Geçmişi göğüsleyen öyküler

"Avucumda Çimen İzi" hep kitap'tan çıktı. Türker’in kitabı hayata katlanmayı sağlıyor.

Abone ol

Aslı Tohumcu aslitohumcu@gmail.com

Bir yazar ilk kitabını kim bilir hangi duygularla yazar, hangi duygularla alır eline! Bu kitabı o yazdı ve daha ilk kitabıyla dünyayı değiştirecek belki? Birtakım dertleri vardı ve aynı dertlerden muzdarip birtakım insanlar kendilerini yalnız hissetmesinler istedi ya da? Okuyanlara değişik bir bakış açısı vermeyi diledi? Veya okuyan, kendi anlattığı dünyaya dalıp dışardaki gerçek Dünya’dan birkaç saatlik kopuş yaşasın istedi?

İnsanın ilk kitabını yazması ve eline alması kim bilir nasıl bir heyecandır diye düşünür, ne zaman elime bir ilk kitap alsam ben de yazarın heyecanına ortak olmaya çalışırım. Hiçbir şey olmasa, kitabın sonunda hangi duyguyla baş başa kalacağımı bilememenin heyecanını yaşarım.

'ÇEŞİTLİ ŞEKİLLERİN ÇIKTIĞI' ÇİMENLER İZLERİ

Dilek Türker’in bu heyecanla elime aldığım ilk kitabı ‘Avucumda Çimen İzi’nden, onun tabiriyle yüreğimde ‘çeşitli şekillerin çıktığı’ çimen izleri kaldı. Hani o mahalle pikniğinde rüzgarla birlikte bayır aşağı koşarken hızını alamayıp yuvarlanarak alay konusu olan, avucunda çimen izleri çıkan kız gibi. Kimse benimle alay etmedi, ben de ağlamadım.

‘Narçiçeği-Al Kaşkol’ başlıklı hikayeden fırlıyor çimen izleri. Yine aynı hikayenin kahramanlarından biri, “İnsan başına gelebilecek onca kötü şey karşısında, ancak başka bir dünyayı düşleyerek katlanabiliyordu hayata. Kafamda yalnızca imgeler ve düşlerle kurduğum bir dünya vardı. Karşılaştığım her şey, tanıdığım herkes o dünyada bir karşılık bulduğunda anlam kazanıyordu,” diyor ya, Dilek Türker’in kitabı da okuyan için hayata katlanmayı sağlayan o dünyayı yaratıyor, anımsatıyor.

Ne seninle ne sensiz dediğiniz aile toplantılarını, babaannenizin başınızı yasladığınız kucağını, üniversitedeyken hafta sonları eve her dönüşünüzde mutfaktan gelen güzel, kucaklayıcı kokuları, eski semt pazarlarını, bir sarılışı, her şeyi değiştiren dostlarınızı anımsıyorsunuz bir kere. Ailece çıktığınız uzun yaz tatillerinin hüznü basıyor sonra.

Ağaçlar, ağaçlar, ağaçlar var ya hani bu hikayelerde her yanda, en çok, ağaç olsa bin yıl yaşayacağını bilen güzel insanların, sihirbaz olmak istediği halde sorulduğunda ‘Astronot olacağım’ diyen veletlerin, hapisten yeni çıkmış genç kadınların, kocasının metresinin saçını yapan kuaför kadınların hüznü kalıyor Dilek Türker’in hikayelerinden geriye.

TÜRKER GEÇMİŞİ GÖĞÜSLÜYOR

Dilek Türker geçmiş zamanın izini sürerken kayıpları nasıl göğüsleyeceğimizi gösteriyor usul usul, geleceği nasıl kuracağımızı değil.

Dilek Türker’in kitabı okuyanda, ‘Narçiçeği-Al Kaşkol’ başlıklı hikayenin kahramanı iki kadının hissettiklerini hissettiriyor ama en çok: “Otçul kaplanlar gibiyiz, çevremizde etçil, yırtıcı, vahşi kaplanlarla yaşıyoruz. Hep onların karnının doyduğunu görüyoruz. Üstelik biz ceylan kardeşlerimizi de düşünüyoruz. Ne yapacağız biz böyle?” Bu soruya birçok yanıt verilebilir ama güzel yanıt herhalde böyle güzel hikayeler okumaya devam edeceğiz, çünkü okudukça yalnız olmadığımızı hissedeceğiz olacaktır.

Özellikle de otçul kaplanlardansak! Dilek Türker’in yolu açık, okuyucusu bol olsun.