HDP adayı Sönmez: Manisalıların yönetimini tesis edeceğiz

HDP'nin Manisa adayı Naci Sönmez: İl olarak Ege’de sadece Balıkesir, Manisa ve Denizli var. Manisa bu üç il içinde en çok ilgimi çeken yer oldu. Hem burada tarihsel bir geçmişimiz de var. İçinden geldiğim siyasi hareketin de iz bıraktığı bir şehirdir. Öyle baktığımda da sıcak geldi bana.

Abone ol

İZMİR - “Terzi Fikri” olarak anılan Fatsa'nın 12 Eylül'den önceki belediye başkanı Fikri Sönmez'in oğlu Naci Sönmez, AK Parti ve CHP’nin aday göstermediği Manisa'da HDP’den belediye başkanlığına aday oldu.

Naci Sönmez 1963 yılında Fatsa'da doğdu. Kendi anlatımıyla, babası 'Terzi Fikri'nin o dönemde Türkiye İşçi Partisi üyesi ve yöneticisi olması çok erken yaşlarda politikleşmesine neden oldu. 1974 sonrası Fatsa'daki devrimci hareketin gelişimine tanıklık eden ve içinde yer alan Sönmez, 12 Eylül darbesi sonrası Fatsa Devrimci Yol davasında babası ile birlikte yargılandı. 3 yıl süren tutukluluk sonrası serbest bırakıldı. Tahliye olduktan sonra 2011 yılına kadar Fatsa'da siyasal mücadele yürüttü. HDP bileşenlerinden Yeşil Sol Parti’nin kurucuları arasında yer alan Sönmez, halen bu partinin MYK üyeliği görevini de yürütüyor.

"AKP ve MHP’nin temsil ettiği bürokratik, halktan kopuk belediyecilik modeline karşı halk meclislerini devreye sokacağını" söyleyen Sönmez, "Biz belediye meclislerini de aşan halk meclislerini, eski adıyla halk komitelerini kuracağız. Mahalle, sokak, hatta büyüyen bu kentlerde apartman komiteleri kuracağız. Her apartmanın mutlaka bir komitesi ya da meclisi olacak. Belediye meclisi adeta bunu koordine eden bir meclis olarak görev yapacak. Esas kararı halk verecek. Biz ancak bunu koordine eden bir yönetim anlayışı kurabiliriz. Bizim esas çıkış noktamız bu olacak Manisa’da” diyor.

'HDP’YE SAHİP ÇIKMA ZAMANI DİYEREK KABUL ETTİM'

Neden Manisa'dan aday oldunuz?

Manisa’dan adaylık HDP’nin merkezinden gelen bir öneri değildi ilk etapta. Öneri ilk olarak yerel dinamikler üzerinden geldi. İYİ Parti ve MHP dışında, solun oy verilebileceği bir adayın olmadığı kanaati üzerine HDP il yönetimi ve HDP’nin temas halinde olduğu sol demokrat seçmen kitlesi içerisinde isimler konuşuldu. O isimlerden birisi de ben oldum. Fatsa ve Terzi Fikri’ye de tarihi bir gönderme yapılarak performansımın buraya katabilecekleri üzerine bir tercih oldu. 2011 seçimlerinde bu bölgede yoğun olarak çalışmalara katılmıştım. Böyle bir teklif gelince tereddüt etmedim. Sapla samanın birbirine karıştığı, kimin kimle ittifak yaptığının belli olmadığı, ilkelerin kaybolduğu bir dönemde 'HDP’ye sahip çıkma zamanı' diyerek kabul ettim. Temsil ettiği politik kimliğe, onun Türkiye’de gerçekleştirmek istediği demokratik cephe mayalanmasına bir katkım olabilir diye düşündüm.

HDP’nin batıda seçime girdiği yerler çok sınırlı. İl olarak Ege’de sadece Balıkesir, Manisa ve Denizli var. Manisa bu üç il içinde en çok ilgimi çeken yer oldu. Hem burada tarihsel bir geçmişimiz de var. İçinden geldiğim siyasi hareketin de iz bıraktığı bir şehirdir. Öyle baktığımda da sıcak geldi bana. Tam böyle tarihsel bir eşikte MHP ve İYİ Parti adaylarına karşı üçüncü bir yol açmak adına Manisa’da böyle bir şart oluştu. Bu açıdan ben tarihsel bir görev olarak da gördüm buradan aday olmayı. Belki Manisa’dan Türkiye’ye politik bir duruş da gösterebiliriz.

'KAFAMDA ÖYLE KİMSENİN BULAMADIĞI MUHTEŞEM PROJELER YOK!'

Bir tarihi gönderme de biz yapalım… 'Terzi Fikri'nin oğlu' olarak sizin nasıl bir yönetim anlayışınız olacak?

Babam seçim kampanyasında, "Ben her şeyi çözebilecek bir güce sahip bir adam değilim. Ne yapacaksak sizinle birlikte yapacağız" derdi. Benim de kafamda öyle kimsenin bulamadığı, muhteşem projeler yok. Yerel yönetimlerde esas şey şudur: Yaşanan o coğrafyada, o kentte, oranın yurttaşlarıyla bütün sorunları enine boyuna, sivil toplum örgütlerini de katarak bir toplumsal dayanışma ile öncelikleri belirlemek... Manisa’nın sorunları neyse onları raporlaştırıp ilk etapta sözün, kararın, yetkinin Manisalılarda olduğu bir yönetim anlayışını tesis etmek, en büyük icraatımız olur bizim.

Bugün çok tekçi, merkezci bir rejim inşa ediliyor ve bu aynı zamanda yerel yönetimleri de baskılamış durumda. Yerellerde de aynı zihniyetteki insanlar belediye başkanı oluyor. Bugün AKP belediyelerine bakarsanız hepsi minik birer Tayyip Erdoğan’dır. Onun gibi hareket ederler. Meclis hikayedir, her şeyi onlar belirler. Biz belediye meclislerini de aşan halk meclislerini, eski adıyla halk komitelerini kuracağız. Mahalle, sokak, hatta büyüyen bu kentlerde apartman komiteleri kuracağız. Her apartmanın mutlaka bir komitesi ya da meclisi olacak. Belediye meclisi adeta bunu koordine eden bir meclis olarak görev yapacak. Esas kararı halk verecek. Biz ancak bunu koordine eden bir yönetim anlayışı kurabiliriz. Bizim esas çıkış noktamız bu olacak Manisa’da.

'KIRI KIRDAN, ŞEHİRİ ŞEHİRDEN YÖNETECEĞİZ'

Belediye Başkanı olduğunuz takdirde hem kırda hem kentte hizmet vermek zorundasınız. Buna dair ne tür stratejileriniz var?

Büyükşehir işleri AKP’nin planlayarak yaptığı şeyler. Bu gerçekçi bir şey değil. Mesela büyükşehir olduğu için Manisa’nın bütün köyleri mahalle oldu. Yani çöp hizmetini bile belediye merkezden yapıyor. Şehirde çöp toplamak ya da başka bir hizmeti üretmekle kırsal bölgede bu işleri gerçekleştirmenin hem fiziksel hem teorik şartları farklıdır. Biz bunları da analiz ederek daha gerçekçi, sürdürülebilir ve hizmetin merkezden taşınarak değil yerinde üretimini sağlayan çeşitli tesisler kuracağız. Çünkü bu bir yönetim anlayışı. Her şeyi merkezden yönetmek değil, yereli de yönetime katacak bir zihniyet oluşturmaktan bahsediyorum. Yani kırı kırdan, şehri şehirden yöneteceğiz. Bir belediye meclisiyle bunları yapmak mümkün değil. Köylerde meclisleri yaratarak sorunları birlikte ele almak başarılmayacak bir şey değil. Atla deve değil bunlar. Yeter ki anlayışınızın ne olduğuna karar verin. Bugün bizi iktidar partisinden ayıran, egemen devlet partilerinden ayıran temel ayırım budur diye düşünüyorum.

.

'SOMALILAR KÖMÜRE MAHKUM OLMAMALI'

Manisa ticaret, sanayi ve aynı zamanda bir tarım şehri. Dolayısıyla burada birbiriyle çatışan farklı alanlarda farklı talepler olacaktır. Bu taleplere hangi perspektiften çözümler üreteceksiniz?

Kontrol edilemez bir büyümenin karşısındayız. İnsanlar aş, ekmek sahibi olacak derken korkunç bir büyüme perspektifiyle dev bir sanayileşme esasen dünyanın sonunu getiren açmazlardan birisi. Biz sürdürülebilir gerçekçi bir büyümeden yanayız. Bu anlamda insanların istihdamını sağlarken diğer taraftan da ekolojik yıkımı kontrol altına almamız, doğayı tahrip etmememiz lazım. Devlet politikaları tarımı desteklemediği için sürekli bir büyüme ve sanayileşme üzerinden bir şeyler yapılıyor. İnsanlar artık kırsal bölgelerde gelecek görmüyorlar. Doğal olarak kentlerin varoşlarına akın ediyorlar. Şehirde kontrolsüz bir göç ve kontrolsüz bir büyümeyle birlikte tam bir emek sömürüsü ve tamamen çevreyi kirleten bir politikaya sebep oluyor. O yüzden bunu dengelemenin yolu tarımı güçlendirmekten geçiyor.

Manisa önemli bir tarım kenti aynı zamanda. Tarımın nasıl yok edildiğini, nasıl tahrip edildiğini ve üretime değil tamamen uluslararası şirketlerin beklentilerine göre nasıl dizayn edildiğini yıllardan beri biliyoruz. Bununla ilgili alanında çalışmalar yürüten çiftçi sendikaları, dernekler ve fikir sahibi olan entelektüel çevreler var. Tüm bunların katkısıyla beraber tarımda yeniden üretimi teşvik ederek, köylünün kendi ürettiğini kendisinin pazarlayabileceği kırsal bölgeleri yeniden yaşanabilir hale getirmek için bize ne görev düşerse buna öncülük etmeye karalıyız. Aynı zamanda bir sanayi kenti olması da binlerce yoksul emekçinin burada yaşamasına tekabül ediyor. Bu alanda yaşanan eşitsizliklere, kapitalist sanayileşmenin yarattığı yoksullaşmaya karşı da yine toplumsal dayanışmayı temel alan bir çalışma yürüteceğiz. Bu konuda epeyce alternatif politikalar var. Bunlar bizim referansımız olacak. Bir de Soma gerçeği var tabii. Biz enerji alanında maden meselesinde biraz duyarlı bir siyasetiz. Oraya alternatifler de geliştirmek istiyoruz. Somalılar kömüre mahkum olmamalı. Yani daha farklı istihdam alanları yaratabilmek için belediye olanaklarıyla, toplumsal dayanışma ilişkileriyle bir çözüm üreteceğiz. Daha doğrusu Manisa’yı masaya yatıracağız. Sanayisiyle, tarımıyla…

'MANİSA HALKI HİÇ MERAK ETMESİN!'

JES’ler nedeniyle tarım alanlarında bölge halkını yakından ilgilendiren bir tahribat söz konusu. Bunları nasıl önleyeceksiniz?

Enerji üretiminin nükleerden, JES’lerden arındırılması gerektiğini; bunların doğayı tahrip eden unsurlar olduğunu biliyoruz. Buna karşı mücadeleyi yükselten bir siyasal hareketiz. Bu anlamda en duyarlı olacağımız konulardan birisi budur.

Önce bu şirketlerin faaliyet gösterdiği alanlara gidip neler oluyor, köylüler nasıl etkileniyor, yerinde görmek lazım. Bu konuda mücadele yürüten özellikle yeşil hareketin Avrupa’daki farklı siyasal temsilcilerini bizzat yerine getirebiliriz. Orada alternatif çözümler üretebilir, dönüştürebiliriz. Bir avuç şirketin çıkarlarına alınmış bütün kararların karşısında hem hukuki, hem de siyasi mücadele yürütürüz. Ben ekolojik yıkım karşısında hukuki sınırlar içinde kalmış bir mücadelenin de yeterli olmadığını düşünüyorum açıkçası. Çünkü hukuki olarak kazansanız da tekrar ÇED raporuyla önünüze geliyorlar. Bana göre hukuksal mücadele gerekli ama temel olan değildir. Temel olan, ona karşı gerçekten siyasi bir mücadele yürütmek ve direnişi örgütlemektir. Şirketlerle karşı karşıya geleceğimizden kimsenin şüphesi olmasın. JES’lerle mücadele eden üreticilerin, oralarda yaşayan halkın yanında duran bir zihniyetle hareket ederiz. Bu anlamda Manisa halkı hiç merak etmesin. Biz sermayeyle ve şirketle değil, orada yaşayan halkla omuz omuza bir mücadelenin parçası olacağız.

'KUTUPLAŞMAYI GERİLETMEK BİZİM ISRARIMIZDAN GEÇECEK!'

Mevcut siyasi iklimin de etkisiyle etnik farklılıklar giderek derinleşiyor. Kutuplaşmaya karşı Manisa’da toplumsal barışı sağlamak adına neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Bu mesele bizim temel siyasi önceliğimiz. Ben kutuplaşma açısından bu seçimlerin doğuracağı sonuçların Türkiye’yi başka bir iklime götürebileceğine inanıyorum. Çok kaotik bir dönem yaşayabiliriz. Bir alt üst oluş yaşanabilir. Ama toplumsal gerilim sonrası başka bir arayış için şans olabilir diye düşünüyorum. Ben bir Karadenizliyim. Karadeniz, Ege Bölgesi gibi değildir. Hiç Kürt nüfusu yoktur. Homojen bir yapısı vardır. Çünkü orası savaşın ve çatışmanın yarattığı milliyetçiliğin nüfuz ettiği bir yerdir. Bir de Karadeniz, solun tarihsel olarak kök saldığı bir bölgedir. Benim adaylığım basında, sosyal medyada geçince oralardan gelen tepkilere baktım. Kendi ilçemde bugün AKP, MHP egemen. Devletin bu kadar ayrıştırdığı, HDP’yi bu kadar terörist ilan ettiği, bütün siyasetçilerini hapse attığı bir ortamda ben çıkıp aday oldum. Ama yaşadığım yerden bir tane olumsuz tepki gelmedi. Bu şuna işaret ediyor. Bu zulmün, bu ayrıştırma politikalarının kutuplaştırmanın karşısında içeriden bir isyan hissediliyor. Bunu taşıyabilecek bir siyasi çıkışa ihtiyaç var. Artık belediyeler sadece bir yerel yönetim gibi görülemez. Bu meseleyi ele almadan, kutuplaşmayı çözmeden, bunun için söz kurmadan asla bir yerel yöneticilik yapılamaz. Belediyeleri sadece siyasetin taşıyıcısı haline getirdi iktidar. Biz de bu barış projesini, bir arada yaşama projesini yerellerden doğru örmek zorundayız. Bu anlamda yerelleri aldığımız kentlerde sadece siyasi güç olmayı değil, bizim gibi düşünmeyenleri de yönetime katmayı becermemiz lazım. Fatsa’daki başarının anahtarı, sihirli yanı buydu. Barış ortamını yaratmak, kutuplaşmayı geriletmek bizim ısrarımızdan geçecek!

Son olarak; kendi adaylığınız üzerinden Fatsa’dan geriye kalanı nasıl değerlendiriyorsunuz?

O zaman bir belediyecilik yapıldı ama esasen o belediyeciliğe ruh veren o günkü dünyadaki gelişmelerin de bir eleştirisini içermesiydi. Sadece Türkiye’deki sistemin kapitalizm eleştirisi üzerinden bir yönetim anlayışı değildi. Aynı zamanda bir sosyalizm eleştirisiydi. Fatsa aslında nasıl bir demokrasi anlayışımız olacak sorusunu içeriyor ve önceliği halk komiteleri oluşturuyordu. Şimdi bu daha da gelişti bence. Fatsa’nın tarihte kalmış bir deney değil yaşayan bir deney olduğunu düşünüyorum. Öyle olmasa hâlâ konuşuluyor olmazdı. Ben Rojava’ya baktığımda Fatsa’yı görüyorum. Fatsa’nın en önemli özelliği feodal bir yerde kadınların gösterdiği başarıdır. Feodalizme karşı tavır alan bir harekete kadınların sahip çıkmasıdır. Başarının hikayesi orada saklı.

Manisa’da bu nasıl olabilir? Artık toplumsal çelişkiler değişti. Manisa’da başka sorunlar var. Eski ve yeni kuşak çatışması var. Tamamen kapitalizmin yozlaştırdığı bir eğitim sisteminden geçmiş yoğun bir genç kitle var. Onlara bir pencere açmamız gerekecek. Özellikle gençlerin ve kadınların etkin rol aldığı, bir takım hedeflere kilitlendiği, boşluğa düşmediği bir Manisa yaratmamız lazım. Seçim döneminde bu çalışmalara başlayacağız. Ama ben sadece Manisa’da değil Türkiye’nin her tarafında Fatsa ve benzer deneyler gerçekleşebileceğine inanıyorum. Yurttaşa önem verilmesi ve kararların alınmasında yurttaşın işe dahil edilmesi gerekir. İktidar bunu sihirli bir değnekle onlara menfaatler dağıtarak yapıyor. Biz o menfaatleri kendilerinin yaratabileceği bir anlayışı hayata geçirebilirsek, Fatsa odur. Hiçbir şey bizim için mucize değil. Bizim sihirli bir formülümüz yok. Ama sorunları nasıl çözebileceğimizi biliyoruz. Onlarla oturup Manisa’nın önceliklerini belirleyerek yolumuza devam edeceğiz.