Hay bin Yakzan’ın 1000 yılı

Müslüman Endülüs yıkıldı gitti. Fakat İbni Tufeyl’in Hay bin Yakzan’ı, yıkılmış bir kültürün o kadar da yıkılmış bir kültür olmadığını, ışığının 1000 yıl boyunca ulaştığı her yerde türlü çeşit aydınlanmalara yol açtığını ya da aydınlanma çabalarında rol oynadığını gösteriyor bize.

Abone ol

DUVAR - Kültür, kültürel iktidar, Auguste Comte baş tacı da İbni Haldun niye müfredat dışı (iyi soru!), tartışıp dururken, tartışmanın verimli hale gelmesini sağlayabilecek işler pek dikkat çekmiyor, ne yazık. Tuttuğu saflara taş taşıma dışındaki işlere gönül verenlerin sayısı giderek azalıyor mu ne? Oysa çok önemliydi mesele, söyleyenin cumhurbaşkanı olmasından bağımsız.

Kitap, “kültür”lerin birbiriyle temaslarına, alışverişlerine, geçişliliklerine dair etkileyici bir emek ürünü. Hayır, Türkiye’deki tartışma taraflarından birini haklı öbürünü haksız çıkaracak bir iş değil bu, bizzat “taraf”ların kendilerini ve konu hakkında düşünmek isteyen herkesi bilgilendirecek, argümanlarını gözden geçirmesine yol açacak, kültür üreticileri, kültürel fark, kültürler arasında etkileşim, kültürel geçişlilik meselelerinde ufuk genişleten bir çalışma.

ETKİLEME GÜCÜ ve ETKİLENME KABİLİYETİ

İbni Tufeyl’in Hay bin Yakzan’ı nasıl hüdayinabit (bugünkü kısır evangelist mahreçli Evrim tartışmalarını hatırlayınca, Müslüman bilginlerin 1000 yıl önceki düşünme cesaretine hayran kalmamak elde değil) bir çocuğun doğayı, kendini, tanrıyı keşfinin öyküsüyse, Avner ben Zaken’in çalışması da bizzat eserin insanların düşünmesini, tartışmasını, kavgalarını nasıl etkilediğinin, yaklaşık 1000 yıllık bir serüvenin öyküsü. Çalışma, hem Hay bin Yakzan’ı bugün okumak isteyenlerin okudukları metindeki anlam tabakalarını çözmelerine yardımcı oluyor, hem bir eserin Endülüs’ten başlayarak Batı düşüncesini nasıl etkilediğini gösteriyor. Elbette tersinden, Batı’nın etkilenme kabiliyetinin nasıl onun lehine işlediğini söylemek de mümkün.

Hay bin Yakzan, İbn Sina/İbn Tufeyl, çev. M.Şerafettin Yaltkaya, Babanzade Reşid, 140 sy. YKY, 2016.

Endülüs’te Gazali’nin tesirindeki Sufiliğin yükselişiyle baş etmeye çalışan, kalbi Sufilikle akli Endülüs ekolü arasında sentez arayan bir girişim imiş aslında Hay bir yanıyla da. İspanya’da Müslümanların yanı sıra, “çocukların felsefe öğrenmesinin” tehlikelerine veya yararına inanan Yahudiler arasındaki kavgada pedagojik değerlendirmeler eşliğinde okunuyor ve tartışılıyor. Oradan Floransa’ya geçtiğinde, sodomi ve astroloji üzerine bir mücadelenin eksenine yerleşiyor, elbette bilme-bilgi meselesi eşliğinde; Batı ortaçağdan çıktı çıkacakken tam. Batı Avrupa’da 17’inci yüzyılda yükselen deneyselci düşüncenin, kilise ve “babalar” otoritesine karşı bilgi usullerindeki köklü değişikliklerin sert, verimli kavgasında yine elden ele gezdiğini görüyoruz kitabın.

Mesele sadece Daniel Defoe’nun (Deleuze’ün öfkeyle andığı, tiksintisini gizlemediği) Robinson Crusoe’sunu etkilemesi değil hiç, o işin ufak yanı: Eser İtalya’da, Almanya’da, Hollanda’da, Britanya’da düşünce tarihinde iz bırakmış, bu tarihe yön vermiş isimlerinin dikkatini celbetmiş, onlara ilham vermiş: Spinoza, Locke, Hume… Kitabın kendisinin serüveni, Hay’ın kitaptaki serüveni kadar etkileyici.

İKTİDAR TOPLANMIŞ KİTAP YAKAR…

Kitabın serüveni, daha yazılmadan Endülüs’te süre giden ciddi, sert bir kavgayla başlıyor aslında, ateşli bir vakayla: 1109’da Kurtuba şehrinin ileri gelenleri, ana camiinin batı kapısında toplanırlar. Kurtuba baş kadısı Hüseyin İbn Hamdin ve diğer fıkıhçılar, Gazali’nin İhyaû Ulûm’id-din adlı eserini yasaklamış, melik de kitabın yok edilmesini istemişti. İşte onun için bir aradaydılar. Memurlar, tüm nüshaları toplamış yığmışlardı. Deri kaplı ciltler yağa bulandı ve ateşe verildi.

Bizim buralarda İslam düşünce tarihinde felsefenin sonunu davet ettiği, yasakçılığı başlattığı konuşulan Gazali, ateşli, yok edici yasaklardan nasibini almışlardandı artık. Sebep? Elbette kitapta yazılanlar ama bir o kadar da o yazılanlardan etkilenenler yüzünden. “Sorunlu bir tip”ti Gazali, Sultan Ali bin Yusuf bin Taşfin’e göre. Fakat İbni Tufeyl, İhya’nın küllerinden mürekkep çıkarmayı bilecektir, sultana ve fakihlerine rağmen.

“HAKKINDA KONUŞULAMIYORSA SESSİZ KALINMALI”

İhya, “içten, ateşli, tutkulu dinin, bir kalp dini”nin ifadesi olarak, “hoşgörüsüzlükte bütün sınırları aşan” Endülüs fakihlerine meydan okuyordu. “Kalbinin sesini” dinleyen sufiler, kurdukları ve sadece kendilerinin kullanabildiği belirsiz fıkıh terminolojisiyle iş gören Endülüs bürokrasisi için tehdit olarak algılanıyordu. (Endülüs’teki bu çatışmanın sınıfsal boyutuna dair bilgiler içeren çalışmalar da var mıdır acep?)

İşte bu kavgalar ve yol açtığı zafer ya da yıkımlardan sonra İbni Tufeyl, eserine girişir. “Gazali’nin muamelat ilmi ile Endülüs’ün mantık, matematik ve astronomiye ağırlık veren felsefi geleneğini birleştirir.”

Gazali, aslında kitapta var, en azından alegorik bir atıfla: “İbn Tufeyl’in, (İbn Yakzan’ı) emziren ceylan (bir keçi, kurt yada bir başka memeli değil) öyküsünü kullanması, Gazali’nin ismini (“gazal”) tezinin dokusu içine kodlar.”

Ve bir alıntı, Gazali’den bir alıntı: “hakkında konuşulamıyorsa, sessiz kalınmalıdır.” (Wittgenstein’dan değil.) Gazali bu ifadeyle, felsefe dilinin sınırlarını belirlemek ister esasen. İbn Tufeyl de sözü, “kişinin felsefeyi sözcüklerle sınırlamaması, bunun yerine, hakikatin bilgisine ulaşmak için birinci elden araştırma yapması gerektiği”ni vurgulamak için alıntılar.

Hay bin Yakzan'ı Okumak, Avner ben Zaken, çev. Yavuz Alogan, 264, İthaki Yayınları, 2017.

YIKILAN NE KALAN NE?

Müslüman Endülüs yıkıldı gitti. Fakat İbni Tufeyl’in Hay bin Yakzan’ı, yıkılmış bir kültürün o kadar da yıkılmış bir kültür olmadığını, ışığının 1000 yıl boyunca ulaştığı her yerde türlü çeşit aydınlanmalara yol açtığını ya da aydınlanma çabalarında rol oynadığını gösteriyor bize. Bunu görüyoruz, çünkü Avner Ben-Zaken’in çalışması yazıldığı günden başlayarak dört önemli uğrakta görünür kılıyor kitabın serüvenini.

Otoritenin dediğini değil, kendi araştırmasını takip edenin kazandığı bir “otodidakt”ın öyküsüyse bu, Gazali’den “felsefecilere kızan” Gazali’den Hume, Spinoza gibi “has filozoflar”a giden bir etkileşimin de öyküsü. Bereket İhya bugün de var, tıpkı Hay’ın da var olduğu gibi. Yakmak, sürmek, yasaklamak, “kitabı bombadan daha tehlikeli” ilan etmek iktidarların gönlünü hoş edebilir, ama o iktidarlar gelir geçer. İktidar ateşlerinin küllerinden eser çıkaran bilginlere hürmetle, bitirelim.