Hatırlama enerjisi

Tanıl Bora, son kocaman kitabı Cereyanlar’da “unutma enerjisi”nden söz ediyor. Cumhuriyet heyecanı o enerjiyle doğdu diyor. Son derece başarılı bir pedagoji bu. Türkiye’nin mirası acı, acılı, mağdur, zalim, travmatik-trajikti. Dakika fevt eylemeden unutmak zorundaydı o yakın geçmişi, mübrem ihtiyacını karşılamalıydı. Başardı, on yılda on beş milyon genç yarattı.

Abone ol

Yan masadaki gençlik mükalemesi ufkumu iyi açtı, hayranım onlara.

Gözlemim:

Çağımızda alınan en sıkı eğitim yanlış anlama konularını kapsayacak şekilde genişletilmiş bulunuyor. "Aşkım manyak mısın?" diye bir ses duyduğumda aşkının yine neyi yanlış anladığını aşağı yukarı tahmin edebiliyorum. Mevzu geniş ama içerik dar, ama her başlık çok esnek, sündükçe sünüyor.

1. "Neden öyle dedin bana?" Kırılmış yüz ifadesiyle. Muhtemelen "olay" başka bir kızın yanında olduğunda veya o tuvalete gittiğinde.

2. "Kimseye söyledin mi?" Duymayan kalmasa da umurunda olacak kimsenin bulunmadığı durumlarda.

3. "Öyle demedim ki!" Ne dediğinin anlaşılamayacağını kendi de bildiği halde.

4. "O gün bana niye öyle dedin?" Anlayamadığı her konuşma sırasında geçmişe sığındığında.

5. "Küstün mü?" Ya giderse diye korkudan öldüğünde. Gitmesi kalması an meselesi biliyor. Ama giderse birini anında bulamayacağının farkında. Beklemeye tahammülü yok.

6. "Neden anlamak istemiyorsun?" Anladığını ama kabul edemediğini gördüğü harcıalem her konuşmada.

7. "Nereye gidiyorsun şimdi?" Nereye gideceğini bildiği ama gitmesini istemediği herhangi bir yerin adı geçtiğinde.

8. "Hep böyle yapıyorsun!" Ara sıra hepimizin öyle yaptığını bildiği ama bunun doğru olmadığına önce kendini inandıramadığında.

9. "Bırak ya!" Kimin neyi bırakacağının hiç anlaşılmadığı saçmasapan bir tartışmada.

10. "Aşkım manyak mısın?" Neden kalkıp gittiğini ikisi de anlayamadığında, zaten anlayacak bir şey de olmadığında.

Aşktan söz ettiğimizde sözünü ettiklerimizin içeriği bütünüyle değişti –hemen her şeyde olduğu kadar. Değişiklik derecesi, aşkın içeriğine bakarak ölçülebilir.

Bir de "Gerizekalı mısın aşkım?" var ama onun muhtevasını henüz anlamış değilim.

Gözlemimi hemen Ezgi’ye anlattım, “Gerizekalı mısın”ı da anlamak istiyorum sana danışabilir miyim dedim. Mamafih ben lafı dolandırmayı severim, onu da ihmal etmedim.

MEKTUP

"Çağımızda bir hayalet dolaşıyor: Kısa dönem hayaleti. Uzun dönemli düşünme kıtlığının damgasını vurduğu, hızla tırmanan bir kriz anını yaşıyoruz."

Bir grup tarihçi toplanıp ‘Noluyor ya, bi öğrenelim bakalım’ diyerek historymanifesto.cambridge.org diye open access bir site kuruyor. Orada herkes bir şeyler diyor. Onlar da verileri toplayıp kafa yoruyor. İki tarihçi (sonuçsuz) sonucu kaleme almış. Tarih Manifestosu kitabı öyle çıkıyor: Jo Guldi ve David Armitage, çev. Serpil Çağlayan, İş Kültür, 2016. Yukarıda giriş cümlelerini verdim. Aktif site veri almaya devam ediyor. Daha kim bilir neler çıkar. Fakat benim anladığım, bizim tarihe mutlaka şu tepkinin gösterilmesi gerektiği: "Tarihim manyak mısın?"

Tanıl Bora, son kocaman kitabı Cereyanlar’da  “unutma enerjisi”nden söz ediyor. Cumhuriyet heyecanı o enerjiyle doğdu diyor. Son derece başarılı bir pedagoji bu. Türkiye’nin mirası acı, acılı, mağdur, zalim, travmatik-trajikti. Dakika fevt eylemeden unutmak zorundaydı o yakın geçmişi, mübrem ihtiyacını karşılamalıydı. Başardı, on yılda on beş milyon genç yarattı.

Sene 1950 olduğunda işlem tamamdı. 1907 doğumlu 43 yaşındaki büyükbabam, heyecanın din bahsiyle alakalı icraatına sinir oluyordu ama... panama şapkasını hatırlamak istemediği geçmişten kopmanın rahatlığı ve kendini ifade etmenin gururuyla takmayı da ihmal etmiyordu: Nüfus kâtibi İsmail Efendi! 1933 doğumlu babam 17 yaşındaydı. Babasının geçmişinden bîhaber muallim mektebini bitirmiş hukuk veya edebiyat tahsil etmek üzereydi. İlki yarım kaldı, ikincisini halletti. İlk çocuğu 1956 doğumlu Nurhayâl’in Türklerin geçmişine ilişkin referansı Sümerler ve Orta Asya’dan yayılan kırmızı oklar palavrasıydı. Gerisi de benimle geldi.

1950-60 arasında, yaşadıkları ülkenin artık telafi edilemeyecek derecede hatırlama enerjisinden mahrum kaldığını fark eden o devrin adamları çocukluk ve gençlik, huzur, üç nesil üç hayat, eski zaman kadınları gibi adlarla hatıralarını yazmaya başladılar. Sonrakilerse bütün bu yazılanlardan edebiyat tadını onlarla temasları oranında alabildiler. Nihayet onun da tadı kaçtı. Elde var ‘Nolacak bu memleketin hâli?’

Bugün bana, hatırlama enerjisini bütünüyle mahveden bir çağın insanları olarak, gençler işte bu iki soruyla başbaşa kaldı gibi geliyor: “Ay tarihim manyak mısın?" ve “Vay nolacak bu memleketin hâli?”

Ne dersin aşkım?

“Çok güzel yazmışsın.”Bunun üzerine ona daha romantik bir şeyler mi yazsam acaba dedim.

İKİNCİ MEKTUP

Seni düşünmeyi düşündüm, self-reflexive gibi, ama tam değil. Tam olmak düşünmemek, herhangi bir düşünceyi yakaladığın anda onu bulunduğu emsalsiz yerden çıkarıp akla dahil ediyorsun çünkü.

Düşüncenin duygu dışında ciddiye alınabilecek hiçbir kaynağı yok. Bilim onu adamdan saymamızı istiyorsa önce bu konuya eğilmeli -okur eğleniriz.

Hermafroditiz. Erkeğin yahut kadının duygusundan söz etmek tek olanı parçalamak. Her birimiz Hermes'le (Adem) Afrodit'in (Havva) çocuğuyuz. Onları ilk ayıranın bir bildiği vardı, yeniden birleştirirken de bir bildiği olduğu anlaşılıyor -aksi halde doğan çocuklarına Hermafrodit adını vermezlerdi.

Ruhumuzda ve görünmeyen bedenimizde iki cinsiyetimiz bir arada olmasaydı birbirimizi hiç anlayamazdık. Oysa anlıyoruz ve tek bedende bir araya getirememenin acısını da ondan çekiyoruz. İki insanın birleşme dışında anlamlı isteği olamaz.

Acısıyla tatlısıyla birleşir sonunda. Ayrılık vakitlerinin acılarını tatlılarını taşırlar birbirlerine. Milyonlarca yıllık ayrılık acısını temsil ederler ve nihayet birleşmenin tadını almak isterler. Heyecan kelimesi tek-gerçek anlamına da ancak o birleşmeyle kavuşabilir.

Sezgisel/vehbî bilgimiz daha dibi olmayan bir kaynaktan gelir. Bu tek bilgiyi/hikmeti pratiğe dökmeyi beceremediğinden çıkmıştır sanat, bilim, kültür... Allahtan o derinliğin temsilleridirler. Dört arketip mi desem? Dört temsil mi? Temsillerimiz aslımızın aynadaki akisleri mi...

Gelin canlar bir olalım. Gel canım bir olalım.

...

Cevabı şuh bir kahkahaydı, sondaki espriyi kaçırmamıştı.