Gülsün Kanat: Kadın olarak hepimiz bu tehlikeyle karşı karşıyayız

Gülsün Kanat 2002'den beri Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı'nın gönüllü sosyal çalışmacısı. Şiddete uğrayan kadınların ilk iletişim kurduğu kişi. Gülsün Kanat, "Kızan her erkek, gidip patronuna ya da arkadaşına kezzap, asit atmıyor, baltayla saldırmıyor. Bunu kime yapıyor? En kolay, yapması en 'normal' gördüğü için kadına! Bir de mahkemelerde sırtı sıvazlanıyor. Dolayısıyla toplumun kendisini nasıl alkışladığını, siyasi iradenin nasıl yaklaştığını görüyor" diyor.

Abone ol

Esra Açıkgöz

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Türkiye’nin kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki en köklü kadın örgütlerinden biri. 1990’dan beri yüzlerce kadının hayatına dokundu, dokunuyor. Bu dokunuşlarda, vakfın 2002’den beri gönüllü sosyal çalışmacısı; yani şiddete uğrayan kadınların ilk iletişim kurduğu kişi olan Gülsün Kanat’ın da payı var. Gerçi ona göre, asıl vakfa başvuran kadınlar onun hayatında bir fark yaratıyor. Onlar sayesinde kendi gücünü keşfediyor mesela. Biz de Gülsün Kanat’la kadınların Mor Çatı’ya başvurma sürecini, vücutlarında kalıcı izler kalan kadınların neler talep ettiğini, erkeklerin bu yöntemleri neden seçtiğini ve kadın örgütlerinin taleplerini konuştuk...

Mor Çatı ile bağlantınız ne zaman, nasıl kuruldu?

Çok genç yaşta feminist olduğuma karar verdim. Kendimle ilgili düşündüğümde, dünyadaki ve kasabamdaki ayrımcılığı fark ettiğimde, bunun içerisinde yaşamak istemediğimi anladım. Ablam feminist olunca hangi yaklaşımla bu konuda mücadele verileceğini görmüş oldum. O sırada zaten kadınlar şiddete karşı mücadeleye başlamıştı, işte 84, 85’ler... 

Tam da kadınların, Türkiye’de erkek şiddetine yönelik mücadele fitilini ateşlediği dönemler…

Çankırı’daki hâkimin, “Kadının sırtından sopasını karnından sıpasını eksik etmeyeceksin” lafıyla İstanbul’daki büyük yürüyüşün hazırlanmasını heyecanla izledik. Adana’da feminist aktivizmin var olması için çalıştık. O güzel dönemlerde bir payımın olması; kendim, kızım ve kadınlar için bu mücadeleyi verebilmek bana iyi hissettiriyor… Üniversite eğitimi için yurtdışına gidince önce “Oyun İşçiliği/Play Work”, sonra da Social Work eğitimi aldım. Türkçe’ye sosyal hizmetler uzmanlığı diye çevrilse de sosyal çalışmacı olarak tarif edeceğim işimi. Türkiye’ye döner dönmez Mor Çatı’yla tekrar iletişime geçtim. Mart 2002’den beri de şiddet yaşayan kadınlarla birebir dayanışmayı kurmak için gönüllü çalışıyorum. Her şeyden önce bu süreç beni çok güçlendirdi. Bize şiddet için başvuran kadınlarla çok şey öğrendim. Şiddet yaşayan kadının aslında zayıf, güçsüz olmadığını gördüm ve onlarla beraber kendi gücümü keşfettim.

AMACIMIZ KADINLARA KENDİ GÜÇLERİNİ GÖSTERMEK

Erkek şiddetine uğramış ve bundan kurtulmaya çalışan kadınların ilk iletişim kurduğu kişi sizsiniz. Kadınların gelmeye karar verme süreçleri, şiddetin onlarda bıraktığı ağırlık ve ondan kurtulma hali nasıl oluyor?

Hepimizin kadın olarak, bu şiddeti yaşama olasılığı var. Kadınlara kendimizi eşitleyerek yaklaşıyoruz. Ben de geçmişimde kadın olarak davranışlarımın nasıl baskı altına alındığını, şiddet kullanılarak kontrol edildiğini deneyimlemiş birisi olduğum için kadınlarla bu yan yanalığı, desteği, dayanışmayı kurmak, kendime bakarken daha kolay oluyor. Kadınlar bize telefonla, maille başvurabiliyor ya da çat kapı gelebiliyor. Bazen şiddetin oluşmasında kendisini sorumlu görebiliyor. Yani terliği buraya koysaydım yapmazdı gibi. Bunun patriarkal sistemden değil de, genellikle bir krizden, kocasının hasta olmasından, öfke kontrolünün olmayışından kaynaklandığını düşünebiliyor. Utanç, yetersizlik hissi duyabiliyor. Değişecek duygusuna düşebiliyor. “Son nokta”, her kadına göre değişiyor. Biz öncelikle gelen kadınları dinliyoruz. “Nasıl geldi, o ağırlıkları nasıl yaşıyor ve çözüm için ne istiyor?” diye kendisine soruyoruz. Kendi çözümlerimizi dayatmıyoruz. Sonuçta herkes kendi hayatını yaşayacak. Neyle ne kadar baş edebileceğine kadın daha iyi karar veriyor. Benim gibi arkadaşların rolü, kadının kişiliğinden, yaşantısından doğru geliştirdiği güçleri görebilmek ve bunları ona gösterebilmek. Çünkü bizi güçsüzleştiren bir sistemde yaşıyoruz. 

Kimyasal saldırıya uğramış kadınların psikolojik olarak neye ihtiyacı var? 

Bu konuyla ilgili tehdit alan çok kadın var. Daha geçenlerde bir başvuru daha geldi. Ancak kimyasal maddeyle vücuduna çok zarar verilen bir kadınla destek-dayanışma sürecini deneyimlemedim. Kimyasal içirilen bir kadınla deneyimimiz oldu. Kadınların vücut veya yüzlerinde kalıcı hasarlar bırakılmasına çok sık tanık oluyoruz. Dişlerinin sökülmesi, yüzünde yanık izleri oluşturulması, bedensel sakatlıkların bırakılması… Hatta bazen kadınların mesleklerine göre de, hani neyle kazanıyorsa onu yok etmek için saldırıyorlar. Ya da başkasıyla beraber olmasın, utanç duysun, toplum içinde yalnızlaşsın, sokağa çıkamasın diye planlı, bilinçli şekilde zarar veren adamların davranışlarıyla çok karşılaştık. En son bir başvurumuzda, adam zaten yüzünde ve vücudunda izler bıraktığı halde, bir de kezzap atmakla tehdit etmişti. 

Bu tarz saldırılarda bir de sürekli bu izi kendi vücudunda görmek zorunda kalmak ayrı bir ağırlık yaşatıyor. O ana tekrar döndüren de bir şey. Onlara nasıl yaklaşıyorsunuz?

Öncelikle o sırada ihtiyacı ne; Güvenlik mi, ameliyat mı, psikolojik destek mi? Onu anlamaya çalışıyoruz. İstiyorsa psikolojik destek sunabiliriz diyoruz. Fiziksel olarak belirgin bir yaralanma varsa, üzerindeki etkisi hakkında konuşuyoruz. Bu noktada kendi duygumuzu karşı tarafa vermiyoruz, o bunu nasıl yaşıyor, hissediyor, onu öğrenip yönlendirme yapıyoruz. Estetik ihtiyacı duyuyor, yarayla baş etmekte zorluk çektiğini söylüyorsa, olanakları araştırıyoruz. Estetik uzmanı, dişçi, ortopedist gibi gönüllülerimizle destek sunmaları, dayanışmaları için iletişime geçiyoruz. Örneğin, bahsettiğim son başvuruda hemen gündeme dişçi meselesini getirdiği için gönüllü dişçimizle buluşturduk. Bedensel olarak bırakılan zararlardan dolayı bir ortopediste de yönlendireceğiz. Yüzündeki kesikler için de ihtiyacı varsa, yardımcı olmaya çalışacağız. Gönüllülük sözü vermiş bazı klinikler var, onlarla görüşüyoruz. Ya da bazen hastaneleri arayıp direkt soruyoruz, destek olmak isterler mi diye. 

DEVLETE YAPMADIĞI ŞEYLERİ HATIRLATMAK İSTİYORUZ

Aslında devletin yapması gereken destekleri siz veriyorsunuz. Çünkü bu konuda devletin destek mekanizmaları pek iyi işlemiyor. Hatta kezzaplı saldırılardaki ameliyatlar estetik görüldüğü için karşılanmıyor. Oysa bunlar, burnunu beğenmeyen birinin istekleri değil, deforme olmuş bir yüzün yeniden yapılması için gerekli operasyonlar, yine de lüksmüş gibi yaklaşılıyor…

Yapmak istediğimiz, devletin yerine kendimizi koymak değil. Bizim politikamız aslında, yapmadıklarını devlete göstermek. Sosyal hizmet servisi sağlamıyoruz. Bir kadınla dayanışmanın nasıl olması gerektiğini deneyimliyor ve bunu devlete anlatıyoruz. “Senin sosyal hizmet uzmanın yargılamadan, derinlemesine görüşmeyi kadından yana bir bakışla yapıp, servisini ihtiyaçlarına yönelik tasarlamalı” diye söylüyoruz. Aynı şekilde sağlık ihtiyaçları noktasında da aslında devletin yapmadıklarını ortaya çıkarıyoruz. Örneğin, 6284 sayılı kanuna göre, devlet şiddet yaşamış kadının her türlü sağlık ihtiyacını karşılamalı. Daha önce estetik ameliyatlar için yönlendirdiğimiz kadınlar da bu sorunları yaşadı, devlet bunu yapmıyor, estetik, lüks olarak görüyor... Bırakın estetik meselesini, bir başvuruda kemiklerde sakatlanma vardı, devlet hastanesi bu fizik tedaviyi bile yapmadı! Daha buralardayız maalesef… Yapması için tabii ki mücadele ediyoruz ancak sonuca varamadığımızda, kadının o şekilde hayatını devam ettirirken yaşadığı zorluğu gördüğümüzden adım atıyoruz. Faaliyet raporumuzda bunu belirtiyor ve gerekli yerlere de, bilgi edinme sorularımızla başvuruyoruz. Örneğin, Sağlık Bakanlığı’na, “Sen 6284 varken bunu nasıl lüks görürsün?” diye soruyoruz. Bunları basın açıklamamız, bildirilerimiz, kampanyalarımızla da dillendiriyoruz. 

Peki bunların değişebilmesi için talepleriniz nedir?

Sağlık, eğitim ve şiddeti önleme-izleme merkezi ya da sosyal hizmet merkezlerinin kurduğu danışma ve destek programları açılmalı. Devlet, belediyeleri desteklemeli. Onlara sadece sığınaklar açacaksın demeyip bunun bütçesini birlikte nasıl yapabiliriz diye düşünmeli. Aynı şey sağlık için de söz konusu. Bu hizmeti belediyeler de sunabilir. Örneğin, Kadıköy Belediyesi’nin çok güzel sağlık destekleri var. Bunu geliştirebilmeleri için devlet teşviki verilebilir. Her şey bu kadar merkezi olmamalı. Sonuçta ben bir sürü vergi ödüyorum, bunların en çok da kadın olarak yaşadığım ayrımcılık konusunda geri dönmesini istiyorum. Eşitlik birimleri olmalı.  

2012’de İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ve 6284’ün çıkmasıyla Türkiye güzel bir bakış açısı yakaladı. Ama uygulamalarda iyiye gidilmeliyken maalesef geriye dönülmeye başlandı. Dolayısıyla devletin asıl yapması gereken, bunu ileriye götürmek. Ayrıca heyet kararıyla da olsa estetik, ortopedik, ne gerekiyorsa, o ameliyatların yapılması sağlanmalı. Siyasi iradeden talebimiz şu aslında, “Kadınların kendilerini toplum içerisinde iyi hissedeceği ve çalışabileceği, şiddetten uzakta bir yaşantı kurabileceği ortamı, olanağı sağlamak hepimizin görevi” demesi ve buna uygun hareket etmesi. 

ÖNÜNDE ENGEL GÖRMEDİĞİ İÇİN KADINA SALDIRIYOR

Biraz da şiddet uygulayan erkekler üzerine konuşalım. Sizce erkeklerin kezzap, asit gibi kimyasalları silah olarak kullanmasının sebebi ne?

Aslında kezzap ve asidin, hortum, balta ya da testere kullanmalarından bir farkı yok bence. Bu stratejileri, yöntemleri kullanmalarının; kadınları ve hayatlarını kontrol etmenin, kendilerine bağımlı olmalarını sağlamanın, bu istem ve öfkelerini kadınlar üzerinde gerçekleştirmenin önünde engel görmeyip normal görmelerinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Kızan ve öfkelenen her erkek, gidip patronuna ya da arkadaşına kezzap, asit atmıyor, baltayla saldırmıyor. Bunu kime yapıyor? En kolay, yapması en “normal” gördüğü için kadına! Bir de mahkemelerde sırtı sıvazlanıyor, “Kravatını taktın, ceketini ilikledin. Al sana daha düşük ceza” deniyor. Dolayısıyla toplumun kendisini nasıl alkışladığını, siyasi iradenin nasıl yaklaştığını görüyor.
Bunlar öfke krizinden kaynaklanmıyor, son derece kontrollü, planlı. O asit, kezzap alınırken, getirilirken, atılırken planlar yapılıyor.

Özellikle vücudu deforme etmeye yönelik saldırılarda kadın da kendini bir süre sonra eve hapsediyor. O izler, kadına yönelik toplumsal kodlarla bir kez daha yaralıyor kadını…

Bakın ben çocukken ayağım ve vajina dudağımın kenarı yandı. Ailemin ilk tepkisi ne oldu, biliyor musunuz? Eyvah, evde kalacak! Üstelik gayet modern bir aileydi. Ama 9 yaşında, kulağıma ilk gelen, evde kalacak, hemen tedavi ettirelim, cümleleri oldu. Şimdi siz bununla büyüyorsunuz. Ufacık bir izin evde kalmanıza, “koca” bulamayacağınıza sebep olabileceği duygusuyla yaşıyorsunuz... Yemek pişirmeyi öğreneceksin, eşine bakacaksın, evi kuracaksın... Bunlar kadınları pasif olmaya ittiği gibi, erkeği de aktif ve şiddet uygulayabilir hale getiriyor. Yine kendimden örnek vereceğim ama ben uzun süre ağzımı kapatarak güldüm. Çünkü ergenken, abim dışarıda güldüğümü görmüş ve simsiyah bir suratla, “Sen bir kız olarak nasıl dışarıda böyle gülersin” dedi. Feminist olduktan epey sonra, bu alışkanlığımdan vazgeçebildim… Erkek kısmına gelince, abime baktığınızda en büyük rahatsızlığı, benim o şehirde nasıl giyindiğim ve davrandığımdı. Oradan ayrıldıktan sonra her şey normaldi ama. Toplum baskısını aslında o da çok hissediyordu; Bilmem kimin kız kardeşi şunu yapmış, giymiş… Dolayısıyla bunların değişebileceğini düşünüyoruz.

* “Boşanma davası açtığı eşi…”, “Eski sevgilisi tarafından…”, “Terk ettiği erkek arkadaşı…” Faillerin isimleri ve yüzleri değişse de hedefleri hep aynı… Kadına yönelik erkek şiddetinin vardığı vahşetin sınırı yok. Öyle ki kezzap, tuz ruhu, asit gibi kimyasallar bile erkeklerin elinde bir silaha dönüşüyor. Bu saldırının en bilindik ismi ünlü şarkıcı Bergen olsa da bu, Türkiye’de yaşayan her kadının karşı karşıya kalabileceği bir “tehlike”. Hem de sadece boşanmak istediği, terk ettiği, bir erkeğin “aşk”ına karşılık vermediği için… Biz de erkeklerin kimyasal saldırısına uğrayan üç kadınla yaşadıklarını, karşılaştıkları zorlukları konuştuk. Ayrıca uzmanlardan da konunun hukuksal ve psikolojik yönüyle ilgili bilgi alırken, talepleri de dinledik... Gördük ki bu yazı dizisi, sadece üç kadının hikâyesi değil, çok daha fazlasının geçmişi ve milyonlarca kadının korkusu, kaygısı… Biz onların sesine ses katmadıkça… 

NOT: Bu içerik, Impact Hub Istanbul ve ABD’nin Türkiye Misyonu tarafından desteklenen Project Zoom kapsamında hazırlanmıştır. ABD Hükümeti’nin resmi görüşünü yansıtmamaktadır. Burada paylaşılan bilgi ve görüşlerin sorumluluğu tamamen eser sahibine aittir.