Genç şairler rahatsız, eski kuşaklar endişeli mi?

Kuşak çatışması modern Türkçe şiirin hem güncel hem de tarihsel bir sorunudur. Yaklaşık on beş şairden görüş sunacağımız "Eski kuşak şairler yeni kuşağa ve şiirine nasıl bakıyorlar?" konulu soruşturmamızda bu hafta Emel İrtem, Veysel Çolak, Salih Bolat, Sedat Şanver, Altay Öktem, Şeref Bilsel sorularımızı yanıtladı.

Abone ol

Şairi olmayan şiir yoktur. Şiiri olmayan şair; soru işareti. Şiirden konuşuyorsak şairi de konuşuruz. İster istemez konuşuruz. Şairi konuşuyorsak şairin de konuşması kaçınılmaz. Hele de konu şiirse konuşması için şairden yana pozitif ayrımcılık bile gerekir.

Kuşaklar arası ilişki ve eski yeni çatışması modern Türkçe şiirin de önemli meselelerinden biri olagelmiştir. Şiir bağlamından bakarak söylüyoruz; her dönemde olduğu gibi bugün de arayış içindeki gençlerin rahatsız oldukları izleniyor. Öte yandan eski kuşak şairler de endişeli görünüyor. Bunda olağandışı bir durum yok aslında. Çünkü gençlik rahatsız olma, yaşlılık endişelenme dönemidir aynı zamanda. Belki böyle olmasa kaygılanmak, ürkmek, korkmak gerekir. Öte yandan arayış içindeki gençlerin rahatsız olması bunu dışarı vurmaları, şimdiki zamanla sınırlı bir durum da değil. Dünyayı, hayatı olduğu gibi her dönem şiiri diri tutan da arayış içindeki gençliğin rahatsızlığı olmuştur. Gençlik rahatsızsa hayat vardır da diyebiliriz.

Şiir yolculuğunda “birden çok on yılı” geride bırakmış, şiirin deneyimini bilgisini, görgüsünü edinmiş şairlere, bugün henüz şiir yolculuklarında bir konaklama, mola yerine ulaşmamış arayış içindeki “gençlerin rahatsızlığını” ve “eskilerin endişelerini” sorduk. Bu bölümde Emel İrtem, Veysel Çolak, Salih Bolat, Sedat Şanver, Altay Öktem, Şeref Bilsel sorularımız yanıtlayan isimler oldular.

Soruşturmamızı sonraki bölümde yeni isimlerle sürdüreceğiz. Ayrıca konu bağlamında kalmak kaydıyla katkı sağlamak üzere mail adresimize gelecek yazılara da yer vermek istediğimizi kaydedelim.

.

EMEL İRTEM: ENDİŞELİ BİR RAHATSIZLIKLA DEVRİM İYİDİR

Genç şairlerin mevcut “şiir rejiminden” ve ortamından rahatsız olması ve değişik mecralarda yeni arayışlara girmesi eski kuşak şairleri nasıl etkiler?

Rahatsızlıkta beis yok. Zaten gencin şairi, yazarı, vergi memuru, subayı lokomotifcisi rahatsız olmalı. Bambaşka şiirler yazıyorlar ve birbirleriyle yarışıyorlar. Dünyaya dokunuyorlar, dışarıda içeride yeni şiirlere farklı deneyimlere daha açık bir halde tutuyorlar kendilerini. “Eskilerin” el yordamıyla buldukları kapılar için gençler koridorların ışıklarını açıveriyorlar.

Öyle görünüyor ki şiir ve şiirin gündemine ilişkin eski kuşak şairler de endişeli. Eski kuşak şairlerin endişelenmelerinin ne gibi sebepleri olabilir?

“Eskilerden” tek sesli şiir yazanların rahatsızlığı söz konusu olabilir ancak. Tansiyonları kolesterolleri çıkabilir. Ama şiirde yeni arayışlar kimseyi hastanelik etmesin. Biraz nefes terapisi ve geniş açıyla olan biteni izlemek her zaman olmasa da çoğunlukla keyifli bir hale gelebiliyor. Bununla birlikte endişelerini gözümde haklı gösteren bir tek neden olabilir, o da dil. Şiirde dili bilerek bozmaktan bahsetmiyorum, dili önemsememekten bahsediyorum. Türkçe çok güzel bir dil ve sonsuz olanaklar sunuyor. Bunun için dile hâkimiyet gerekiyor elbet. Zihin bir dil içinde kendini söküyor ve işliyor. O dil yatağında ışıldıyor, gümüşleniyor. Aslında bu harika bir deneyim. Dile ayıp edilmemeli. Diğer taraftan gençleri rahat bırakmak ve her şeyden sonra selin gidip şiirin kalacağını akıldan çıkarmamak gerek. Telaşa mahal yok.

Genç kuşağın rahatsızlığı ve eski kuşağın şiir nedenli endişeleri nasıl giderilebilir?

Darbeye, otokrasiye karşıyız. Ama endişeli bir rahatsızlıkla devrim iyidir. Hepimiz için geçerli olmuştur, kendimizden öncekilerle kurduğumuz ilişki oldukça hassas, kırılgan, öngörülemez bir halde başlamıştır. Bir çeşit ergenliğin bünyede zalim ilerleyişi ve yerleşmesinin müsebbibidir şiir. Ama yaş aldıkça bazılarında durum değişiyor. Çizginin bu tarafında “genç şaire öğütler “cepte duruyor. Her daim ve gözüne soka soka öğretenler sıkıcı insanlardır. Şerbeti yavaş yavaş verenler daha çok itibar görür. (Mesele itibarsa). Sonra herkes birbirinin “hocası” olunca da işler karışıyor. Her yazan “hoca” değildir. Böyle hitap eden arkadaşlar var, gereği yok. İhtiyarlar da gençleri bedava bilet bulmuş tarafsız izleyici sakinliğinde takip etsinler. Belki devrim olur.

Şiirde geleceği biçimlendirecek ölçekte yeni arayışlar, yeni eğilimler gözlemleyebiliyor musunuz? Bu yöndeki değerlendirmeniz nedir?

Yeni şiirlerde kendine güvenen bir ses var. Bunu görkemli bir gösteriye dönüştürebiliyorlar. Bazen fazla önemsenmiş bir kendilikle boğsalar da okuru bunun, bu çağın göstergeleriyle de alakalı bir durum olduğunu unutmamak gerekiyor. Büyüyü kendisi yaratmaya çalışan bir nesil bu. Birbirleriyle alçakgönüllü bir ilişki içindeler. Kafalarında sandalye parçalamıyorlar, birbirlerinin suratlarını dağıtmıyorlar. Ama bununla birlikte nitelikli eleştiri yazılarına da pek rastlamıyoruz. Benim şimdiye kadarki okumam böyle… Umutluyum yani ve yanılmadığımı umuyorum.

“Bugünün şiiri” nasıl mümkün kılınabilir?

Bugünün şiiri yazılıyor. Ama biz okuyamıyoruz henüz. Hep böyle olmamış mıdır? Vademiz yeterse bir on sene sonra tekrar konuşalım, “işe yaramaz kâğıtların üslubuna karşı” kimler kalmış, kimler iğdiş edilmiş, kimler ölüme mahkûm edilmiş, kimler lordlar kamarasında işe başlamış; sonra tüm bunlardan geriye kalan şiiri konuşalım…

.

VEYSEL ÇOLAK: ÖNCELİKLE ŞİİR DENİLEN CEHENNEMİ ANLAMAK GEREK

Genç şairlerin mevcut şiir rejiminden ve ortamından rahatsız olması ve değişik mecralarda yeni arayışlara girmesi eski kuşak şairleri nasıl etkiler?

Aslında her dönemde tartışılan bir konu bu. Bazıları şairin yaşını bir yana bırakıp şiirin genç bir duyarlılıkla yazılıp yazılmadığına bakılmasını önerir. Ben bu görüşe yakın duruyorum. Bu söylediğim, yaşayan ve yazmayı sürdüren eski kuşak şairleri için geçerli olabilir elbette. Genç şairlerin rahatsız eden sadece yaşayan eski kuşak şairlerinin şiirleri değil, ölmüş şairlerin şiirlerinin de getirdiği egemen şiir anlayışıdır. Yani yazılagelen, verili nitelikler edinmiş şiire, şiir anlayışlarına karşı çıkıp yeni aranışlara giren genç şair geleneği dönüştürmeyi başarırsa eski kuşak şairlerini etkiler.

Yeni bir şiir getirmek, yeni bir beğeni oluşturmak demektir. Bu başarıldığında geçmişte sevilen şiirler yavaş yavaş geçerliliğini yitirecektir. Bunu gören, yaşamakta olan eski kuşak şairleri ise şiir anlayışlarını değiştirir ya da yazageldikleri şiiri sürdüreceklerdir. Sonuçta bir estetik çatışma işlerlik kazanır, bundan da şiir kazançlı çıkar.

Öyle görünüyor ki şiir ve şiirin gündemine ilişkin eski kuşak şairler de endişeli. Eski kuşak şairlerin endişelenmelerinin ne gibi sebepleri olabilir?

Eski kuşak şairleri denilince ben bundan yaşayan ve ölmüş şairlerin tümünü düşünmüştüm. Anlaşılan o ki kastedilen benim algıladığım gibi değil. Çünkü bu soruda eski kuşaktan şairlerin şiir adına duydukları endişeye ilişkin bir saptama yapıldığına göre yaşayanlardan söz ediliyor.

Yaşayan eski kuşaktan şairlerin bir endişeleri var mı, varsa, bu endişelerinin dayanaklarının nedenleri nedir? Bu soruları karşılayacak dayanaklarım yok benim. Sanal ortamda yazılanlar, orada burada konuşulanlar var ortada. Bunların hiçbirinde de ciddiye alınacak bir şiir düşüncesi yok. Eski kuşak şairleri, ele geçirilen şiir bilgilerinin bilinmediğini, bu bilgilerin kullanılmadığını, diyalektik bir gelişmenin peşine düşülmediğini, şiir sanatından ödün verildiğini görüp endişelenebilir. En azından benim böyle bir endişem var. Daha kötüsü, anadilini öğrenmeden şiir yazmaya kalkışmak oldukça ürkütücü. Esin kaynakları da yaşanana ilişkin değil. Onca şiir deneyimlerini görmezden gelip yeni bir şiirin başlatılacağını düşünüyor olmak ise daha baştan çıkmaz sokaktır.

Genç kuşağın rahatsızlığı ve eski kuşağın şiir nedenli endişeleri nasıl giderilebilir?

Nâzım Hikmet'in Resimli Ay dergisinde “Putları Yıkıyoruz” diye başlattığı harekete neden olarak; başta Abdülhak Hamid olmak üzere Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Emin, Hamdullah Suphi, Ahmet Haşim, Halit Ziya, Yakup Kadri gibi şair ve yazarları edebî gelişmeyi engelledikleri, yenilerin önünün tıkatıldığı gösterilir. Şimdilerde benzer bir durum olduğu söylenemez. Genç şair hiçbir zaman geleneğinden rahatsız olmamalı. Eskiyeni, işe yaramayanı, şiiri yavaşlatanı atmalı; birikegelen şiir bilgilerini çok iyi özümseyerek yazacağı şiiri tasarlamalı. Bunu yaptığında eski kuşak şairlerini de anlayacaktır. Eski kuşak şairleri de kendi şiirlerinde ve başka şairlerin şiirlerinde eskiyeni görebilmeli. Kendi şiirinden yana tutucu olmamalı. Gençlerin şiir adına yaptıkları iyi şeyleri kavramalı ve sahiplenmeli. Gelinen noktada eski kuşak şairleri ve genç kuşaktan olanların birlikte şiire çalışması, bu içtenliği gösterebilmeleri gerekli. Bu yapıldığında, endişelenmelerin anlamsız olduğu anlaşılacaktır.

Şiirde geleceği biçimlendirecek ölçekte yeni arayışlar, yeni eğilimler gözlemleyebiliyor musunuz? Bu yöndeki değerlendirmeniz nedir?

Türk şiirinde şaşırtıcı bir çeşitlilik var. Salâh Birsel, “Şiir modadır” der Şiirin İlkeleri kitabında. Nâzım Hikmet yeni bir şiir getirdi ve bunu kabul ettirdi. Garipçiler, İkinci Yeniciler de öyle. Yani getirdikleri şiirin bir moda gibi benimsenmesini sağladılar. Şimdilerde bunu sağlayacak bir şiir çıkışı yok. Birkaç kişiyle sınırlı köktenci çıkışlar, kitleleşen bir şiir getiremez, getiremiyor.

“Bugünün şiiri” nasıl mümkün kılınabilir?

Öncelikle eski/yeni kuşak ayrımı yapmadan şiirden, şiir sanatından, yaşamdan, demokrasiden, hukuktan, emekten, eşitlikten... yana bir yapılanma olması gerekir. Dayanağı olmayan tartışmalardan uzak durup şiirden yana ortaklaşa düşünmenin koşulları oluşturmalı. Tam bu noktadan işe koyulmak işe yarayabilir.

.

SALİH BOLAT: BİLİM VE SANAT ÖZGÜR BİR ORTAMDA GELİŞEBİLİR

Genç şairlerin mevcut şiir rejiminden ve ortamından rahatsız olması ve değişik mecralarda yeni arayışlara girmesi eski kuşak şairleri nasıl etkiler?

Olumlu etkilemesi gerekir çünkü yeni arayışlara girmeyen bir şair, mevcut şiir iktidarına eklemlenmeye çalışan bir şair özgün yapıtlar da üretemez. Genç şairin bu davranışı eski kuşak şairi düşündürmeli, kendini de gözden geçirmesine neden olmalıdır. Zaten önceki kuşakla hesaplaşmayan bir genç kuşak, ortaya yeni şeyler de koyamaz.

Öyle görünüyor ki şiir ve şiirin gündemine ilişkin eski kuşak şairler de endişeli. Eski kuşak şairlerin endişelenmelerinin ne gibi sebepleri olabilir?

Her şair kendi şiirinin okunmasını, gündeme gelmesini ister. Ülkemizde muhalefetin ve gerçek sanatın iletişim kanalları tıkalı olduğu için, bir kendine kapanma söz konusudur. Eski kuşak şairlerin endişesi daha çok buradan kaynaklanıyor. Kitle iletişim kanallarının iktidar tarafından ele geçirilmiş olması, sanat ve edebiyat ortamının da gelişmesini engelliyor.

Genç kuşağın rahatsızlığı ve eski kuşağın şiir nedenli endişeleri nasıl giderilebilir…

Bilim ve sanat özgür bir ortamda gelişebilir. Genç kuşağın da eski kuşağın da el ele vererek iktidar tarafından örülmüş duvarların aşılmasında, birlikte mücadele etmeleri gerekir.

Şiirde geleceği biçimlendirecek ölçekte yeni arayışlar, yeni eğilimler gözlemleyebiliyor musunuz? Bu yöndeki değerlendirmeniz nedir?

René Char’ın bir sözü vardır: “Heyecanlanmış insana soru sorulmaz” diye. Ben bugünün içinde yaşıyorum. Bugün hangi çabanın geleceği biçimlendireceğini öne sürmek biraz kâhinlik olabilir. Bir yığın dergi, fanzin yayımlanıyor. O yayınların çevresinde kümelenmiş bir yığın insan şiir yazıyor. Onların içinde bir Rimbaud, bir Nâzım olmadığını nasıl bilebiliriz?

“Bugünün şiiri” nasıl mümkün kılınabilir?

Ben şiir yazan biri olarak, bugünün şiirini yazmaya çalışıyorum, her şiir yazan insanın yaptığı gibi. Kaldı ki “bugünün şiiri” diye adlandırabileceğimiz bir genelleme yapabilir miyiz? Ne kadar şair varsa, o kadar şiir vardır. Bir şairin devraldığı şiir mirasının bilincinde olması, geçmiş şiir deneylerini tanıması, başka dillerde yazılan şiir konusunda bilgisinin olması, ideolojik ve estetik olarak gününü tanıması, belki “bugünün şiiri”ni biçimlendirmede yardımcı olabilir.

.

SEDAT ŞANVER: EDEBİYATÇIDAN UZAK, EDEPLİ OLANA YAKIN

Genç şairlerin mevcut şiir rejiminden ve ortamından rahatsız olması ve değişik mecralarda yeni arayışlara girmesi eski kuşak şairleri nasıl etkiler?

Her alanda olduğu gibi günümüz şiirinde de merkezin yok oluşunu (farklılaşma, çözülüş, dağılış) yaşıyoruz. Yaşadığımız yüzyılın başına dek Türkiye’deki edebi merkezlerin standart kimi özellikleri vardı: İstanbul’da olmak, tanınır edebiyatçı yahut yayıncılara yaslanmak, mümkünse çevresinde Avrupa’da -özellikle de Fransa- yaşamış ve o dilden kötü de olsa çeviri yapabilecek isimleri barındırmak, gazete sermaye gruplarından birinin çatısı altında bulunmak... Çünkü matbu olan belli külfeti beraberinde getiriyordu: Basım, yayım, dağıtım, sermaye... Dijital olan bunu hayli değiştirdi. Bir de şu var: Günümüz Türk şiiri şimdinin bedeninden çok, öncenin bedeni üzerinde ayakta duruyor. “Bunda ne var, sanat geleneğin üzerinde yükselir” denilebilir. Oysa sorun geleneği izlemek, onu dönüştürmek değil; var olanla yetinme, yeniye ihtiyaç duymama sorunu. Gençlerin birçoğunda görülen en büyük sapma ise buldukları ilk gölgeye sığınmaları oluyor. Şair olmanın belki de ilk ve temel koşulu olan birey olmak pek önemsenmiyor. Çok aceleciler, gençliğin aceleciliğinin ötesinde bir acelecilik ve hırs söz konusu. Çok çabuk ünlü olmak istiyorlar. Beş yıl sonra içlerinden kaçı yazmayı sürdürecek, göreceğiz. Çünkü bu alan, birçoğunun beklediği derecede şefkatli bir alan değil. Hatta motivasyon araçlarını günden güne kaybeden bir alan. Bunun sonucu olarak kendini kendi değerlerinden çok, ait olduğu çevre ile tanımlayan şairler ortaya çıkıyor. Günümüz genç yahut yaşlı şairi, tek başınalıktan ziyade, çeteler içinde varlığını sürdürmeyi tercih ediyor. Genel olarak genç kuşağın, önceki kuşaklarda olduğu gibi, “dünyayı, yahut ülkeyi kurtarmak” gibi ‘ateşli’ bir derdi de yok. Buna ek olarak bir başka sorun da şu: Günümüz aileleri çoğunlukla çocuk merkezli ve geç kentlileşmiş yapıya sahip. Çocukların vermesi gereken mücadeleyi onlar adına ebeveynler veriyor. Bu tür ailelerden gelen gençler de genellikle son derece hırslı, ancak kavgaya mesafeli duran karakterde oluyorlar. Yıkmaları gereken “baba” imgesi ile hesaplaşma işi fantastik bir öğe olmaktan ileri gidemiyor. Mesela bu kuşak sermaye yayıncılığı, ödüller, iktidarlar, devlet... konusunda ne düşünüyor pek bilmiyoruz. Peki bu durum önceki dönemlerde farklı mıydı? Hayır, çok farklı değildi, ama bunca görünmez de değildi. İlginç olan şu ki bugün sesi gür çıkan yaşlıların hemen hiçbiri, devlet tüm gücüyle toplumun üzerine çullandığı vakitlerde ortalıkta yoktu. Daha çok kendi kapalı dünyalarındaki üç çiçek, beş böcek işiyle ilgilenmekteydiler. Örneğin geçen gün kimi dergilerin bir yayın satış zincirinde satılmayacak olması üzerine itiraz edenler, 1980'lerin ortalarında GAMEDA ve Yay-Sat gibi dağıtım tekelleri tarafından edebiyat, kültür, siyaset... dergilerinin gazete bayilerinde satışı yasaklandığında buna itiraz etme ihtiyacı duymamışlardı. Üstelik bu isimler, bu yasakçı sermaye gruplarının dergilerinde, yayınevlerinde görünmeyi kazanç kabul edip oralara koşturmuştu. O zamanlar “sermaye dergileri”nde yer almayacağız diyen isimler sol muhafazakârlıkla nitelendirilmiş ve küçümsenmişti. Oysa şu açık gerçek günümüzde de hâlâ görmezden gelinmekte: Devlet ve sermaye sanatın yanında olamaz. Onu metalaştırır, yahut ıslah eder. Bugün YKY’de, Varlık’ta, Cumhuriyet’te olanların, en azından benim açımdan, edebiyatçı kimlikleri sorunludur. Buna akşam “sivil”likte yatıp sabah “sivil”likle kalkanlar dahil.

Öyle görünüyor ki şiir ve şiirin gündemine ilişkin eski kuşak şairler de endişeli. Eski kuşak şairlerin endişelenmelerinin ne gibi sebepleri olabilir?

Yüzyılın başında “vitrinde olmak” hayli baştan çıkarıcıydı, şimdilerde buna “vitrini yağmalamak” da eklendi. Bilinirlik sevdası, şaire şehvetle gülümsüyor. Ne var ki şiirin gücü, beklenen bilinirliği sağlamaya yetmiyor. Yetmeyince bu uğurda okuyucu avcılığına soyunuyor şair. Hakaret sayılabilecek derecede edebiyat dışı, yahut bayağı yorumlara, yaklaşımlara sessiz kalıyor. Beğeni tanrısına biat ediyor. Oysa okuyucu, yaratım zincirinin en gereksiz halkası olarak görülmeli. Şunu bilmemiz gerek: Okuyucu bayağıdır, biçimsizdir, değişkendir, değerlendirmenin temel ölçütü olamaz. Şairin onunla işi yoktur. Okuyucuyla buluşmak, şairin işi değildir. Şair yaratır. Okuyucu yaratılmış olanı bulur. Ona hayranlık duyar, yahut ondan nefret eder. Bunu belirleyen şair değildir.

Eski kuşak yahut yeni dönem şairin şiirsel bir endişesinin olduğu kanısında değilim. Hemen herkesin derdi şiirin para etmemesi ve kendilerinin de yeterince tanınmıyor oluşu. Bu, şiirsel mi, yoksa kişisel bir mesele midir; buna herkes kendi meşrebine göre karar verecektir. Ancak şunu söylemeliyim, şiirin günden güne daha az popüler bir sanat oluşu benim hoşuma gidiyor. Bir zaman sonra bu iş gerçekten onsuz yapamayan, onu hak eden kişilere kalacak gibi görünüyor.

Genç kuşağın rahatsızlığı ve eski kuşağın şiir nedenli endişeleri nasıl giderilebilir?

Bir önceki yüzyılda edebiyat piyasası, yahut endüstriyel edebiyat, eseri metalaştırmadan ve o biçimde pazarlamadan yanaydı. Bunun sürebilmesi için okuyucu olarak adlandırılan müşteri kitlesinin oluşturduğu “pasta”nın büyümesi gerekiyordu. Bu olmadı, çünkü okuyucunun okumaya zamanı kalmamıştı yeni düzende. Bu insanlar artık daha çok çalışıyor, ulaşımda daha uzun zaman kaybediyor, görsel ve işitsele daha rahat ulaşıyorlar ve kendilerine tüketim için sunulanı çok daha farklı bir beğeni sistemiyle değerlendiriyorlardı. Piyasa yapıcılar, şimdilerde, pazarlama tekniklerini eserden sanatçıya çevirmiş görünüyor. Üstelik okuyucu da bunu büyük ölçüde benimsemiş gibi... Kitabı okuyacağına kitabın müellifinin hikâyesini öğrenmek daha cezbedici geliyor ona. Şair adayı da rahatlıkla buna meylediyor. Böylece şiirin “zanaat” olan kısmı önemini yitiriyor. Zanaat olmayınca usta-çırak ilişkisi de oluşmuyor. Oysa bu ilişki oldukça önemli bir öğrenim, hatta eğitim biçimi. Usta çırak ilişkisi, mürit-mürşit ilişkisinde olduğu gibi bir sorgusuz sualsiz kabullenişten çok, öğrenme-öğretmeye dayalı bir çıkar ilişkisidir. İki taraf arasındaki hukuku tesis eden de budur. Usta, ustalığın gerektirdiği “zenginleştiricilik”i; çırak da çıraklığın zorunlu kıldığı “saygı”yı yitirdiği zaman ilişki bozuluyor. Şiir açısından söz konusu zanaat atölyelerinin binalar değil, üretilmiş eserler olduğunu söylemek gerekmiyordur umarım ve yine kimse bu dediklerimden günümüz akademik dünyasındaki hoca-asistan ilişki benzerlerini anlamıyordur. Bu anlamda, ne yazık ki günümüzde şiir pek de kimsenin umurunda değil, buna şairler dahil. Kimse şiiri konuşmuyor, yahut şiir okumuyor. Herkesin derdi şair. Nesneleşmiş şair bir top gibi ortalıkta zıplayıp duruyor, yediği tekme onu nereye savurmuşsa o tarafta olmaya razı. Şiiri sözcüğe, dizeye, yahut belgi sözlere indirgemeye çalışan anlayış, şiirin toplamının tek bir imge olduğunu unutmuş görünüyor, yahut bunun farkında değil. Şiirden çok bireysel ayak oyunlarıyla bilinirliğini arttırmaya uğraşıyor. Elindeki tüm silahları; para, statü, cinsellik… bu uğurda kullanmakta bir beis görmüyor. Sanatçının mutlak yalnızlıkta yaşaması gerektiğini kabullenmek istemiyor.

Cemal Süreya’nın ölümünün ardından Mehmet H. Doğan yazdığı bir yazıda mealen şu soruyu soruyordu: “Cemal’in ölümü neden diğer İkinci Yeni şairlerinden daha çok ses getirdi?” Yazının devamında bu durumu, gençlerin Süreya’ya olan bu ilgisini, onun özellikle günlüklerinde gençlerin şiirlerine kısa da olsa değinmesine bağlıyordu. Günümüzde bu sevdaya, (mürit edinme) düşmüş epeyi “yaşlı, otorite” şairin olduğunu görüyoruz. Buradan tuhaf bir kültür çıkıyor ortaya: “Verdim, öyleyse almalıyım” ilişkisi yahut tersi: Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez... Edebiyat ilişkisinden çok piyasaya özgü bu kurgu, gelip edebiyat ortamının tam ortasına oturuyor. Belirleyici oluyor. Genç şairin gözü bu tip şaire dönük ve ona, kendi lisanıyla, şunu söylüyor: Seni usta kabul etmem için, benden ne zaman ve ne kadar söz edeceksin. Böyle bir durumda insanın ne genç, ne yaşlı şairi göresi geliyor. Böyle bir ortamda ne genç şairlerin rahatsız ne yaşlı olanların endişeli olduğunu düşünüyorum. Her iki tarafın da, ortalıkta görünmeyen gerçek şairler hariç elbette, aynı topun kumaşı olduklarını düşünüyorum. İşin özeti, edebiyatı sevmek istiyorsanız edebiyatçıdan uzak durmak ilk şart.

Şiirde geleceği biçimlendirecek ölçekte yeni arayışlar, yeni eğilimler gözlemleyebiliyor musunuz? Bu yöndeki değerlendirmeniz nedir?

Her ne kadar kimi zaman “Hayat sanatı taklit ediyor” gibi anlayışlarla karşılaşsak da tarihin hiçbir döneminde bu gerçek olmamıştır. İnsan önce avlanmış ardından mağaralara av resmini çizmiştir. Avrupalılaşma başlamıştır ardından Eylûl yazılmıştır. Sanayileşme sonucu kapitalizme geçiş olmasaydı burjuva sınıfı ve “Goriot Baba” olmayacaktı. Bugün de farklı değil, ancak şunun altı çizilebilir: Sosyolojideki değişim başladığında sosyolojinin büyük bölümü ve kurumları bu değişimi fark edemiyor. Hatta ona direnç gösteriyor. Bu, toplumların birlikteyken oluşturdukları kast nedeniyle olsa gerek. Sanatçının farkı burada ortaya çıkıyor. Asıl yaratıcığını sezgileri sayesinde sağlayan sanatçı, adını koyamasa da değişimi fark ediyor. Bir öncüllüğü varsa buralara bakmak gerek; o, sezgisel bilgiyi kavrama anlamında toplumun önderidir yalnızca. Örneğin bugün yayıncılık anlamında matbuat ile dijital arasındaki ayrım ve onun ortaya çıkardığı/çıkaracağı “farklı” itiraz dili ile karşı karşıyayız. Oluşan bu yeni dili kullanan hayli şair var ve bunlar sadece yaş olarak gençlerden oluşmuyor. Şu açık ki yeni dönemin romantizmi de, itirazları da, kabullenişi de, inanç sistematiği de farklı bir dilin ürünü olacak. Beni bunların arasında rahatsız eden ise şu: Bu değişimin sadece didaktik öz olarak algılanması, onun estetik formunun geride kalması. Doğal olarak kuru ve bildirimsel söz, şiirin değil, didaktik olanın işi. Şair bunu yenebilirse şiir yazmış olacak. Bu anlamda şiir pratiğinin içinde akademik iktidar ve onun temsilcileri gereğinden çok görülüyor. Akademi sanatın öncüsü olamaz, olmuşsa büyük bir yanılgının içerisindeyiz anlamına gelir bu. Şimdilik, akademiden kaynaklı iktidarın güncel edebiyata dahlinin bunca sık ve açık olmasının pek hayırlı olmadığı belirteyim sadece.

“Bugünün şiiri” nasıl mümkün kılınabilir?

“Bugün”den ne anladığımızı yanıtlamak gerekiyor önce, ancak bu öyle kolay ve birkaç cümleyle açıklanabilecek bir durum değil. Şair cesareti ile şunu söyleyebiliriz belki: Bildiğimiz, gördüğümüz her şey farklılaşacak; hiçbir şey önceki yüzyıldaki gibi olmayacak, çünkü üretim biçimi değişiyor. Ancak bu ilk canlıdan bu yana süregelen değişmez ilişki ve kavgaların, sorunların yok olacağı anlamına gelmiyor. Yine sömürü olacak; yine savaşlar, aşklar, dostluklar, nefret, şefkat... hayatın ortasına oturacak. Belki şuna dikkat çekebiliriz: Her şey daha az insanla yahut insansız olacak. Bu, insanın daha az zarar göreceği anlamında değil elbette. Bu süreçte insan hiçleşecek gibi görünüyor. Bu da çok büyük kavgalar ve kıyımlar demek, biraz önceki cümlede sıraladıklarımız dahil. Bir daha asla 19. yüzyıldaki edebi ve dilsel zenginliğe ulaşamayacak dünya. Elbette bir başka gerçek de şu: Dil, hemen hemen tüm alanlarda olacağı gibi şiirde de daha bildirimsel olacak. Voznesenski’nin “Oza”da “İnsan soyunun geriye işleyen bir çağı var” dediği bu olsa gerek. Görünen o ki yakın gelecekte şiirin şimdiye dek kabul edilmiş biçimsel özelliklerinden epey uzaklaşacağız. Tıpkı Divan şiirinden, tıpkı klasik halk şiirinden, hatta hatta otuz yıl önceki şiirden uzaklaştığımız gibi... Karşılaşacağımız yeni örnekler daha çok “pop-şiir” denebilecek tarzda olacak.

Öte yandan her disiplinin değişmeyen kimi kuralları ve özellikleri vardır. Dönüştürdüğünüzde ona belki yeni bir ad vermek gerek. Bu anlamda, bütün bunları bu biçimde öngörüyor olmak bu yola sapmak gerektiği anlamına gelmiyor. Ebeveynler zamanı gelince evin işleyişini çocuklarına teslim etmediklerinde çıkan karmaşayı biliriz, ancak “yeni” olan da her zaman güzel, iyi, doğru anlamına gelmiyor. Sanatın temel özelliğini unutmamak gerek: Sanat, insanlarda estetik haz uyandırma işidir. Estetik hazzı, içeriğin bir özelliği olarak değil, biçimin bir özelliği olarak almak gerektiğinin altını çizmeye gerek var mı, bilmem. Sanatçı, insanların görmeye bile dayanamayacağı bir katliamı tahammül edilebilir hale getirmez; onun dilini bularak bu katliamın sorgulanmasını hedefler. Şairlik elbetteki arayış işidir ne var ki günümüzde, daha çok şan ve şöhrete ulaşma işine dönüşmüş gibi görünüyor. Yaşlı ya da genç fark etmiyor, şiire emek vermeyi pek gerekli görmüyor kimse. Şunu düşünüyor olabilir bu kişiler: Nasılsa okunmuyor, yahut çok az kişi tarafından okunuyor. Öyleyse ne diye yorulacak insan? Ne diye emek verilecek? Hele hele elimizde hazır kalıplar varken: Halkını sev, kadını koru, ağacı kesme, etnisiteyi parlat, toplumsal kamplardan birine dahil ol... Yetmiyor mu? İntihar etmiş şairlerin hatıraları ne güne duruyor! Bir insanın/insanlığın trajedisini sömürmenin önündeki engel ne ola ki? Bu anlamda şiirin temel sorunu ahlak eksikliğidir. Günümüzdeki, yaşlı yahut genç, şairin ahlakı kayıptır.

.

ALTAY ÖKTEM: ÇATIŞMA ŞİİRİ BESLER, ŞİİR KAZANIR

Genç şairlerin mevcut şiir rejiminden ve ortamından rahatsız olması ve değişik mecralarda yeni arayışlara girmesi eski kuşak şairleri nasıl etkiler?

Değişik mecralar oluşturmak, yeni arayışlara girmek, daha cesaretli bazen de pervasız davranabilmek zaten genç olmanın gereğidir. Bu, aynı zamanda kendi şiir dilini oluşturma aşamasında yaşanan sancılardan biridir. Önceki kuşaklar ise ister istemez daha statükocudur. Bu, sadece günümüzün bir gerçeği değil. Her dönemde bu çatışma yaşanmış zaten. Çatışma şiiri besler. Şiir kazanır.

Öyle görünüyor ki şiir ve şiirin gündemine ilişkin eski kuşak şairler de endişeli. Eski kuşak şairlerin endişelenmelerinin ne gibi sebepleri olabilir?

Sanıyorum bu endişenin nedeni, günümüzde, şiirin toplumsal anlamda etkisinin azaldığının düşünülmesi. Aslında şiir hâlâ, aynı oranda gündemde. Sorun hızlı toplumsal, teknolojik değişime ve iletişim araçlarının farklılaşmasına yeterince uyum sağlanamamasıyla ilgili. Oysa şiir akacağı mecrayı bulur. Endişeye mahal yok.

Genç kuşağın rahatsızlığı ve eski kuşağın şiir nedenli endişeleri nasıl giderilebilir?

Giderilmez. Gidermeye de gerek yok. Genç kuşak şu andaki şiir ortamından çok memnun olsa, önceki kuşaklar da şiirin bugünü ve geleceği hakkında endişeye kapılmasalar, asıl o zaman ortada ciddi bir sorun var demektir. O zaman hepimizin bu patolojik durum karşısında endişelenmesi, hatta paniğe kapılması gerekirdi.

Şiirde geleceği biçimlendirecek ölçekte yeni arayışlar, yeni eğilimler gözlemleyebiliyor musunuz? Bu yöndeki değerlendirmeniz nedir?

Bilemem. Yeni arayışlar, yeni eğilimler var elbette. Ama bunların ne kadarı geleceği biçimlendirebilir, zaman gösterir. Bence şiirin geleceğini biçimlendirmeye çalışmaktansa her şair kendi şiirine kapansa, hatta kapaklansa daha iyi olur. Şiir ne geleceği inşa etme kaygısıyla ne de başka şairlerle çarpışarak yazılır. Her şair kendisiyle kıyasıya çarpışırsa, gelecek kendiliğinden gelir zaten. Bu arada genç şairlere küçük bir sır vereyim; şiirde kimse kimsenin önünü kapatamaz, herkes kendi önünü kendi açar. Öyle bir kaygıları olduğunu sanmıyorum, ama yeri gelmişken bu tecrübemi de paylaşayım dedim.

“Bugünün şiiri” nasıl mümkün kılınabilir?

Bugün yazılan şiir, bugünün şiiridir zaten. Mümkün olan gerçekleşmiştir. Eğer zihnimizde bugün daha mükemmel bir şiir olması gerektiği, ama bunun nedense gerçekleşmediği gibi bir algı varsa, o zaman iş yaşlı genç demeden şairlere düşüyor. Bugünün şiirinin nasıl olması gerektiğini düşünüyorsanız öyle yazın. O zaman beklentiniz neyse, o mümkün olur zaten.

.

ŞEREF BİLSEL: ŞİİRDİR ŞAİRİ KORUYAN

Genç şairlerin mevcut şiir rejiminden ve ortamından rahatsız olması ve değişik mecralarda yeni arayışlara girmesi eski kuşak şairleri nasıl etkiler?

Gençlerin yazma araçları, mekânları değişti. Yazı mahfilleri de tamamen dönüşmüş oldu. Dünyanın son yirmi yılda uğradığı değişim, Tanzimat döneminden 1980’lere dek uğradığı değişimden daha sarsıcı ve etkileyici. Cumhuriyete kadar bu ülkede yetişen şair/yazarların neredeyse yüzde sekseni İstanbulluydu; bugün yazmakta olan şairlerin neredeyse yüzde doksanı İstanbul dışından, kır kökenli. Çocukluk bahçeleri ve nesneleri de zamana bağlı olarak değişti. Oturup kalkma biçimleri de… Bu gençlerin bir kısmı işsiz, bir kısmı asgari ücretle çalışıyor ama dergileri, şiiri, ödülleri takip ediyorlar. Çoğunun doğduğu evde bir kütüphane yok. Kitaplarını hemen hepsi belli bir ücret karşılığında bastırıyor. Gençlerin bir kısmının önceki kuşaktan yazan şairleri beğenmemesi de doğal. Her şeyi beğenen insanın şiirle ne işi olur. Vaktiyle şuara sofrasının kenarına ilişmek için yer kollayan ve ‘bilindik’ bir şairin yörüngesinde şiire sokulan gençler yok artık. Sofraya oturmak için o sofradaki birinin kalkmasını bekleyen gençlerin yerine, kendi sandalyesini çekip oturmak isteyenler geldi. Bu gayet doğal bir durum. Eski alışkanlıklara göbekten bağlı kalarak ‘yeni’ olanı arayıp bulamayız. Hele şiir gibi her an şaşırtıcılıktan beslenen bir alanda alışkanlıkları bozan, derse geç kalan, gömleğini ters giyen, evin büyükleri tarafından itinayla açılması konusunda gösterilen kapıları tekmeleyen gençlerin çoğalması iyiye işaret.

Gelelim ‘eski kuşak’ meselesine: Şiirde geriye doğru koşan atlar olur, ama şairler geriye doğru koşmayacaklarına göre ileriye bakacaklardır. Birtakım alışkanlıklarını değiştirmek zorunda kalacaklardır. Gençlere ‘evladım’ demekle şiirde yürümüş oldukları yolun sağlamasının alınmayacağını öğrenecekler. İnsan insana elbette saygı duyar ve bunu göstermenin bin çeşit yolu vardır. Şiirde bu saygı ya uğradığınız durakları yazdıklarınızda yaşatıp geliştirerek ya da bu durakları bir daha hiç uğranmaz hale getirecek biçimde yeni bir şiir ortaya koyarak sağlanabilir. Evlerin mimarisi bile son yirmi yıldır kapsamlı bir değişime uğradı. Gençler; babalarının, ağabeylerinin baktıkları pencerelerden bakmıyor artık. Bu değişimi görmek, içeriden duymak, derdi olanlar zindeliğini korumayı sürdürecektir. Bu zindelik için önce zihnin havalandırılması gerekir. “Cemal Ağabey şöyle yapardı, biz şöyle dinlerdik” nasihatleriyle bulundukları yeri ihata etme derdi taşıyanlar, ‘nerdesiniz gençler gelin saldırın bana, ben polemikten beslenirim’ diyecek acziyetin içinde çırpınan eski kuşak şairler varsa onlar düşünsün artık, zamanın onları hangi puntolarla kaydedeceğini.

Öyle görünüyor ki şiir ve şiirin gündemine ilişkin eski kuşak şairler de endişeli. Eski kuşak şairlerin endişelenmelerinin ne gibi sebepleri olabilir?

İlk soruyla bağlantılı bir soru bu. Şair de olsanız, vaktiyle sizi okşayıp heyecanlandırmış düzenin sarsılması rahatsız edebilir. Oysa rahatsızlık şiirde bir beslenme kaynağıdır. Eski kuşak şairlerin endişeleri arasında bazı anlaşılır sebepler bulmayı deneyelim: Gençler bir şiir kültürü, birikimi oluşturmadan ‘olmak’ istiyorlar. Birkaç şiir yayımlayan genç hemen kitaba yürüyor. Ödüllerde hakkaniyetli davranılmadığını fark edenler çok ses çıkartıyor, hemen her genç kendinden büyüklere karşı elektronik ortamda esip gürlüyor vbg. Ben gençlerdeki sorunun bilgi, birikim, okuma, yetenek gibi durumlardan ziyade ‘görgü’ üzerinde düğümlendiğini düşünenlerdenim. Edebiyat görgüsü önemli. Neyi, nerede, ne zaman ve hangi tonda söylemeliyiz? Cemal Süreya ‘ağbi ağbi’ diye anılmak yerine tam burada anılmalı “Dağ görgüsü kazanır Ağrı'yı bir kez görse de kişi”. Gençler, şairden önce şiiri gör(ebil)meli. Şair, bahanedir şiir için. Sesler kalıyor; yüzler ve ihtiraslar, geçmişini yiyerek büyümeye çalışanlar zamanla siliniyor. O yüzden sadece yazmaya başlayanlara değil, yaşını başını almış olanlara da -varsa eğer- ‘yetenek’, kalemden önce bir silgi uzatır. Ve yetenekli gençler, pek çok şeyin, aslında gerçek anlamda yazdıkları zaman, etraflarından silindiğini hisseder. Görünürde şiir yazmak kolaylaşıyor, ama şair olmak ve kalmak zorlaşıyor. Mehmet H. Doğan’ın, son yazılarından birinde söylediklerini yabana atmamak gerekir: “Genç şairler, şair adayları çıtası eskisinden çok daha yüksek bir yarışta buluyor kendilerini. Şurası kesin ki, şairlik giderek zorlaşıyor. Toplumsal olaylarda geriye dönük varsayımlarla birtakım yargılara varmak yanlıştır, ama yine de diyorum ki, ’80 sonrası şiirin bugün adı ünlüye çıkmış birçok şairi, bu koşullarda yarışa girmiş olsaydı, dökülür kalırdı.” (2007 Biterken, Milliyet Kitap, Aralık 2007)

Genç kuşağın rahatsızlığı ve eski kuşağın şiir nedenli endişeleri nasıl giderilebilir?

Başta da belirtmeye çalıştım, yetişme biçimleri değişti. Dergilerde yetişen şair dönemi bitti. Dergiler, yol açıcı , teşvik edici olabilir. Eski kuşağı ortaya süren, tanıtan editörler de yok artık. Bu yüzden her şeyin kapitale tahvil edildiği ortamda eleştirmen de yok. Belki de bu çağın ruhuna uygun değil eleştirmen. Çünkü herkes kendi şiirinin eleştirmeni ve sunucusu artık! Şiir’le şiir olmayan metinler son derece birbirine yakınlaştı. Zanaat ve sanat çoğu yerde iç içe. Resimde, heykelde sanat bilgisine sahip olmayan pek çok kişi harıl harıl bir üretimin içinde. Atölyeler her alanda ve edebiyatta da çalışıyor. Bizden küçükler elektronik ortam konusunda bizden donanımlı. Bu alanda da usta-çırak ilişkisi yer değiştirmiş vaziyette. “Git Türkçe öğren evladım” retoriği 1960’larda kaldı, o retorik çöktü. Birileri Türkçe öğretecekse, İstanbul dışında doğan çoğunluk, belki de İstanbul ağzını kıra kıra öğretecek. Bugün buna ne Muallim Naci kafası ne de Yahya Kemal duyarlılığı karşı koyabilir. Kimse kimseyi ‘çöpçülerin elleriyle okşamıyor’ artık. Ve ‘boğazında düğüm düğüm hıçkırık olayım’ gibi ‘beyaz beddualar’ etmiyor. Sevme, teklif etme, arkadaşlık kurma hatta ‘çıkar ilişkileri’ de değişti. Şiir değişmesin mi?

Şiirde geleceği biçimlendirecek ölçekte yeni arayışlar, yeni eğilimler gözlemleyebiliyor musunuz? Bu yöndeki değerlendirmeniz nedir?

İklimsel değilse de mevsimsel değişimler görebiliyoruz. Yeni dünyanın diline yaslanan arayışlar var. Kolajlar var. Yeni nostalji biçimleri var bazı şairlerde. Farklı sanatların disiplinlerinden yararlanan ve bunda ısrar edenler var. Deneysellikte gençlerin önünde yürüyen ve izlerçevrenin dikkatini üzerinde tutan, önceki kuşaktan (Ahmet Güntan, ilk örnek) birkaç isim var ki birikimleri ısrarlarını haklı kılıyor. Rahat yazılan, yüksek perdeden esip gürleyen ve büyük ölçüde ironiye yaslanan bir anlatım biçiminin yaygınlık kazanması var. Politik olana temas eden şiirler de öne çıkıyor. Bir taraftan da varoluş sorunu etrafında ciddi kazılar yapan gençler var. Hiç kimse, kendinden büyük, yahut kendinden küçük değildir şiirde. Yaşarken, burnundan kıl aldırmayan nice şair bugün hatırlanmıyor artık. İkinci Yeni içinde elliye yakın şair kıran kırana yazıyordu, bugün kaç kişi kaldı oradan? Demek ki antoloji yapmak, yaptığın antolojiye kendini de koymak, ticari kaygılarla şiiri eline yüzüne bulaştırmak, zamanın karşısında tutunmak için yeterli değil. Hiç kimseyi şiirin dışında bir kuvvet şair yapamaz; şiirdir şairi koruyan. Şiire yeni gelenler için bir uyarı olacaksa o da “tez kızaran güllerden sakın”manın bilgisini yabana atmamak gerektiği…

“Bugünün şiiri” nasıl mümkün kılınabilir?

İmkân varsa ‘mümkün’ de olabilir. ‘Mümkün’ olan şeyi varlık olarak tasavvur edebiliyoruz, var olan şeyi ‘yok’ olarak duymak da elimizde. Bugünün şiiri, her şeyden önce bir boşluğu dolduruyor ve bu boşluğa dikkat kesilen muhataplarla ısrarla iletişim kurmayı deniyorsa mümkün olacaktır.