Hevsel Bahçeleri'nde seçim sohbeti: AKP’liler de korkuyor artık

Hevsel Bahçeleri’nde bahçesi olanlar, hükümetin Vadi Projesi’nin neler getireceğinden endişeli. Sur’daki evleri kamulaştırılıp yıkıldıktan sonra bahçede çalışma koşullarının zorlaştığını dile getiren bahçe sahipleri, 24 Haziran seçimlerini de yakından izliyorlar.

Abone ol

DİYARBAKIR - Yol, piknik alanı gibi bir yere çıkıyordu. Ta uzaktan onlarca güvercin görünüyordu. Başka da kimse görünmüyordu ortalıkta. Uzaklardan bir yerden gelen su sesine tanımadığım kuşların sesleri karışıyordu. Kimi yerlerde iyice sığlaşan ağaç ve çalılıkların arasında geçen rüzgâr ıslık çalıyordu sanki.

HEVSEL’DE BİR ROBİNSON

Yolun ortasına konmuş, eşelenen güvercinlere yaklaşınca bir genç adam çıktı ortaya. Elinde bir tepsi vardı. Tepsideki buğdayı avuçlayarak güvercinlere doğru fırlattı. Güvercinler yarım metre kadar havalandı ve sonra geri döndüler. Kendisine doğru yaklaştığımı görünce uzun uzun bana baktı genç adam. Tanımaya çalışıyordu beni ama ilk kez Hevsel Bahçesi’nin bu kadar içine girmiştim. Daha çok, pek çok Diyarbakırlı ve turist gibi yukarıdan, surların oradan bakmıştım Hevsel’e. Birkaç kez surların dibindeki yoldan geçmiştim ve birkaç kez de On Gözlü Köprü’ye yürüyerek gitmiş, bahçenin o kısmında çalışan insanlarla sohbet etmiştim.

Genç adam sedirleri gösterdi, “Orada oturabilirsin hocam” dedi. Yüksek sedirlere çıkan ahşap merdivenlerin bir iki basamağı çürüyüp kırılmıştı. Ağaçların gölgesindeki sedir rahattı. Etrafı sedirlerle çevrili geniş boşlukta kuzular otluyordu. Ta karşıdaki sedir yeri genişti ve “Hoş geldiniz” yazısı okunuyordu.

Genç adamın getirdiği çay çok kaynamış gibi kötüydü. Ormanda tek başına yaşayan bir çeşit Robinson’du adam, böyle düşündüm. Ama elbette öyle değildi. Bir zamanlar düğünlerin yapıldığı yerin sahibi ile belediye davalık olduğu için burası eski güzelliğini, kalabalığını, devamlı müşterilerini kaybetmişti. Belediye, buraya karşılık parayı bankaya yatırmış, ancak mekanın sahibi bu paraya dokunmamış. “Parayı alırsa burası elden gider. Ama ustam burası kendisinde kalsın istiyor” diyor adam.

'HÜKÜMETİN PROJESİ HAKKINDA KİMSE YETERLİ BİLGİYE SAHİP DEĞİL'

Hevsel Bahçeleri ile surların UNESCO’nun korumasında olması için uluslararası düzeyde epey kulis yapmıştı DBP’li belediye. Burayı sahibinden almak istemesi bu nedenleydi. Bir de vadi projesi vardı elbette. Belediyelere kayyım atanınca bu çalışmaların tümü durdu. Hükümetin de bir projesi var elbette ama bu projenin nasıl bir şey olduğu hakkında yeterli bilgiye kimse sahip değil ne yazık ki. UNESCO’nun ise dünya mirası listesine aldığı surlar ve Suriçi’ndeki tarihi yapılar için kılını bile kıpırdatmadığını, 2015 yılındaki çatışmalı zamandan biliyoruz.

Geçen hafta yazmıştım kara hübür dutlarını. Plastik kaselerde kilosu 10 liradan satılan dutlar güzeldi elbette. Ama üç adımda bir karşıma çıkan dut ağaçlarından koparıp yemek, her türlü lezzetin ötesinde bir duyguya neden oluyordu. Elmalar, vişneler, kızarmaya başlayan erikler… Rüzgar çıktıkça kavak ağaçlarının yapraklarından yükselen hışırtı… Burada her şey güzel, ıssızlık bile. Nereye çıkacağını bilmediğim yolun, Sait Faik’in “Hişt Hişt” öyküsünün güzelliğini hatırlatması ayrı bir güzellik.

GÖÇMEN KUŞLARIN GÜZERGAHI

Bazen uzaktan bir ses geliyor. Birisi birine sesleniyor bağırarak. Durup etrafa bakıyorsun. Kimse görünmüyor ama diğer birinin, yine bağırarak, karşılık verdiğini duyuyorsun.

Fotoğraflarını çekemesem de değişik kuşlar eşlik ediyor yol boyunca. Hevsel Bahçeleri’nde onlarca kuş türü yaşıyor. Ayrıca göçmen kuşların güzergahı üzerinde. Bu nedenle bazı kuşlar ancak bazı mevsimlerde görülebiliyor. Sık sık gördüğüm irice, siyah beyaz, uzun kuyruklu kuşun adı nedir, keşke bilsem. Sessizce geçip gidebilir üstümden elbette ama ısrarlar ses çıkarıyor, “Ben buradayım” der gibi.

Yine biri sesleniyor bağırarak. Bana mı sesleniyor? Kulak kabartıp etrafa bakıyorum. Nerden geldi ses? Surların oradan mı, aşağıdan, Dicle’nin kıyısından mı? Anlamak mümkün olmuyor. Elimde kara hübür dutlarının lekeleriyle yürümeye devam ediyorum patika yolda.

CENNET BAHÇESİ

Adamla iki kız çocuğu birden çıkıyor karşıma. Adam, topladığı çeşitli meyveleri büyükçe bir poşetin içine doldurmuş. Büyük çocuğun elinde ise 5 litrelik plastik su şişesi var. Su şişesinin bir kenarını kesmişler, o boşluktan şişenin içini kara hübür dutlarıyla doldurmuşlar.

Aşağıdaki derme çatma çadır ilişiyor gözüme. Birazdan bir adam çıkıyor içinden. Üstüne giydiği gömleğin düğmelerini ilikledikten sonra yokuşu tırmanıp yanımıza geliyor. Türlü ağaçlar var çadırın bulunduğu yerde. “Her meyve var burada. Burası cennet bahçesi” diyor.

Adam, burada olmaktan memnun elbette ama sıkıntıları da var. “Evlerimiz şu yukarıdaydı. Çok ev vardı burada. Evlerimizi kamulaştırdılar, yıktılar. Şimdi Bağlar’da oturuyorum. Gidip gelmek zor oluyor benim için. Ayrıca burada oturmayınca akşamları sulama işini de yapamıyorum. Burada akşam 4, sabah 4’te iş olur. Sabah gelmek mümkün olmuyor çünkü yasak.”

Böyle giderse kuruyacak cennet bahçesi. Ama ağaçlardan önce kendisi ve ailesi etkilenmiş bu mecburi göçten. “Annem evde oturamıyor. Bir salonda bir balkonda, hiçbir yerde rahat edemiyor. Burayı, buradaki komşularını özlüyor. Buraya gelirdi eskiden, otururdu şuraya ya da bir işin ucundan tutardı. Komşuları gelirdi, onlarla sohbet ederdi. Şimdi sıkılıyor, sadece sıkılıyor. Apartmandaki hiç kimseyi tanımıyor annem.”

İKİ ÖFKELİ ADAM

Adam, yanında iki kız çocuğu olan adamı, “Halamın oğlu” diye tanıtıyor. Adamın adını söylemiyor, ben de sormuyorum. Küçük kız sıkılmış, biz sohbet ederken babasının tişörtünü çekiştiriyor. Kızın saçları çok değişik, zahmetli ve güzel örülmüş..

Şehirde olsam, bunaltıcı sıcağa aldırmadan 24 Haziran seçimlerini konuşuyor olacağımı düşünüyorum. Burada, bu cennet bahçesinde seçimdi, siyasetti konuşmak çok doğru gelmiyor bana. Ama yine de adamlara seçimi sormadan duramıyorum. İlk konuştuğum adam, “Hiçbir şey belli değil” diyor. “Eskiden herkes kime oy vereceğini söylüyordu çekinmeden, şimdi herkes korkuyor. Ama sandığa giderken vicdanı ne diyorsa ona göre oy verecek.”

Kim korkuyor, HDP’li seçmen mi? AK Partili seçmen neden korksun ki? Adam, “AKP’liler de korkuyor. Kimse kimseye güvenmiyor artık. Darbenin nerden geleceği belli değil” diyor. HDP’ye oy vereceğini söylüyor yine de ve “Selahattin Demirtaş Türkiye’deki en iyi siyasetçidir” diyerek hayranlığını dile getiriyor.

'BEN AKP'YE OY VERECEĞİM'

Halasının oğlu, “Ben AKP’ye oy vereceğim” diyor. Bir gün bir HDP’li ile konuşurken, HDP’li buna “Sen Zazasın” demiş. Çok kırılmış buna, çünkü bu, “Sen AKP’lisin” anlamına geliyormuş. Sonra? Sonra eşinin akrabaları Suriçi’ndeki çatışmalar sırasında evlerinde mahsur kalmışlar, 13 gün boyunca haber alamamışlar onlardan. Bunun sorumlusu olarak HDP’yi gösteriyor, “İnsan kendi halkına bunu yapar mı” diyor.

Halasının oğlu, “Ona aldırmayın” diyor, “Ne dediğini bilmiyor.” Issızlığın ortasında hararetli bir şekilde siyaset t

artışıyoruz. AK Partili olan, suçluluk duygusuyla daha öfkeli ve saldırgan sanki. Diğeri daha sakin, ama halasının oğlu AK Parti’ye oy vereceğini söyledikçe o da öfkeleniyor. AK Parti’ye oy verme gerekçelerini boşa çıkarmaya çalışıyor.

HDP’ye oy vereceğini söyleyen adam, belediyelerden şikayet ediyor. Sonunda, “Eleştirebiliriz partiyi ama sandığa gidince partimize oy vermemiz gerekiyor. Çünkü bu ‘Biz buradayız, varız’ demek olacak.”

KİME DOKUNSAN BİN AH

Bu patika yolu takip ederek Mardin Kapı’ya çıkmak istiyorum. Adam, “Yol biraz ileride bitiyor. Sıkıntı olabilir. Onun için şuradan yukarı çık, oradaki yoldan devam edersen Mardin Kapı’ya çıkarsın” diyor. Nasıl bir sıkıntı olabilir, sormuyorum.

Mezarlığın içinden geçen yolun sonunda, Hevsel Bahçeleri, Kırklardağı, On Gözlü Köprü manzaralı bir çay bahçesi karşılıyor beni. Daha önce görmemiştim burayı. Bir tabak çerez ve bir demlik çay getiren adam, buranın 6-7 yıldır açık olduğunu söylüyor. Çatışmalar sırasında kapatılmış haliyle. Adam, “İnsanlar yeni yeni gelmeye başladı” diyor.

Aşağıda bir adam roka topluyor. On Gözlü Köprü’nün civarı kalabalık. Kırklardağı’nın üstündeki evlerden geriye hiçbir iz kalmamış. Yağmur bulutları akşam güneşinin önünü kapatmış, her tarafı tatlı bir serinlik kaplamış.

“Çatışmalardan sonra geldik ki bütün sedirler kırılmış, burası harabe olmuş. Kim yaptı, onu da bilmiyoruz” diyor adam. Güvercinleri var adamın, tavukları, köpekleri… Bir de kırılmış sedirlerinin derdini taşıyor içinde. Yani Diyarbakır’da, bir dokun bin ah işit, bir kez daha vücut buluyor.