Herkesin kendi suçlusu var

Bu ülkede, kendisi mağdur olduğu, bunun nasıl bir cehennem olduğunu bildiği halde başkasının mağduriyetlerine sahip çıkabilen ve bunu da kimseyi ayırmadan yapabilen kaç kişi gördünüz? Zalimin zulmü kadar fenadır mağdurun ve mazlumun kibri. Mağdurların kibrinden yükselen bir nefret sardı her yeri, göz gözü görmüyor artık.

Abone ol

Çiğdem Koç*

Her gün bir yerlerde birileri yargılanıyor bu ülkede artık, takvimlerimiz duruşma salonlarına göre ayarlı ve aklımızın bir yanında hep aynı soru: “Sıra bana ne zaman gelecek?”

Akademisyenler, gazeteciler, avukatlar, milletvekilleri herkes payına düşeni alıyor bu yargı festivalinden ve herkes o duruşma salonlarından sevgilisine kavuşamamış bir aşık gibi çıkıyor. Çünkü hukuk ve adalet aşkının bir türlü kavuşamadığı bir pembe dizide rol alıyoruz aslında hepimiz.

Peki bu “hak arayışı” dediğimiz şeyde herkes tertemiz bir vicdani kaygının peşinde mi top sürüyor acaba? Kendi gerçeğini bir an için dahi durup sorgulamaktan aciz ve bu nedenle oldukça korkak insanların adalet kaygısı ne kadar sahicidir acaba? Bu insanların kendi gerçekliğine yönelik her tehdit ve müdahalede adalet çığlığı atması arsızlık değil midir bu arada?

Bu sorular aklımızın bir köşesinde dursun, adalet susuzluğundan muzdarip vicdanların çatlaklarında başka bir kaygının peşinde koşalım.

Türkiye’de yargının halleri, bizzat yargıyla muhatap olanların sürekli olarak güvensizlik tazelediği bir noktada gibi görünüyor belki ama aslında şahsi tatmin yargısı gibi bir tuhaflıktan virüs kapmamış olan kaç kişi gerçek anlamda bir yargı güvensizliğinden ve yargı adına bir bakış açısından bahsediyor, mesele o. Kaç kişi aslında içten içe “kendi yargısının” telaşından başka bir dert taşımıyor. Bizzat kendi vicdanlarının hakkaniyet ayarını yapamayanların haktan, hukuktan, adaletten bu kadar hararetle ve gayet rahatça bahsedebilmelerinin altında yatan anlaşılmaz özgüven aslında çok korkutucu.

Bu kadar aymazlık, bu kadar vıcık vıcık bir gündelik menfaat telaşı ve hepsinin toplamının yarattığı iki yüzlü bir korkaklık içinde gerçekten de yolumuzu bulabileceğimize inanan var mı merak ediyorum. Adalet, hukuk, hak mücadelesi hakkında yaşadığımız şeyin aslında tam olarak neye karşılık geldiğini hiç düşünmeden ve adalet kavramının kendisi içinde de başka bir yargılama yapmadan, bu yolun nereye kadar gidebileceğini sanıyoruz?

Her gün ağzımıza ıslak naylon terlikle ve ritmik bir biçimde vuruluyor yargı adına durum bu.

Yargı sistemini ya da iktidarların yargı oyunlarını eleştirmek çok kolay, saatlerce bağırabilir ve hepimiz olduğumuz yerde zıplamaya başlasak bir deprem yaratabiliriz. Ama bunu yapamıyoruz, çünkü içten içe aslında kabahatin kendimizde olduğunu biliyoruz. Kendimizle yüzleşemiyoruz, yüzleşmeye kalkanı da linç ederek susturuyoruz. Aramızdan birisi çıkıp da “Başınıza gelen her kötü şeyde başkalarını suçlamayı bırakın artık, biz bu kadar haksızlığın, hukuksuzluğun karşısında ne yapıyoruz, ne yapacağız; onu konuşalım” dese, önce biz dövüyoruz ki, sesi yayılmadan bu yüzleşme meselsinden kurtulalım. Haksızlık dediğimiz hikayede ana kahraman aslında biziz ve bunun bize hatırlatılmasından nefret ediyoruz.

Bu kadar haksızlığa taş olsa dayanmaz, insan dayanıyor ama.

Üstelik, kendisi gibi olanlar dışındakilere yapılanlara alkış dahi tutuyor zaman zaman ve işine geldiğinde, az sonra dayak yemeyecekmiş ya da az önce yememiş gibi. Bu ülkede, kendisi mağdur olduğu, bunun nasıl bir cehennem olduğunu bildiği halde başkasının mağduriyetlerine sahip çıkabilen ve bunu da kimseyi ayırmadan yapabilen kaç kişi gördünüz? Zalimin zulmü kadar fenadır mağdurun ve mazlumun kibri. Mağdurların kibrinden yükselen bir nefret sardı her yeri, göz gözü görmüyor artık.

Şahsi tatmin yargısının tatlı kucağında mutlu musunuz gerçekten? "Ergenekon yok, Balyoz yok ama şu anda tutuklu bütün askerler darbeci" öyle mi? Ya da tam tersi. Ya da, bir Türk'e yapılan haksızlıkla bir Kürt'e yapılan haksızlık arasında tercih yapabiliyorsunuz yani ve buna "adalet için mücadele etmek" diyebiliyorsunuz. Tahir Başkan bölücü, Selçuk terörist ama kadın cesetlerini çırılçıplak sergileyip ellerinde silahla sırıtarak poz verenler vatansever, bu mu? Ahmet Altan'dan nefret etmekteki ortaklıklarınızdan ve cahilliğinizden, ön yargılara hapsolmuşluğunuzdan hiç utanmıyor musunuz? Bu ülkede faili meçhuller olmadı, kayıplar yok, hiç işkence görmedi insanlar; buna mı inanıyorsunuz mesela? Lice'de yaşananların üstü kapatılırken hak arayışınızda en küçük bir sendeleme dahi yaşamadınız mı? Peki ya siz; Kürt olmak dışında hiçbir meseleniz yok mu sizin? Ne bileyim, Selahattin Demirtaş tutuklandığından beri ve hatta AİHM kararı uygulanmadığı anda kaçınızın sesi çıktı? Avukatlar insanın içini acıtan, öfkeden ağlamamak için artık dişlerimizi sıktığımız bir hukuksuzluğun içinde, adına duruşma denen bir tuhaf cehennemde debelenirken meslek örgütleri ne yapıyordu mesela, konuşuluyor mu bunlar?

Herkesin kendi suçlusu var, pek güzel de sadece suçlanmak yeter mi suçlu olmak için ve "sen suçlusun" dediklerinde neden hemen savunmaya geçer insan? Neden, sizden başka herkesi "suçlu, vatan haini, dinsiz, faşist, bilmem ne" ilan etmekte bu kadar şehvetli bir istek içindesiniz? Ve neden siz suçlu ilan edilince hemen inanıyorsunuz gerçekten suçlu olduğunuza?

Kendi gerçeğinden emin olamayan ve en küçük bir sorgulamada kafasına yığılacak o inanç enkazının altında kalacağını bildiği için çok korkan insanın gerçeğini anlamıyorum, ona saygı duymak da gelmiyor içimden.

Yanılmayı göze alamayan insanlardan korkuyorum çünkü.

*Avukat