Hakkı Zariç’in ‘Zona’sı şiirin boşluğunda

C. Hakkı Zariç'in son kitabı Zona, Manos Kitap etiketiyle çıktı. Zona bir sıkıntı kitabı: Hiçbir şey yapmadan beklemenin tahammülsüzlüğünden kaynaklanan bir sıkıntıyı sorun ediniyor. Şiirlerde sorun edilen sıkıntının süreç sonuç diyalektiği içerisinde gösterilmek istendiğini görüyoruz.

Abone ol

DUVAR - Modern Türkçe şiirde doksanlar için geç, milenyum çağı için erken olarak tanımlayabileceğimiz dönemde ilk kitabını yayımlayan bir şair C. Hakkı Zariç. Henüz sıcağı sıcağına okurla buluşan “Zona” ise Zariç’in dördüncü kitabı. “Zona”yı Manos Kitap yayımladı. Zariç’in daha önce yayımlanmış kitaplarıysa şunlar: “Ağzımızın Yanmışlığıyla” (1999), “Keşke Hiç…” (2001), “Sıfır” (2014).

“Zona”da yer alan şiirlerin yazılma süreci, anlaşıldığı kadarıyla geniş bir zaman aralığını kapsıyor.

Zariç, modern Türkçe şiirin son yirmi yılı içerisinde yapıtlarıyla ayakta kalabilmiş bir şair. Şiirde biçim olarak iki binli yıllardan sonra oluşan yeni eğilimlere yakın olduğunun altını çizelim. Ancak duyarlılık olarak başka bir şiir tavrını temsil ediyor. O da modern Türkçe şiirde Nâzım Hikmet’le başlayan hattı izlemekte. Bu hat hâlâ şiirin sözünün sorumluluk, çağına tanıklık, toplumsal duyarlılık gibi nitelikler taşıması gerektiğinde ısrar ediyor. Yapıtın estetik düzeyinin içerdiği etik değerlerle bütünlüklü olmasını öngörüyor. Yani sözü söz, sözü şiir yapan biçim ve biçemsel özelliklerin etik düzeyine, içerdiği etik değerlerle birlikte bakılmasını önemsiyor.

Şair C. Hakkı Zariç

DİRENİŞÇİ BİR ŞAİR: C. HAKKI ZARİÇ

Öte yandan kültür endüstrisinin gerekli gördüğü pazar ilişkileri bu tür şiir anlayışından da, şairden de ebediyen kurtulmak amacıyla baskısını sürdürüyor. Dolayısıyla C. Hakkı Zariç gibi şiir anlayışı benzeşen, birbirine yakın duran isimlerin aynı zamanda direnişçi şairler olarak da nitelenmesi mümkün… Şimdi C. Hakkı Zariç’in henüz sıcağı üzerinde kitabına dönerek neler söyleyebiliriz? Her şiir boşluğa yazılır ve tutunabilirse orda var olur. Eğer öyle değilse şiirin ayakta kalması zordur. O zaman soralım; Zariç’in kitabı “Zona” acaba nasıl bir boşluğa ya da hangi boşluğa yazılmış?

Zariç görüldüğü kadarıyla sözünün sözünü söylemek için acele etmemiş. Sözünü ya da kitabın son sözünü sona bırakmayı tercih etmiş. Aslında bunda şaşıracak bir şey de yok. Çünkü kitap tozu dert ediniyor. Tozun altında kalmış gerçek ortaya çıksın, görünsün, bilinsin derdinde. O nedenle toz tutmuş durumların, anların, anıların, olayların, hatta nesnelerin üstünü kaplayan toza kuvvetlice üflemiş… “Toz Dakikaları” kitabın ilk şiiri… İlk şiirler okurunu kitaba, içeriye davet eden kılavuzlardır. “Toz Dakikaları” da öyle. Büyük bir samimiyetle ve açık sözlülükle kitabın içine çağırıyor okurunu… İşte başlığın üstünde yer alan alınlığa karşın şiiri aslında “insan nerde sormuyor” ki dizelerinin başlattığı “Toz Dakikaları”ndan bir bölüm:

Gitsek, hangi yağmur yanıt olur yol ayrımında bize

Zamanı saklayacak sarnıç yok. Biriken ve çoğalan öfke

Biçimini yitirmiş uykular. Genişliği karanlık odalar diz boyu bej.

Zariç kitabına çocukluğunun, yolların başlangıcındaki anın, anıların tozunu alarak başlıyor… Aslında bir toz alma eyleminden farklı bu. Çünkü şair sanki tozdan kurtulmak için toz almaya değil de her şeyin tozlanmasına karşı mücadeleye girişiyor. Her şeyin tozlanmasını, tozun altında kalmasını dolayısıyla unutulmasını kabul etmeyen bir tavır geliştiriyor. Burası önemli görünüyor bana… Çünkü Zariç “Zona”da tozun yutup unutulmasına neden olacağı şeyleri korumaya, kurtarmaya yöneliyor… Sözümü tamamlayıp destekleyeceği düşüncesiyle önce “Toz Geceleri” başlıklı şiirin alınlığındaki iki dizeyi okumayı öneriyorum:

Sönmüş sümbüllerin de tarihi yazılmalı

Eflatuna şaşıran, yağmuru uzun boylu sananların da

Alıntıladığım iki dize bu şiirle birlikte kitapta şairin neyi sorun edindiğine ilişkin önemli ipuçları veriyor. Aynı şiirin girişindeki iki dizeyi özellikle yönelttiği soruya dikkat çekmek amacıyla alıntılamak istiyorum. Ayrıca bu iki dizeyi de kitabın bütününe ilişkin işaret fişeklerinden biri sayılacağı için alıntılamak istiyorum:

İnsan neyi kırmıyor ki...

Çöpe atılmış ayna ayna mıdır çöpe…

Okuru Haydarpaşa tren garına ve orada paslanan vagonlarla özdeşleşmeye yönlendiriyor. Bu korkunç! Hiçbir şey yapmamanın, hiçbir yere gitmemenin, deyim yerindeyse saplanıp kalmanın sıkıntısının nasıl bir hasara neden olacağını sergilemeyi deniyor. Bunu da sonuçlarını göze alarak yapıyor. İşte “İnsan nereye gitmiyor ki…” dizeleriyle başlayan ve okurunu hayatta, Haydarpaşa garı ve orada paslanan rayların üstünde çürüyen bir vagon gibi olup olmama konusunda seçim yapmaya çağıran “Toz Vagonları” şiirinden bir bölüm:

Paslı rayların üzerinde çürüyen trenlerin tarihinde gizlenen

nedir? Metruk istasyonların erotik öykülerini biriktiriyorum belki. Siyah

bir şelale gibi uykuya dökülüyor yokların kadını. Ertelenmiş biletler

yanıt vermiyor rüyasına kimsenin. Yaşlı ahşap kapılar konuşmanın

dilini unutmuş, kaç Nisan geçti. Kim ayrılmadı kucaklaşırken. Kim kimde

bırakmadı kokusunu. Keman ve kâğıt sustu arşivin göz kapaklarında.

Bir ırmağın buz tutması gibi eski istasyonlar. Çakılı vagonlar mahcup

yolculara. Bir kente baharın gelmemesi gibi.

Zona, C. Hakkı Zariç, 64 syf, Manos Kitap, 2017.

Hakkı Zariç “Zona”da yer alan şiirlerle hem tozun altında kalan, saklanan görünsün, bilinsin istemiş hem de sözü, nefesiniz kesilecek duruma gelmeden bunun gerçekleşmesi mümkün değil demeye getirmiş. Çünkü şiirleri okurken soluğunuz kesiliyor gerçekten de. Okurun soluğunu şiirlerin kesmesinin birçok nedeni var elbette. Biraz uzun bir alıntı olacak, ama gerekli olduğunu düşünüyorum. Alıntılanan bölüm “Toz Soruları” başlıklı şiirden:

Aklımdaki kapılara mektup yazsam gel diyenlerime

Sızılarımı azaltır mı bekle dediklerim

Ölenlerden kendisine yüz çizen kulun erteledikleri

Kışa yazgılı yalnızlığı değil midir, Çarşambaların

Evvelinden habersiz soruları yanıtsız kılan nedir

Nedir kabullenişi, verilmiş sözleri, unutma komalarını geçersiz kılan

Hangi yaramın kabuğunu kaşıyorum ben

Mülteci dostlarımın mı, alkolden ölen dayımın mı

Unutmamak yalnızca zamana karşı değil, zalime ve zulme de karşı koyma, hatta bir intikam alma biçimidir diye düşünüyorum. Kitabın “Toz Yüzyılı” şiirinde olduğu gibi. Şiir “ilk şarkısı idam edilen bir halkın” soykırım ve sürgünlerle katlanan acısını tozlar arasından çıkarıp alıyor. Bir daha hatırlatıyor ve bir daha kaydediyor hafızaya. Değil mi ki bazı yaralar zamanla da iyileşmiyor. Hele de bu bir soykırımsa. “Toz Yüzyılı” başlıklı şiirin bir ithafı var. Paramaz’a ithaf edilmiş. Şiirin ithaf edildiği Paramaz, yani Madteos Sarkisyan İstanbullu Ermeni bir sosyalist, bir devrimci olmasının yanı sıra bir gazeteci ve entelektüeldir. 15 Haziran 1915 sabahına doğru Beyazıt Meydanı’nda arkadaşlarıyla birlikte asılarak idam edilir. O şiirden bir bölüm:

Gecenin kumaşı eskimiş, uykusu doğranmış perdelerin, kasaturalar

Avlu kapılarında potin izleri. Gençlikten konuşuyoruz, ilk şarkısı

İdam edilen bir halkın kalkışmasından, mağrur ufuk çizgisi bazen

Umutsuz mavisinde serçelerin göğü. Meydanlar ve barut kokusu

Unutmanın perçeminde saklıyor yorgunluğun ölgün rengini

Umursamaz masalarda nasırlı dirseklerin aklından yekinmek geçmiyor

(…)

Seni Gümüşsuyu’nda bir kuyunun kör sesine bağırsam

kim çıldırır ikimizden

Gençliğin umudu yola çağırır, yolculuğa çağırır. Eğer içinde bir de şiirin fırtınası varsa bu daveti kabul etmemesi söz konusu değildir. O nedenle belki de Zariç’in son kitabı, yolun başında “Kars” sonunda “Zona” olan bir yolculuk kitabı olarak da okunabiliyor… Ama yanlış anlaşılmasın; bir yol şiiri değil söz konusu olan. Şair yolculuğu değil, yolculuğun durakladığı yerdeki “bekleme sıkıntısını” dile getiriyor… O bekleyişte hatırayı ve hafızayı sınayan unutma tozlarının saldırısına karşı mücadelesini kaydediyor. Bu sınavı bize aktardığını düşündüğüm şu dizeyi paylaşmak istiyorum:

Saklanmam mümkün değil yakama sözcük asmışım

“Zona”, unutmaya karşı direnen bir kitap. Ama bir o kadar da unutmamanın bir bedelinin olacağını söyleyen bir kitap. Unutmaya karşı direnen şiirin soluğu sadece şair için değildir. Okura da cesaret verecektir elbette. Kitabın ilk bölümünün sonunda yer alan, ama aslında benim kitabı başlattığını düşündüğüm “Kars” başlıklı şiirin tamamı okunsun isterim. Ancak ben, küçük bir bölüm paylaşabiliyorum:

Beni akşamın alnına mıhla

Soruların ilk hecesinde uyandır beni

Sesime yeni biçilmiş çimen kokusu

Ellerime karanfil ver

Omuzlanmış tabutları kalbimize gömme artık

Garsonlar kadar bellek sahibi olsun herkes

Bir de Kars’a mektup yaz

“Zona”nın modern Türkçe şiirin hem güncel hem de tarihsel yelpazesi içinde önemli bir boşluk bulduğunu görüyoruz. Kitap bize açıkça o boşluğun, şiirlerin verdiği solukla kalkan toz yığını nerdeyse, neyin üstündeyse orda olduğunu söylüyor… “Zona” okurun beğenisinde ve şiir tarihinde alacağı yeri hak etmek için soluk alıp veren şiirlerden oluşmuş bir kitap…

SIKINTIDAN DOĞMUŞ BİR KİTAP: ZONA

“Zona” bir sıkıntı kitabı: Hiçbir şey yapmadan beklemenin tahammülsüzlüğünden kaynaklanan bir sıkıntıyı sorun ediniyor. Şiirlerde sorun edilen sıkıntının süreç sonuç diyalektiği içerisinde gösterilmek istendiğini görüyoruz. Bekleme, ama uzun süreli bekleme hali zamanla sıkıntı ve strese dönüşür. Beklemek yalnızca tozlanmaya, paslanmaya, yani dışsal etkenlerle yok olmaya değil, içten içe gelişen tepkilerle de çürümeye yol açar. “Zona” da budur zaten. İçsel tepki… Şair de “yadsımanın tene yayılan ödemi” olarak tanımlıyor “Zona”yı. Ben buna ek olarak “sıkıntının tene yayılan ödemi” yorumunu getireceğim. Kitapta, sonunda “Zona”ya yol açan iki şey yadsınıyor. Biri tozlanarak hafızadan ve hatıradan alınmak istenenler, yani unutmak; diğeri de tepkisiz kalmak. Aşağıdaki dörtlükler kitaba da adını veren “Zona” başlıklı şiirden:

Yine deniz çekilmesi boğazımda, çaresizliğimin armağanı

Rıhtımlar, yokolmak için gitmenin sağanaklı duldaları

Avlulardan yükselen kuşların ürküttüğü yaprakları serinliğin

Zona; ürpertili uçuk izleri sıkıntımın

Şehvetli bir kadının tanrısı ve imzasız mektupları

Sokaktan gelen ayak sesleri ve kokuları ıslak çiçeklerin

Bakmayan, dokunmayan, sevişmeyen yalnızlığım benim

Zona; okşayamadığım yara izleri sıkıntımın

Bağırmaktan başka dil bilmeyen tiranlar

Reklamlardan aşırılmış çok sevimli gülüşler

Yapaylık, adına ben'ini sormayanlar

Zona; sustukça çoğalan kabuksuz yaraları sıkıntımın

Hakkı Zariç’in kitabını okudum, ama belki ancak şiirlerin tozunu aldım diyebilirim. Şiirlerin adındaki “toz” “Aşk Kayıtları”ndaki (Enver Topaloğlu, Yitik Ülke Yayınları) “Beyaz Perçemli Akşam” başlıklı şiiri anımsattı bana:

Bugün yine çok çalıştım

Okudum

Yazdım

Üstüm başım sözcük tozu

Üstüm başım sözcük tozuydu kitap bittiğinde… Hatta üstüm başımdan da öte içim dışım toz oldu. Sanırım hatırayı ve hafızayı boş levha durumuna getiren unutmayı reddetmenin ve telgraf tellerinde gemi leşi gibi zamana gömülüp beklemeyi yadsıyan şiirlerle geçirdiğim zamanın bedeliydi bu. “Zona” okurunun da benim gibi bu bedeli ödemekten kaçınmayacağını düşünüyorum. Son olarak Zariç’in bedel olarak gösterdiği “Zona”nın, bulduğu boşluğu doldurmanın yanı sıra, kesinlikle bulaşıcı olduğunu da söylemek istiyorum…

KISA… KISA…

Ruhi su şiir ödülü

2017 Ruhi Su Şiir Ödülü oybirliğiyle İsmail Mert Başat’ın “Külde Kor İzleri” kitabına verildi. Cevat Çapan başkanlığında, Ahmet Telli, Latife Tekin, Hüseyin Ferhad, Asuman Susam, Haydar Ergülen ve Mehmet Gözen’den oluşan Ruhi Su Şiir Ödülü Seçici Kurulu, 2016-2017 yıllarında ilk kez yayımlanan şiir kitaplarını, şairinin veya yayıncısının herhangi bir başvurusu olmaksızın değerlendirerek kararı oybirliğiyle aldı. Seçici kurulun kararında “Şiirin dilini ve yapısını, insanlık tarihinin köklerinden itibaren yoklayıp, tarihsel ve mekânsal bir toplamdan süzerek kurduğu bir şiir dili ile yazması; şiirini, dünyanın tüm sömürülen ve ezilenlerinin özgürleşeceği kardeşçe bir varoluş coşkusuna adaması; kalemini, yarım yüzyıldır, her türlü zulme ve tahakküme karşı direnci yeniden üretmek için kullanması ve bu tutumunu hep şiir estetiğinin içinde kalarak, direnme estetiğinin zenginleşmesine katılarak sürdürmesi” görüşüne yer verdi.

Ödül töreni bugün (21 Ekim 2017 Cumartesi) saat 14.00’te Bakırköy, Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde düzenlenecek.Ruhi Su Şiir Ödülü, Ruhi Su’nun kültür mirasını yeni insanlara ulaştırmak, sanatını yaşatmak amacıyla ilk kez 2016 yılında verildi.