Hani dediğin şeyler

Nesrin Topkapı acaba ne giyip de çıkacaktı oryantal dansına yılbaşı gecesi? Merak edilen buydu. Ayın 25'inde KHK çıktı diye herhalde yılın son günü çıkmaz değil mi diye düşünmemek, bunu böyle düşünmenin sıradanlaşmasından ürkmemekti. Yılbaşını hukuksuzca sevdiklerinden ayrı geçirmek zorunda bırakılan hapisteki canları, iki eğitimcinin Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işe geri dönme talebiyle mevsimleri devirdikleri açlık grevini akla getirmemekti.

Karin Karakaşlı yazar@gazeteduvar.com.tr

Yılbaşı, tarih takvim bahane olsa da muhasebe zamanıdır. Kendine verdiğin sözlerin, sanki sıfırdan başlayacağın bir hayat için aldığın kararların zamanı. Elbette ardında bırakma, kabullenme ve devam etme fırsatı da. Yaşın kaç olursa olsun hatırlamanın zamanı.

Eskiden hiçbir şey güllük gülistanlık değildi elbet. Bu topraklarda insan hayatı arka planda bir yıkım, bir acı olmadan geçmedi hiç. Ama bir korunaklılık vardı sanki içten içe hissettiğin ve şimdi anlatmaya çalışırken tökezlediğin.

Daha kalabalıklı olan sofralardan gelirdi bu güvende olma hissi muhtemelen. Bir zamanı ‘eskiden’ kılan en çok da kaybettiğin insanlar. Ölenler ya da artık burada yaşamayanlar. Yerine koyamadıkların.

Sonra küçük ayrıntılardan mutlu olma yetindi her şeyin başı. O şenlikli sofranın sonunda ikram edilen çorbanın kırmızı ekoseli melamin kasesine gülümsemekti. Hediye paketlerinin kağıtlarını, süslerini, iplerini saklamaktı. Ortası hafif göçük divanda üzerinde battaniyeyle uzanıp okumaktan cildi paralanmış bir çocuk kitabını yeniden okumaktı. Yağan kardı sonra, o beyazlığın içinde bağıra çağıra koşmaktı.

GÜZEL BİRİKMİŞLİKLER

Ne tuhaf şeylerdi her şeye rağmen mutlu hissettiren. Kızamık, kabakulak, suçiçeği gibi Allah’ın emri hastalıklardan haftalarca kendini bilmez bir halde yattıktan sonra sarsak adımlarla çıkılan sokaktı. Kalemle ince ince düzleştirilen ve ansiklopedilerin içine konan Çokomel yaldızlarının hışırtısıydı. Yemekhanenin kıymalı makarna kokmasıydı. Okul çıkışında arkadaşınla yürüdüğün kısacık yoldu. Bitmesini istemediğindi.

Korku hep vardı. Zulüm, haksızlık, öfke, isyan, kan… Hepsi hep vardı. Sadece sanki görünmez bir pelerin korurdu seni. Bütün kalmanı sağlardı. Gelecek denen o koca yılları heyecanla beklemeni, neler neler yaşayacağını düşlemeni…

Nesrin Topkapı acaba ne giyip de çıkacaktı oryantal dansına yılbaşı gecesi? Merak edilen buydu. Ayın yirmi beşinde Kanun Hükmünde Kararname çıktı diye artık herhalde yılın son günü çıkmaz değil mi diye düşünmemek, bunu böyle düşünmenin sıradanlaşmasından ürkmemekti. Lokmalar ağızda büyüyerek yılbaşını haksızca, hukuksuzca sevdiklerinden ayrı geçirmek zorunda bırakılan hapisteki canları, iki eğitimcinin Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işe geri dönme talebiyle mevsimleri devirdikleri açlık grevini akla getirmemekti. Ama yılın son günü de o yıla ait, öyle değil mi? Her gün yaptığın şeyden nereye kaçmak vardı?..

İÇİNDEKİ ŞARKI

Şarkılardan uzak durmak lazımdı. Şarkılar zalimdi. Şarkılar gaddar. Bir koku, bir görüntüyle gelirdi bir şeyler, mahrum kaldıklarını anımsatmaya. Hoş, şarkı dinlemeyi başarsan bile içindeki şarkı susmayacaktı. İlle de Sezen Aksu söyleyecekti misal, usuldan. Atilla Özdemiroğlun’nun bestesine Murathan Mungan’ın şiir lezzetli şarkı sözüyle.

Hani erken inerdi karanlık

Hani yağmur yağardı inceden

Hani okuldan, işten dönerken

Işıklar yanardı evlerde

Tüllerin ardındaki masalara, kanepelere bakardın. Kütüphanelere, evin sakinlerine. Saçlarına kömür kokusu sinerdi. Havada patlıcan kızartması kokusu. Üşümenin tadına varırdın, birazdan sobaya doğru minik ayaklarını uzatacak olmanın güveniyle. Bak, yine güven dedin. İtimat… O ne zorlu kelime.

Mevsimler kimseyi dinlemezken

Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken

Hani herkes arkadaş

Hani oyunlar sürerken

Hani çerçeveler boş

Hani körkütük sarhoş gençliğimizden

Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken

Eskidendi, eskidendi, çok eskiden

Büyüdüğünde eve sığmamaya başlamıştın. Sokaklara karışmak yaşamanın diğer adıydı. Şehrin yine kalabalıktı elbet. Ama aldırmazdın. Ayakların yere bile basmazdı sanki. Kış vakti akşamüstü vapurdaysan, hayat tamdı. Başka hiçbir şeye ihtiyaç duymazdın.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski

Hatıralar gökyüzü gibi

Gitmiyor üzerimizden

Geçen geçti, geçen geçti

Hadi geceyi söndür kalbim

Şimdi uykusuzluk vakti

Gençlik de geceler gibi eskidendi

Gecelerin nöbetçisi gibisin ne zamandır. Bir şeyler okuduğundan, izlediğinden ya da çılgın gibi eğlendiğinden değil. Sadece öylece oturarak. Neyi beklediğini bile bilmeden. İşte en çok bu zaman hatıralar ziyarete gelir. Sen nihayet kapıları açtığın için. Hatıra aynı zamanda hakikattir. Neyi nasıl ve neden hatırladığın kendine itiraf edemediklerini gösterir. Ömür çıkını açılır da biriktirdiklerin ya da eksildiklerin dökülür ortaya. Bakakalırsın şaşkınlıkla.

Hani herkes arkadaş

Hani oyunlar sürerken

Kimse bize ihanet etmemiş

Biz kimseyi aldatmamışken

Hani biz kimseye küsmemiş

Hani hiç kimse ölmemişken

Eskidendi, eskidendi

Sanki başkasının hayatı gibi, değil mi? Sahiplenemiyorsun bile. Oysa sendin alabildiğine. Şu ağız dolusu gülen, gözleri alev alev yanan hani. Kaybolacak masumiyetin eşiğindeki. Ama hatasız da öğrenilmiyor ki. Kusursuz yaşanmıyor. Eskiden olanı hatırlamak 'bugünkü sen’in eseri. Üstelik dipte bir yerde o eski hallerinin olduğunu biliyorsun. Onlar zor zaman can simitleri. Adına kadar unutturmaya çalıştıklarında seni, sarılacaksın hepsine can havliyle. Kim olduğunu yeniden hatırlayasın diye…

Tüm yazılarını göster