Hamburg'un en yaşlı ağaçları

Yaşadıkları, savunacakları semtler gökten yağan bombalarla yok ediliyordu. Yıllar sonra oralarda sigorta şirketleri ve bankalara yurt olacak yüksek binalar kurulacaktı. Gündüz para basılan geceleri tenhalaşan ruhsuz, sessiz yerler… Yine kapitalizm kazanacaktı. Zaten kapitalizm kazanır hep.

Abone ol

Danyal Nacarlı*

Hamburg’un en yaşlı ağaçları hangi semtlerinde duruyor ve uzuyor, biliyor musunuz?

Örneğin, Blankenese’de, örneğin Rotherbaum’da. Neresi mi oralar? Oralar Hamburg’un en zengin muhitleri, en düşük kiraların bile on binlerce Avro’yla başladığı o pahalı bölgeler, konsoloslukların, dünya çapında çok önemli temsilciliklerin olduğu camekandan yerler işte.

Peki, nasıl ve neden öyle olmuş?

1944 ve 1945 yılları kentimize o kadar bomba yağmış ki, çoğu semtte taş üstünde taş kalmamış… Birçok binayı bombalar ortadan ikiye bölmüş. Bir tarafta yatak, dolap, masa, tavan, sırıtırcasına yarım ve çıplak; diğer tarafta da o yok olan, cesediyle bile, havada süzülen, tutulamaz o yokluk işte…

İnsanlar hissizleşmiş, üşüyerek, korkuları bile unutmuş hâlde mahallesine dönünce görmüşler ki asfalt ve beton yanıyor, kent alevler içinde.

Peki Blankenese’nin, Roherbaum’un ağaçları nasıl kurtulmuş?

Tesadüfle, hatta mucizeyle mi?

Hayır!

Bu kurtuluş ne tesadüf, ne de bir mucize eseri.

Savaş sadece! Yani karga karganın gözünü oymazmış işte…

Savaşta yoksullar cezalandırılır. Savaşta yoksullar ölür ve öldürür de tabii. Yoksullar yoksullaşır, zenginlerse zenginleşir.

Savaşı başlatan güruh ve yüksek kapitalizmin maşası olan Hitler rejimi çaldıklarını bir süre daha yutabilsin, tadını çıkarsın ve hak ettikleri cezayı bir müddet daha erteleyebilsin diye savaş günbegün uzatılıyordu. Hem de “Volkssturm” ile. Ordusu iyice erimiş olduğundan Almanya’yı artık altmışlılar, yetmişliler, ya da on üç, on dört yaştakilerle kötürümler savunacaktı. Hitler’in son fedaileri…

Oysa yaşadıkları, savunacakları semtler gökten yağan bombalarla yok ediliyordu. Yıllar sonra oralarda sigorta şirketleri ve bankalara yurt olacak yüksek binalar kurulacaktı. Gündüz para basılan geceleri tenhalaşan ruhsuz, sessiz yerler… Yine kapitalizm kazanacaktı. Zaten kapitalizm kazanır hep.

Volkssturm’tan önce savaşa katılanlar; milyonlarca genç, babalar, kocalar, kardeşler, evlatlar, yani onlar ki savaşta her türden öldürenler, kurşuna dizenler, yakanlar, yıkanlar – öldüler sonunda; öldüler kurşunla, mermiyle, süngüyle; ille de açlıktan, soğuktan, binbir illetten…

Ölmeyenler, esir düşenlerse döneceklerdi birkaç yıl sonra ülkelerine. Üniformaları paçavra, çiş ve kan lekeleriyle, ayakları çarıksız, ama nasırlı, kan ve kir bağlamış kabukları..

Çadırda, barakada kalacaklardı senelerce…“Dünyayı fethetmek“ için yola çıkan Almanya küçülmüştü iyice. Yeri kalmamıştı "gazilere", topraklarına şehitler sığıyordu ancak. Gazilerse çadırlara, kamplara sadece.

Ama yıllar sonra onlara toplu konutlar yapılacaktı lütuf diye.

Savaşı başlatanlarsa, savaşın bittiği gün doldular villalarına, birer, ikişer…

Holding binalarına, makam odalarına yazıldı altın harflerle uğursuz ve âsil adları, meclis ve mebusan listelerine de elbet…

Biz mi?

Bize mi?

Dünyadaki o her “bize” şehitlik kaldı sadece...

ağaçlarımız hep tâze, söküldüğü güne kadar,

aslında söktüğümüz ellerimize kadar…

*Hamburg’da yaşıyor, şair, çevirmen