İki günümüz kaldı

Değer verdiklerimizle sadece salı günleri görüşebilen, onun da kıymetini bilmeyen yeraltı insanlarıyız. Dostoyevski, Yeraltından Notlar’a, ismimizi, olmadığı için yazmadı.

Abone ol

Babasını ona bir kedi alması için ikna etmeye çalışan küçük bir kızın hikâyesi bu. Kuzenlerine her gittiklerinde hoplayıp kucağına atlayan tekir Nokta’yı çok severmiş. Annesi razıymış onun da bir kedisi olmasına. Ama babası, “Adı Salı olan bir kedimiz vardı, bir gün balkondan düştü ve bir daha kalkamadı, ben o acıyı bir daha yaşamak istemiyorum” diye itiraz ediyormuş. Küçük kız tırnaklarını yemeye başlamış, diplerini de yontmaya. Ellerini görenler küçümseyerek bakıyor, o da üzülüyormuş. Nedenini anlamamışlar. Çünkü onlar büyükmüş. Bir gün parkta bir kediyle oynarken akşam olduğunu fark etmemiş. Cinler çıkmış ortaya. Çevresini kuşatıp başlamışlar “Çarşambadır Çarşamba” diye dönmeye.

Küçük kız önce ne olduğunu anlamamış. Sonra hoşuna gitmiş, o da cinlere uymuş. “Çarşambadır çarşamba’ diyerek birlikte dönmeye koyulmuş. Cinler onu sevmişler. Aralarına almışlar ve elinden tutup dans etmişler. Parmakları kalem gibi olmuş, tırnak diplerindeki bütün yaralar iyileşmiş. Ertesi gün okulda, ne derdi varsa, parmakları onunkinden de fena olan arkadaşına, başından geçenleri anlatmış. Akşam olunca arkadaşı da o parka gitmiş. Cinler yine gelmişler. “Çarşambadır çarşamba’ diye yine başlamışlar dönmeye. Hemen çembere girivermiş. O gün Perşembe olduğundan, onlar “Çarşamba” dedikçe, “Perşembedir perşembe’ diyormuş.

Cinler, kendilerine uysun diye seslerini yükseltmişler: “Çarşambadır Çarşamba!” Ama ısrar etmiş, “Perşembedir perşembe.” Cinler kızmış, küçük kızdan aldıkları yaraları da onun parmaklarına sürmüşler. Sonra da tutup kolundan parktan dışarı atmışlar.

Joseph Frank, Dostoyevski. Çağının Bir Yazarı, çev. Ülker İnce, Everest, 2016.

MESELDEN HİSSEYE

Ayda’yla ciddi mevzular konuşmaya beş yaşındayken başladık. “Siz ne iş yapıyorsunuz?” diye sormuştu. Okur-yazarım deyince kıkırdamıştı. Bu komik mesleğe de gülünür doğrusu.

Dün karşılaştık. Jiji’den ve Beppo’dan söz ettik, kedilerimizden. Yukarıdaki meseli Cevdet Kudret‘in Kalemin Ucu adlı denemelerinden hatırlıyordum. Onu anlattım, tabii bir hayli tahrif ederek.

“Babam Cin içmez,” dedi Ayda, “P günlerini de sevmiyor zaten.”

10 yaşında olduğuna göre on yıldır arkadaşız. P günlerinde, iyi hissetmeyen babasından uzak durmak yerine, daha fazla espri yapmayı tercih ediyormuş. “Perşembe’yi niye ilave ediyor ki, anlamıyorum” diyor babası. Anlayamayız.

Ayda’ya, ‘Ben de C günlerini sevmiyorum’ dedim, “babalar hep perşembe, anneler hep cuma olur” (Turgut Uyar, Divan, 1970.)

“Neden?”

Cim karnında bir nokta var da ondan.

Çok güldü. “Cinler Nokta’yı mı kaçırmış?”

Sabah okula gitmeden önce yeraltından sesler duymuş. Jiji'nin sesidir, dedim. “Ama miyavlamıyordu, havlar gibiydi.”

O zaman Dostoyevski'nin sesidir. Benim tanıdığım kedi olmak isteyen tek köpek, köpek olduğunu bilen tek kedi o çünkü.

"Bence siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz."

Bildiğim kadarını anlatabilseydim bile beni ciddiye almazdın.

"Almıyorum ki, komik olmanız hoşuma gidiyor sadece. Babam olsaydınız hiçbir uyarınızı dinlemezdim."

Bunu, 'Ben de C günlerinde iyi değilim' dememle birleştirdi. Dikkat çekmek istediği, kadınla erkeğin hiç olmazsa S ve Ç günlerini mutlu geçirebileceği. Gerisi zevzeklik. Zevzek'in nasıl da iğneli sıfat haline geldiğini düşünüyorum. Afyon, esrar demek olan bu isim kim bilir nerelerde dönüp dolaşıp gelmiş de çekenlerin esrikleşip boşboğazlaşmasına kinaye olmuş. Zevzek, zevzek içse de içmese de zevzekleşmiş.

Değer verdiklerimizle sadece salı günleri görüşebilen, onun da kıymetini bilmeyen yeraltı insanlarıyız. Dostoyevski, Yeraltından Notlar’a, ismimizi, olmadığı için yazmadı. Joseph Frank’ın gördüğü de bu: Büyük yazarın Notlar’da denediği tehlike, “anlatıcı ile okur arasında ciddi öneme sahip her türlü uzaklığı ortadan kaldırması ve okurun kişi engelinin ötesine geçip yerginin hedefini görmesini güçleştirmesidir.” İsimsiz olan inatlaşmaya mahkûm: Madem gün değişti o halde niçin Perşembe demeyecekmişim ki!

“Dostoyevki’nin yalnızca bencilliğini gözler önüne sermek istediği ahlaki ve psikolojik bir tip değildir, o aynı zamanda toplumsal ve ideolojik bir tiptir.”

Ne kitapmış ama!