gibi gündemlerle dönemsel işbirliği kurduğumuz yapılar olabilir. Ancak biz iktidar blokunu yenilgiye uğratmak, muhalefeti demokratik bir çizgiye getirmek ve toplumsal örgütlülüğü büyütmek için önümüze aldığımız programı tereddütsüz yürüteceğiz. Bu programın adı Üçüncü Yol'dur ve demokrasi ittifakının büyümesidir.

PARLAMENTO VE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNİ NET OLARAK BİRBİRİNDEN AYIRIYORUZ

Parlamento seçimlerinde bizim herhangi bir şekilde ittifaka ihtiyacımız yoktur. Çünkü HDP’nin kendisi aynı zamanda bir ittifak gücüdür. Hedefimiz bu ittifak gücünü daha geniş yelpazeye çevirmektir. En geniş demokrasi ittifakını hayata geçirebilmemiz durumunda seçimlerde de istediğimiz sonuçları alacağımıza inanıyoruz.

Cumhurbaşkanı seçimleri açısından ise daha farklı bir dinamik söz konusudur. Çünkü Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 50+1 belirleyici konumdadır. Bu durumda da bir ittifaktan değil demokratik bir müzakereden söz etmek mümkündür. Bu müzakere sadece Millet İttifakı ile değil tüm muhalefeti kapsayacak genişliktedir. Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı tartışması bugünün tartışması değildir, zamanı geldiğinde zaten yapılır. Bununla birlikte partimizi yedek güç olarak görmek gibi niyeti olanları da uyarmak istiyoruz. Kim bu yaklaşımı sergilerse mevcut iktidarın değirmenine su taşır. HDP’yi yok sayan hiçbir yaklaşıma ‘evet’ demeyeceğimiz gibi böylesi bir yaklaşımın kazanması da mümkün değildir. Dolayısıyla kim kazanmak istiyorsa bizi ve ilkelerimizi hesaba katmak zorundadır.

Yani sadece tek adam rejimine işaret eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini eleştirme ve yerine geçmişte deneyimlediğimiz parlamenter sisteme dönme teklifi, ne HDP’nin kabul edebileceği ne de halkların sorunlarını çözebilecek bir tekliftir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ne kadar sorunlu ise geçmişin parlamenter sisteminin de bir o kadar problemli olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Her iki yönetim modeli de tekçi ve yerelin, halkın, ezilenlerin, hak talep edenlerin iradesini hiçe sayan bir karaktere sahiptir. Çözüm yerel demokrasiyle güçlendirilmiş parlamenter sistemdir. Yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı hem erkler ayrımı ile hem de yerel demokrasi ile güçlendirilerek ancak demokratik bir sistemin temeli atılabilir.

Hülasa; bizler fikriyatımızın toplumsallaşması için olabildiğince geniş bir çizgide ilkelerimizi koruyarak Üçüncü Yol ve Demokrasi İttifakı'nda ısrarcıyız. Seçimlerde mevcut iktidardan kurtulmak ve sonrasında bir geçiş programı hazırlamak için ise tüm muhalefet ile diyalog zemini oluşturmak ve müzakere yapmaya hazırız. Partimiz demokrasi ve barış için her sorumluluğu almaya hazırdır. Ancak bizi dikkate almayan ve yok sayan anlayışlarla da uzlaşma çabasına girmemiz söz konusu değildir. Bu amaçla bulunduğumuz her yerde iktidarın siyasetine karşı ezilenlerin siyasetini ve bu ezilme durumundan bizleri kurtaracak toplumsal bir inşayı ve örgütlenmeyi esas almaya devam edeceğiz.

Yoksulluk ve işsizlik yüzünden yaşanan intiharlara ve ekonomik krize karşı ekonomiyi toplumsallaştırmayı ve demokratikleştirmeyi esas alıyoruz. Kadın cinayetleri artıyorsa, İstanbul Sözleşmesi gibi önemli bir kazanıma el konuluyorsa bu alanlara daha fazla yoğunlaşmayı, İkizdere, Cudi, Dersim ve Kaz Dağlarında doğa talanı varsa toplumla bir arada olmaya doğayı savunmayı daha güçlü devam edeceğiz.

Bununla birlikte sadece toplumsal sorun alanlarına değil aynı zamanda programımızın bize çalışma konusunda sorumlu kıldığı inanç ve kültür alanlarına dair örgütlenme çalışmalarını daha da büyüterek sürdüreceğiz.

Bizler, halk olduğumuzun bilincindeyiz. İkinci yüzyıla girerken ilk yüzyılla, nefret duyguları ile hesaplaşmak ve Partimizin hedef altında bulunmasını icra eden ise AKP-MHP ittifakıdır. İlk yüzyılı temizlemek isteyenlere karşı haksızlığın karşısında adaleti, otoriterizm karşısında demokrasiyi, tahakküm karşısında özgürlüğü savunmaya ve yaşamsallaştırmaya devam edeceğiz.

*HDP Örgütlenmeden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı