Hıristiyan Batı dünyasında 'ötekilerin' tarihi: Delilik, Melankoli, Cinlenme

Haydar Akın’ın 'Delilik, Melankoli, Cinlenme' çalışması, Verba Yayınları tarafından yayımlandı. Akın’ın çalışması, Batı dünyasında “ötekilerin” tarihini gözler önüne seriyor.

Abone ol

Tuna Arıgüç

“Yirminci yüzyıl başlarında Pierre Janet, yoksul görünen bir hastaya oranla varlıklı bir hastaya daha ‘yumuşak’ bir tanı konulduğuna işaret etmişti; günümüzde de iyi bilinen bir dizi deneyde, tuhaf düşüncelerden yakınan iyi giyimli, belâgatli insanların, birebir aynı semptomlardan yakınan, kılıksız ve kötü konuşanlara oranla daha sık ‘ayrıksı’ olarak nitelendiği ortaya çıkmıştır. İkinci grupta olanlara şizofreni tanısı konulması, hastaneye yatırılıp ilaç tedavisine başlatılmaları ihtimali daha yüksektir.” D. Leader, 'Delilik Nedir' (2016, B. E. Aksoy çev.)

Haydar Akın’ın 'Delilik, Melankoli, Cinlenme - Hıristiyan Batı Dünyası'nda Aykırılık Yaratan Hallerin Tarihi' adlı kitabı Verba Yayınları tarafından kısa bir süre önce yayımlandı.

Haydar Akın’ın 703 sayfa boyunca ele aldığı toplumsal yapı, yer yer Foucault’yu anımsatıyor. Foucault’daki gibi deliliğin ayrıksı ve ötekileştirici yanları öne çıkıyor ancak Foucault’dan ayrı olarak Hıristiyan Batı dünyasının adeta keski aletiyle anatomisini çıkartan Akın’ın akıcı dili bir yandan okumayı kolaylaştırırken, diğer yandan da yapılan alıntılar ve dipnotlarla akademik çalışmanın ciddiyetini ve yoğun emeğini gözler önüne seriyor. Foucault’da delilik, siyasi yapılanmanın, sosyolojik kurumların bir sonucu olarak ele alınırken, Haydar Akın, deliliği antropolojik incelemeye yakın tarihsel bağlamında okuyucuların ilgisine sunmuş.

Delilik Melankoli Cinlenme - Hıristiyan Batı Dünyası'nda Aykırılık Yaratan Hallerin Tarihi, Haydar Akın, 312 syf., Verba Yayınları, 2021.

Yaptığım alıntıda da vurgulandığı gibi delilik, cinlenme, melankoli çoğunlukla bir yoksul ve öteki hastalığı olarak kabul ediliyor. Antik çağda, hastalık olarak karşımıza çıkan melankoli, Ortaçağ'da cadılık, cinlenme ve içine şeytan kaçma durumlarına kadar geliyor. Kitap, öncelikle hastalık kavramı ile konuya başlıyor:

“Çok garip, hasta ve aptal, doğru ifade edip edemeyeceğimi bilemiyorum ama bana oldukça özellikli görünüyor, eğer birisi aptal ve aynı zamanda hasta ise, yani her ikisi bir aradaysa bu dünyadaki en elem verici durumdur.” (T. Mann, Zauberberg 1987)

Hastalık kavramının zaman içinde farklı kültürlerdeki evrimi, dinsel, tarihsel, felsefi, sosyokültürel ve biyolojik bağlamları öne çıkarılmak suretiyle yapılan tanımlar ayrıntılı bir şekilde incelenerek antropolojiye daha da yakınlaşıyor. Farklı kültürlerde hastalık, nedenleri ve tedavi yöntemleri bütün bir kitap boyunca ele alınmış. Temel mesele, Hıristiyan batı tarihinde hastalıklı insanın işe yaramaz, öteki ve asalak olarak görülmesi. Tarih boyunca toplumlara yük olarak algılanan hastalıklı insan, ideal topluma ulaşmanın da bir kamburu olarak değerlendiriliyor.

Hastalık bize ait bir şey değildir ki, zararlıdır, geceyle beraber geçip giden bir kabusa benzer. Salt yitip gitmesinden öte bir şey istenmez öncelikle uykunun yorgunluğu uzaklaştırması gibi." (Bloch, 2007:547)

Sıkıntılı bir yurttaşlık olarak tanımlanan hastalık, tarih boyunca hekimlerin üzerinde çalıştığı, yok etmek istediği ve merak uyandıran bir durum. Antik Çağ'da, beden sıvılarının hastalığa neden olduğu düşünülürken, Ortaçağ'a geldiğimizde hastalık Tanrı’nın laneti olarak görülüyor. Toplumsal, dinsel yapı hastalık tanımlarını da doğrudan etkiliyor.

MELANKOLİ

Antik Çağ’da melankoli, beden sıvıları ile ilişkilendirilirken, Ortaçağ'da cinlenme, Yeni Çağ'da ise “sanatçı hastağı” olarak görülebiliyor. Kitapta, melankoliye karşı Antik Çağ'da tedavi yöntemleri olarak iyileştirici otlar, hamamlar, ılık banyolar ve diyet ön plana çıkıyor.

Delilik hallerinin dışında bugün engelli bireylerin hakları tartışılırken, Ortaçağ'da özürlü doğumlar bir anamoli olarak Tanrı’nın laneti şeklinde değerlendiriliyor.

Melankoli, günümüzün bipolar hastalığının ilk görülme şeklinin genel adı olarak karşımıza çıkmış. Derin üzüntünün ardından olağanüstü çılgınlık dönemi ya da tam tersi. Bugünün akıl hastalığının geçmişine baktığımızda halen tedavi edilememiş olması ise okuyucuda ilginç bir anekdot olarak görülebilir. Evet, Antik Çağ'dan günümüze kalıcı bir tedavi yöntemi bulunamamış, semptomların baskılanması (bugün kullanılan ilaçlar) olarak yaşanan tedavi adı altında “deliliğin” yok edilememiş olmasını ise ilginç bir tarihsel bakış eşliğinde değerlendirilebiliriz. Melankoli (bipolar bozukluğun) tarihi olarak yapılan okuma da oldukça ilginç ve keyifli ayrıntılar sunmuş.

VEBA SALGINI

Kitabın önemli bir bölümü de veba salgınına ayrılmış. Vebada insanlar, yoksullar ve zenginler olarak ayrılamadığı için vebanın bir yoksul hastalığı olarak görülmemesi, vebalılara karşı insaflı olunmasına yol açmış. Yani, melankoli veya delilikte ya da özürlülükte yoksul insanlar dışlanırken, elbette kralların deliliği örtbas ediliyordu. Ancak vebada yoksul ve zengin ayrımı ortadan kalktı. Meryem Ana’nın kurtarıcı olduğu inancı yoğunlaşırken, vebadan kurtulmanın bir toplumsal kurtuluş olduğu fikri kabul görüyor.

TANRISAL ŞİFA VE İBADET

Hıristiyan Batı dünyasında Ortaçağ ve Yakın Çağ'ın başlangıcında şifanın Tanrı’dan geleceğine ve ancak ibadet yoluyla elde edildiğine inanılmış. Bu çağlarda, manastırlar hasta ve yoksul bakımına açılarak, din adamları ve rahibeler halka ibadet yoluyla şifa bulmanın yollarını gösteriyor.

CADI AVI

Tamamen ötekileştirilen delilik ve özürlülük halleri Ortaçağ’da bir başka toplumsal travmayı ortaya çıkarıyor. Cadı avı, halk hekimi sayılabilecek bilge kadınların yakılması, tıbbın gerilemesine, insanların basit nedenlerle ölmesine neden olmuş. Ortaçağ'ın din adamları sofuluklarıyla ön plana çıkarken, şeytan korkusu daha da cinlenmeyi, yoksul yaşam biçimi daha da delirmeyi sağlıyor. Ayrıca melankolik kadınların da cadı olarak kabul edildiği dönemde bazı hekimler, melankolinin bir hastalık olduğunu, melankoliye yakalanmış kadınların suçlu değil hasta olduğunu söylüyor. Ancak yine de kadın düşmanlığından kurtulamayan bu hekimler de kadınları insandan saymamış.

Akın’ın bu çalışması, Batı dünyasının, “ötekilerinin” tarihini gözler önüne seriyor. Toplumdan dışlanan, hastalıklı bireyler, yoksullar, cinlenmişler, 18. yüzyıla gelindiğinde psikiyatrinin ortaya çıkmasıyla hastanelere kapatılıp, toplumdan yalıtılırlar. Ayrıca hastanelere, aykırı düşünen insanlar ve özellikle kadınlar kapatılır. Yani, Batı’nın yüzyıllar süren serüveninde insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, engelli hakları ihlalleriyle dolu yüzü, kitapta ayrıntılı bir şekilde yer alıyor.

Kısaca, okuması oldukça keyifli, zihin açıcı ve tarihsel meraklara ışık tutacak özellikte, yoğun emeğin ve araştırmanın ürünü bir kitap, okuyucuları ile buluştu desek, son sözü söylemiş oluruz...