Gündemin hatırlattıkları: Türk Hava Kuşu, Rize çayı ve olimpiyatlar

Çok zor bir haftanın ardından gündemi şarkılarla özetleyelim. Şarkılarda Türk Hava Kuşu da var, Rize çayı da. Hatta olimpiyatlar bile...

Murat Meriç mmeric@gazeteduvar.com.tr

Zor bir hafta geçirdik. Art arda çıkan yangınlar nefesimizi keserken devletin müdahale edemeyişiyle sarsıldık. Bir yandan bölgeye yardım etmek için çabalarken diğer yandan sosyal medya üzerinden pek çok şeyi tartıştık. Uçurulamayan uçaklar, yangına müdahale edenlere saldıranlar, gazetecilerin haberlerini sansürlemeye çalışanlar, yol keserek insanların kimliklerine bakanlar derken çok acayip şeyler gördüğümüz bir haftayı geride bıraktık. Yangınların büyük bölümü söndürüldü ama hasar ağır. Kolay değil, ciğerimiz yandı. Sahiden nefessiz kaldık. Bundan sonra ne olur, bilinmez ama yanan yerlerin (öncesinde olduğu gibi) imara açılması, memlekete yapılabilecek en büyük kötülük olur – ki bunu dile getirenlerin ‘vatan haini’ ilan edildiği bir dönemde aksini beklemek pek olası değil. Gelişmeleri endişeyle izliyoruz.

Tartışılan, konuşulan şeylerin başında yangınların çıkış sebebi var. Kimi, yangınların kundaklama sonucu çıkartıldığını söylüyor ve buradan bir Türk - Kürt çatışması devşirmeye kalkıyor. Göçmen krizinin derinleştiği şu günlerde tehlikeli sular bunlar, sonuçları zaman zaman ağır olabiliyor. Uzmanlar, tüm dünyada olduğu gibi, yangınların iklim meselesiyle alakalı olduğunu söylüyor. Küresel ısınmanın sonucu bu ve yaşadığımız en sıcak yazda küçük bir dikkatsizlik bile yangınları çıkarmak için yeterli. Her yıl karşılaştığımız felaketler bunlar ama bir türlü ders almadığımız için her seferinde felaket büyüyor. Bizzat vatandaşlar tarafından yapılan müdahaleler kimi yerlerde yangınların büyümesini engelleyebildi ama devletin müdahalede geç kalışı, pek çok ormanlık alanın yanmasına sebep oldu. “Nasıl yandı?”dan öte sormamız gereken soru şu: Neden müdahale edilmedi ya da edilemedi? Konuşmamız, tartışmamız gereken, tam da bu.

ŞARKILARA NÜFUZ EDEN TÜRK HAVA KUŞU

Erken dönemde iklim krizine dikkat çeken bir şarkı var elimizde: Taner Öngür imzalı ‘Alarm’. Sanatçının 1993 yılında yayınlanan ilk solo albümüne adını veren şarkı bu. Öngür, bu albümü 2016 yılında yeniden elden geçirmiş, şarkıları güncellemişti. Pandemi döneminde yeniden ele aldığı şarkıları, geçtiğimiz hafta içinde ‘Alarm 21’ adıyla bir albüm hâline getirdi ve dinleyicileriyle paylaştı. ‘Alarm’, Moğollar repertuvarına da girmiş bir şarkı. Tehlikenin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Dikkat çektiği tehlikelerin bir kısmı yaşandı üstelik. Bundan sonrasında daha dikkatli olmamız elzem zira iklim krizi, kapımızdaki en büyük felaketlerden biri. Buna dikkat çeken başka şarkılar da var ama ben, biraz daha geriye giderek bir dönem teşvik için yapılmış kimi plaklardan ve şarkılardan söz edeceğim.

İlk şarkı, bir taş plak üzerinde karşımıza çıkan, ‘Yine Yükselecek Türk Hava Kuşu’ adlı çalışma. Zaralı Halil Söyler tarafından söylenmiş. Devlet tarafından yaptırıldığı aşikar: “Yine yükselecek Türk Hava Kuşu / Ordular saracak düzü yokuşu / Şahinler bu ülkeye sokmaz baykuşu / Tecrübeler görmüş başkanımız var…” Burada bahsi geçen ‘başkan’, şarkının sonunda ‘vatan kurtaran başkan’ olarak anılan ve ‘Türklerin babası’ olarak nitelendirilen İnönü: “Başımızda olan İnönü İsmet / Düşman cephesinde çok çekti zahmet…” Plağın tarihi konusunda kesin bir fikrimiz yok ancak “Avrupa’yı sardı barut kokusu” dizesi, 40’lı yılların ilk yarısını işaret ediyor. Bu, geçtiğimiz hafta sıklıkla konuştuğumuz Türk Hava Kurumu’nun da ‘gençlik’ yılları. 1925 yılında kurulan, havacılık alanında çalışmayı ve gelişmeyi hedefleyen THK, yakın dönemde atıllaştırılmıştı. Öncesinde orman yangınlarına uçaklarıyla müdahale eden kurum, bu kez ortadan kaybolan, çalıştırılmayan uçaklarla gündeme geldi. Kayyumluğun bir kurumu nasıl da zora soktuğunu ve neredeyse yok etme noktasına getirdiğini, bu sayede bir kere daha anladık. Oysa THK kurulduğunda, sivil uçaklar memleket göklerinde uçtuğunda art arda plaklar yaptırılmış, insanlar uçmaya teşvik edilmişti. ‘Yine Yükselecek Türk Hava Kuşu’, bu plaklarda karşımıza çıkan şarkılardan sadece biri.

Dönem, pek çok şeyin şarkılarla anlatıldığı şarkıların (ve türkülerin, marşların) propaganda aracı olarak kullanıldığı dönem. H. Recep Arman imzalı ‘Teyyareci Adımız’, bu dönemde bestelenmiş marşlardan: “Yolumuzda olsa da dağlar kalın bir perde / Pervasız bir kartalız bu bulutsuz göklerde / Gönlümüzde taştıkça bizi coşturan bu hız / Semada olacağız ışık saçan bir yıldız / Kalbimizde korku yok, çelikten kanadımız / Tayfunlardan yılmayan teyyareci adımız…” Kaynaklara göre, marşın sözleri, adı bilinmeyen bir şehit yüzbaşı eşine ait. İlerleyen yıllarda nakarattaki ‘teyyareci adımız’ bölümü ‘Hava Harp Okuluyuz’ olarak değiştirilmiş ve marş, 15 Temmuz sonrasında kapatılan Hava Harp Okulu’nun resmî marşı olarak kabul edilmiş.

TÜRKÜLERDEN MİTİNGLERE: ÇAY

Geçtiğimiz hafta uçamayan uçaklar kadar tartıştığımız bir başka şey, cumhurbaşkanının afet bölgesinde halka çay fırlatması. Bu, tepkiyle karşılandı. Bu noktada, ‘kraldan çok kralcı’ tabir ettiğimiz kimi insanlar devreye girdi ve matem evine çay götürmenin Osmanlı’dan bu yana süren bir gelenek olduğunu söyledi. Neymiş, bununla halka “siz çayınızı içmeye devam edin, iş bizde, biz devlet olarak hallederiz” mesajı veriliyormuş... Böyle bir mesaj yok elbette. Varsa da bu bir Osmanlı geleneği değil çünkü çay bu topraklara çok yakın bir dönemde girdi.

Çay ve tarihi üzerine yazılmış kitaplar var ama uzağa gitmeye gerek yok. Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ya da kısa ve bilinen adıyla Çay-Kur’un sitesinde tafsilatlı bilgi var; oradan özetleyeyim. Her şey 1917 yılında başlıyor. Halkalı Ziraat Mektebi Âlisi Müdür Vekili Ali Rıza Erten, incelemeler yapmak üzere Batum’a gönderiliyor. Erten, hazırladığı raporda, bölge topraklarının çay ve narenciye yetiştirmek için uygun olduğunu söylüyor. TBMM, savaş sonrasında yaşanan ekonomik sıkıntıları gidermek için 1924 yılında Rize ve Borçka’da fındık, portakal, mandalina, limon ve çay yetiştirilmesine dair 407 sayılı kanunu kabul ediyor ve çay tarımı resmî olarak başlıyor. Başına, Ziraat Umum Müfettişi Zihni Derin getiriliyor. İlk çalışmalar başarıyla sonuçlanınca 1937 yılında Batum’dan 20 ton çay tohumu ithal ediliyor. Sonraki yıllarda bu ithalat katlanarak artıyor ve 1940 yılında çıkartılan 3788 sayılı kanunla çaycılık güvence altına alınıyor. Sonrasında üretim hızla yükseliyor. İlk yaş çay yaprağı hasadının gerçekleştirildiği yıl, 1938. Kuru çay da bu yıl üretiliyor ve piyasaya veriliyor. 1947 yılında ilk çay fabrikası kuruluyor. Sonrasında bu fabrikaların sayısı 45’e ulaşıyor. Çay eksiği, 1963 yılına kadar ithalatla kapatılıyor ama sonrasında yerli üretim iç piyasayı tamamen doyurmaya başlayınca, ithalattan vazgeçiliyor.

1971 yılında, tüm faaliyet ve yetkiler, yeni kurulan Çay Kurumu Genel Müdürlüğü’ne devrediliyor. Kurum, 1982’de Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne dönüşüyor. Bugün, bu kurumun da içi neredeyse boşaltıldı ve bugüne kadar başarıyla çalışan işletmeler yanlış politikalarla zarar eder hâle getirildi.

30’lu yıllarda, daha Çay-Kur ortada yokken, insanlar türkülerle çay içmeye teşvik edilmiş. Rize, Maçka ve Tonya türkülerini seslendiren, repertuvarına ‘Rize’nin Yalısında’, ‘Ay Vuruyor’, ‘Kaptan Havası’, ‘Hey Rizeli Güllü Kız’ gibi türküler alan, bunlarla yetinmeyip ‘Rizeli Sadığın Şarkısı’nı yapan Rizeli Sadık, yanına Bedriye Hanım’ı alarak bu türkülerden birini taş plak üzerine raptetmiş. “Şirindir Rize çayı / Pembe yeşil saçağı” diye başlayan ve bir övgü cümlesini takiben “Benim aklım şaşayi” diye devam eden türkünün ilerleyen dakikalarında şu sözlere rastlıyoruz: “Mavi güzel çiçekler / Lale gibi açayi / Gülden güzel kelebek / Havalanıp uçayi // Bir eğlenti edelim / İçelim Rize çayı / Rize bağlıklarında / Pembe güller açayi…” Türkünün sonunda, Sadık Efendi, Bedriye Hanım’a olan duygularını da dile getiriyor ama bunun konumuzla alakası yok: “Bedriye pencereden / Şahin gibi bakayi / Bedriye’nin bakışı beni candan yakayi…” ‘Şirindir Rize Çayı’, yakın dönemde Ali Rıza Gündoğdu tarafından da seslendirildi. Sözlerde küçük değişiklikler var ama öz aynı.

‘HER YARIŞ SONUNDA, HEDEF ALTIN MADALYA’

Memlekette hemen her şey üzerine şarkı yapılmış. Buna olimpiyatlar da dahil. Geçtiğimiz hafta, biraz nefes aldıysak, olimpiyatlar sayesinde. Geçtiğimiz yıl pandemi sebebiyle yapılamayan Tokyo 2000 bu yıl yapıldı ve gelen madalyalar yüzümüzü güldürdü. Yazıyı, Bilgen Bengü’nün 1983 yılında yayımlanan ‘Kıvırcık’ başlıklı albümünün açılışında yer alan şarkının sözleriyle bitireyim: “Sporculara merhaba / Tüm dünyaya merhaba / Ülkeleri kaynaştıran sonsuz heyecan // Bir yarıştır başlar / Hedef altın madalya / Dalgalanan her bayrak altında // Kimi ülke mutlu / Kimisi de zamandan umutlu / Bu yarışlar sonunda…” Şarkının adı ‘Olimpiyatlar’. Sözlerini Leman Yükseler yazmış, Turhan Yükseler bestelemiş. Son dizeler, büyük organizasyonun son günlerine selam çakıyor: “Her yarış sonunda / Hedef altın madalya / Acı tatlı tüm anılarla / Veda ederler sporcular / Tüm dünyaya…”

Vedayı bu şarkıyla yapayım; hastalıktan ve ihmalden söz etmediğim, müzikle ilgili yazıların özlemini kurduğumu söyleyeyim. Memleket fena, günler zor geçiyor ama umut baki. Güzel günler artık kapımıza dayansın, zira sabredecek gücümüz kalmadı. 

Tüm yazılarını göster