Hitler de önce Yahudileri şeytanlaştırmıştı

Donald Trump'ın vize engeli düzenlemesi şimdilik engellendi ama tekrar şansını deneyecektir. İslam dünyası da artık barış ve demokrasiden yana etkili bir çıkış yapmalıdır.

Abone ol

Zülfü Dicleli

DUVAR - Yeni ABD Başkanı Trump’ın yedi Ortadoğu ülkesinin Müslüman vatandaşlarının ABD’ye girişini yasaklamasına yönelik attığı adım, ülke içinde ve dışında geniş tepkiyle karşılandı. Amerika’da havaalanlarına koşan on binlerce insan “Biz de Müslümanız” diyerek uygulamayı protesto etti. Federal bir yargıç, anayasal insan haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle Trump’ın başkanlık kararnamesiyle ilgili yürütmeyi durdurma kararı aldı. Geçen perşembe günü de kararname gereği ülkesine iade edilmiş olan bir İranlı mahkeme kararıyla tekrar geri çağrılarak ABD’ye giriş yaptı. Kendisi Los Angeles Havaalanı'nda kentin belediye başkanı, çok sayıda avukat ve aktivist tarafından karşılandı. Ardından hafta sonunda bir federal mahkeme kararıyla Trump’ın kararnamesi ABD’nin tüm eyaletlerinde rafa kaldırıldı ve buna yapılan itiraz da temyiz mahkemesinden döndü.

Yine de Trump yönetiminin bu adımını, şimdilik başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da bir başlangıç, İslam’a ve Müslümanlara karşı yeni bir kampanyanın başlangıcı olarak görmek gerekiyor. Trump dönemi her bakımdan öncekilere hiç benzemeyen yeni bir dönem olmaya adaydır. Eski başkanlardan farklı olarak Trump, İslam’a ve Müslümanlara ilişkin son derece karanlık ve kuşkulu bir algıya sahiptir ve bu algının Amerikan toplumunun ve tüm batı dünyasının ağır basan algısı haline gelmesi için her yolu deneyecektir.

Trump ve çevresinin anlatısında “ABD ve Avrupa radikal İslam’ın kuşatması altındadır.” “İslam doğası gereği nefret doludur, Hıristiyanlık ve Yahudilik düşmanıdır, ya şiddet yoluyla ya da her türlü entrikayla devlete sızarak batı ülkelerinin yönetim tarzını şeriata dönüştürme peşindedir.” Gene aynı anlatıya göre, “Batı ülkelerinde camilerde, mescitlerde ibadet eden, Müslüman öğrenci birliklerinde bir araya gelen ve Müslüman haklarını savunanlar cihat amacına yönelik olarak örgütlenmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bunlar potansiyel düşmanlardır.”

Arkası gelecek gibi görünüyor

11 EYLÜL'DEN SONRA GÜÇ KAZANDI

Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezine uygun olarak gelişen bu anlatı, 11 Eylül 2001’deki El Kaide saldırısından sonra güç kazanmış ve İŞİD ve benzeri grupların Batı ülkelerinde gerçekleştirdikleri vahşi saldırıların yarattığı korkuyla beslenmiş olsa da gerek Bush gerekse Obama yönetimleri döneminde iktidar düzeyinde destek bulmamıştı. Yenilik bu anlatının şimdi ABD yönetiminin resmi görüşü haline gelmekte olmasıdır. Ve Trump yönetiminin birçok uğursuz politik amacına ulaşmak için böyle bir kurgulanmış, hayali düşmana önemli ölçüde ihtiyaç duymasıdır aynı zamanda.

O nedenle ABD politikaları şimdi İslam’a ve Müslümanlara ilişkin bu karanlık vizyona göre yeniden biçimlenmektedir. Müslümanların ülkeye girişini yasaklamaya yönelik başkanlık kararnamesi de bir kerelik bir adım değil, yeni bir saldırı döneminin başlangıcı olabilir. Şu anda Beyaz Saray’da, Ortadoğu’da terörle doğrudan ilişkileri olmayan Müslüman Kardeşlerin ve yandaş kuruluşlarının terörist örgüt olarak tanımlanmasının tartışılmakta olduğu bildiriliyor.

Trump yönetiminin yaklaşımı bugün çok kötü şeyler hatırlatıyor: Tıpkı Trump ve çevresinin İslam’ı ve Müslümanlığı şeytanlaştırma çabası gibi, daha önce de Hitler Yahudiliği şeytanlaştırmış ve sonuçta insanlığa acıları hâlâ dinmemiş olan muazzam bir felaket yaşatmıştı.

İyi hatırlamak gerekiyor: Dün 11 Eylül ertesinde Bush yönetimi her türlü yalan dolanla - ve Tony Blair hükümetinin suç ortaklığıyla – önce Irak ve Saddam yönetimine ilişkin egemen algıyı değiştirmiş, ardından da Irak işgalini başlatarak Ortadoğu’nun tüm halkları olarak hâlâ içinde debelenmekte olduğumuz bataklığı yaratmıştı.

Yarın Trump yönetimi de benzer yöntemlerle (ve yangına körükle gidecek İŞİD vb.’lerinin aktif desteğiyle) İslam’a ve Müslümanlara ilişkin kendi karanlık vizyonunu Batıdaki egemen algı haline getirebilirse, neler olabileceğini bir düşünmek gerekir. (Trump’ın Holocaust günü mesajında Yahudilerin anılmaması ortada yalnızca İslam ve Müslümanlar ile sınırlı kalmayabilecek bir durum olduğunu da gösteriyor.)

GENE DE TRUMP ŞANSINI DENEYECEKTİR

Trump yönetiminin yeni saldırı çabalarının gerek Amerika’da gerek Avrupa’da kamuoyunun tavrını değiştirmekte ne kadar başarılı olacağı kuşkusuz soru işaretidir. Trump başkanlık görevine daha önce benzeri görülmedik bir popülarite yoksunluğuyla başladı, daha ilk hafta muazzam bir kadın direnişi (ne güzel ki yalnız Amerika’da değil bütün dünyada) karşısına dikildi, ardından on binlerce Amerikalı insan hakları savunucu “Biz de Müslümanız” diye sokaklara çıktı. Aynı politika ikinci haftasında, 1968’in kalelerinden Kaliforniya Üniversitesi Berkeley yerleşkesinde binlerce öğrenciyi karşısında buldu. Bu arada Apple’dan Zynga’ya kadar 97 ileri teknoloji firması mahkemeye verdikleri yasal bir mektupla Trump’ın göçmen kararnamesini protesto ettiler.

Avrupa’da da başta Almanya Şansölyesi Merkel olmak üzere birçok politikacı ve insan hakları savunucusu Trump’ın yeni İslam düşmanı çizgisine karşı seslerini yükseltti. Benzer tepkiler devam edecek gibi görünüyor. Trump yönetiminin Müslümanlara karşı alacağı yeni bir önlemin İslam dünyasında da tepkileri yükselteceği açıktır.

Kuşkusuz Avrupa’da bu yıl dört ülkede, özellikle Almanya ve Fransa’da yapılacak seçimlerde Trump çizgisi paralelindeki yeni sağ güçlerin nasıl bir sonuç alacağı da gelişmeler üzerinde önemli etkide bulunacaktır. Geçen yılın sonundaki Avusturya Başkanlık seçimlerinin sonucuna benzer sonuçlar, Trump yönetiminin vizyonunun önünde yeni bir set oluşturacaktır.

Yavaş yavaş şunu da görüyoruz: Trump’ın yeni politik çizgisi, ister istemez, şimdiye kadar saman alevi gibi parlayıp sönen ya da ayrı ayrı ve farklı hedeflere yönelen barış ve özgürlük, demokrasi ve insan hakları için mücadelenin, doğayı koruma mücadelesinin ilk kez küresel çapta yükselmesi için elverişli bir çerçeve de getiriyor.

Gene de Trump seçim vaatlerinin arkasında durmak için şansını deneyecektir.

İSLAM DÜNYASININ BEKLEYECEK VAKTİ YOK

Ancak, tehlikenin gerçekten önlenmesinde en önemli rol Müslüman dünyasına düşüyor. Şunun altını çizmeliyiz: İslam’a ve Müslümanlara ilişkin karanlık vizyon en geç 11 Eylül 2001’deki El Kaide saldırısından bu yana Batı dünyasında yavaş yavaş konum kazanırken İslam Dünyasından buna karşı barış ve demokrasiden yana etkili bir çıkış da yükselmedi. Demokratik rejime, laikliğe ve medeniyetler arası işbirliğine sahip çıkan alternatif bir İslam vizyonu ete kemiğe bürünemedi. Fiilen söz konusu olumsuz vizyonun güçlenmesine hizmet eden İŞİD vb. örgütlere karşı ciddi bir karşı koyuş da olmadı. Bu ortamda Batıda “İslam’la ve Müslümanlarla birlikte nasıl yaşayabiliriz” sorusu anlaşılır bir şekilde giderek daha çok tartışılmaya başlandı. İslam dünyasında ise “Dünyanın geri kalan kısmıyla birlikte nasıl yaşayabiliriz” sorusu ne yazık ki henüz gündemde değil.

İslam dünyasının bu tutumu karşısında Batı bir zamanlar desteklediği “Ilımlı İslam” vizyonunu da terk etti. Öte yandan Batının yanı sıra son dönemde uluslararası politikada etkinliğini artıran Çin ve Rusya’nın her ikisi de İslamcı bir rejim fikrine kökten karşı, aynı şekilde Hindistan da bu yaklaşımı paylaşıyor. Eğer El Kaide-İŞİD ya da Müslüman Kardeşlerin şeriat yanlısı rejim vizyonlarının peşinden gitmeyecekse İslam dünyasının önündeki tek gerçekçi hedef “Nasıl bir laiklik” sorusunun cevabını aramak olabilir.

Türkiye’de modern kesimin sözcüleri de, yedi Müslüman ülkenin yurttaşlarına Amerika’ya giriş yasağı getirilmesi karşısında Müslümanların insan haklarını cesaretle savunma yoluna gitmediler. Oysa muhafazakâr kesimlerle ciddi bir diyalog kurmak için tarihsel bir fırsattı bu. Çünkü gerek Müslümanların bugünün dünyasında barış ve huzur içinde yaşamanın en sağlam güvencesinin demokrasi ve laiklik olduğunu görebilmeleri, gerekse modern kesimin geçmişteki katı laiklikten farklı demokratik bir laiklik anlayışı geliştirebilmesi için böyle bir diyalog tek çaredir.

İslam, bir fetih ve yayılma, kendi hakikatini dayatma dini mi, yoksa bir hoşgörü ve birlikte yaşam ve işbirliği dini mi? Bu sorunun yanıtı – ve o yanıta uygun eylem ve davranış hatları - sadece bizim ülkemizin değil bütün insanlığın geleceği açısından belirleyici bir önem taşıyor.

TARİHTE BİR DÖNEM SONA ERİYOR

En geç 2016 sonu itibarıyla tarihte bir dönemin bir daha geri gelmemek üzere sona erdiğini içselleştirmek gerekiyor (neoliberalizmin ve ikinci küreselleşme dalgasının veya Westfalya sonrası devletler hukukunun ya da 1945 sonrası liberal dünya düzeninin ya da tek kutuplu dünyanın, Batı hegemonyasının veya Sanayi Çağı ile Aydınlanma ve Pozitivizm döneminin – hangisini isterseniz seçebilirsiniz).

Yeni başlayan dönemin (çağın) nasıl olacağını ise bugünden yapılacak tercihler belirleyecek, belirsizlik ve tuhaflıkların ağır bastığı şu andaki geçiş döneminden en sağlıklı, en az sancılı şekilde çıkış için bugün herkesin yapıcı, birleştirici, kapsayıcı – işbirliğini destekleyici – tercihlerde bulunması gerekiyor.

Aslında hep birlikte buluşmak, geleceğimizi birlikte inşa etmeye başlamak için yeni bir fırsat var önümüzde. Yeter ki herkes mevcut vizyonunu, ön kabullerini, paradigmasını sorgulamayı, gözden geçirmeyi göze alabilsin.

Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezinin sonuçlarına katlanmaya devam mı edeceğiz, yoksa onun karşısına birlikte yeni bir tez mi çıkaracağız – küresel birlikte varoluş, işbirliği ve yeni çağı birlikte inşa tezi mi? Medeniyetlerin, dinlerin, ülkelerin, devletlerin, şirketlerin, sivil kuruluşların ve halkların işbirliği tezi!