Fikirleriniz iktidar olamadı değil iktidar olacak fikriniz olmadı!

“Sen kimsin Ak Gençlik” videosunun asıl talihsizliği biraz da “Sen kimsin, kimsin sen, sen kimsin” sorusunun zihnimizde kulak zarı tırmalayan belli bir höykürmenin hatırasını da canlandırmasından kaynaklanıyor. Hakikaten bu hataya nasıl düştüler? Allah şaşırtmasın işte.

Sevilay Çelenk sevcelenk@yahoo.com

Bir arkadaşımın sosyal medyasında “Ben benem oğlim, sen kimsin” diye sorduğunu görünce, ortamlarda kuvvetli bir meydan okumanın döndüğünü de derhal anladım. Zira efendi uslu bir hemşerimin zulasından şahsi meselelerle ilgili olarak böyle okkalı bir ünleme kolay kolay çıkmaz. Başka bir mevzu olması gerekir. Bilgisayarın başındaydım, derhal twitter’ı açtım ama arama çubuğuna “Sen kimsin” yazmama bile gerek kalmadı. The twitter rahmetli dedemin bahçesindeki dalları yere eğilinceye kadar meyve veren armut ağacından beter bir halde, yıkılıyor. Öyle böyle değil.

“Sen Kimsin Ak Gençlik” diye soran bir video yayınlanmış. Olay bu.  Başlı başına bir propaganda faciası tabii. AKP’nin 18 yıllık iktidar döneminde yok edilmiş ne varsa, bu soruyla birlikte ayaklanmış ve soruyu soranın karşısına dikilmiş. Söz konusu video, propaganda tarihinde benzeri görülmemiş bir tersine çevirmeye malzeme olmuş hasılı. Bumerang gibi dönüp dönüp kendini vuruyor. Sen kimsin sorusuna cevaben, ben Ali İsmail Korkmaz’ım, ben Dilek Özçelik’im, ben Berkin Elvan’ım, ben Dilek Doğan’ım, ben Kemal Kurkut’um diye haykıran tweet selinde bir ülkenin yakın tarihini görüyorsunuz. Acılar tarihi... Bu hızlı refleks ancak tutarlı bir “fikir” etrafında örgütlenebilir bence. Muhalefet etmeye, hakkını aramaya, boyun eğmemeye ve insan haysiyetine dair bir fikirler bütünü bir toplumsal refleksi saniyeler içinde harekete geçirmiş. Bu refleks güç sarhoşluğunun fikirsiz dünyasını kendi silahıyla vuruyor. Fikirsiz diyorum çünkü gerçekten de bu videoda böbürlenmeden, hamasetten, geçmişin bugünde üretilen ve içi boşaltılmış kof imgesinden başka hiçbir şey yok. Ak gençliğin, “Sen kimsin” sorusuna bugünün dünyasındaki kendi mevcudiyetinden yola çıkarak verebileceği bir yanıtı yok. Tarihi şahsiyetler dışındaki az sayıda figürden biri Aziz Sancar ki soruya verilen cevaplar zinciri “Recep Tayyip Erdoğan’sın” şeklinde nihayet bulunca, onun varlığının da Erdoğan’a armağan edilmesi gibi garip bir durum hasıl olmuş.

Ben, EBA'ya erişemeyen öğrenciyim!

Ben, ürününü satamayan çiftçiyim!

Ben, siftah yapamayan esnafım!

Ben, dolarla maaş alamayan işsizim!

Ben, adalet arayan KHK'lıyım!

Ben, haksız yere tutuklanan gazeteciyim!

Ben, insan onuruna yakışır hayattan yoksun bıraktığınız halkım #SenKimsin.

Cevapların bir kısmı bunlar. Sadece bir kısmı... Görülmemiş bir şey. Siyasi iktidarın zulmüne maruz kalmış canlı cansız, maddi manevi her şey ve herkes bu videonun karşısına dikilmiş. AKP döneminin 18 yıllık yıkım ve eziyet envanteri bir anda ortaya dökülüvermiş. İstense yapılamazdı. Öyle ki Hasankeyf bile cevabını yapıştırmış. “Ben katlettiğiniz 12 bin yıllık tarihi Hasankeyf'im... #SenKimsin”

“Ben benem oğlim, sen kimsin” cümlesi de gözüme ilişen bütün cevapların Diyarbakır’ın haysiyet surlarına çarpıp dönen yankısı olmuş adeta.

Olaylar hep ikişer ikişer geliyor önümüze. Allah’ın parmağı mı diyeyim, takdiri ilahi mi diyeyim ne diyeyim? Çünkü dün biraz daha erken saatlerde de Cumhurbaşkanı Erdoğan mahzunluğunu ilan ediyordu. "Genç bir nüfusa sahibiz ama medeniyet tasavvurumuzu hayata geçiremiyoruz" diye başlıyor ve "Medyamız bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor. İlimde, sanatta, kültürde benzer sıkıntılarla karşı karşıyayız. Dünyaya kendimizi anlatamıyoruz. Bunun için de fikri iktidarımızı da hâlâ tesis edemediğimiz kanaatindeyim. Hiç kimsenin bu arayıştan rahatsız olmaması gerekir" sözleriyle devam ediyordu. En nihayet “Bu konuda biraz mahzunum” diyerek sözlerini tamamlıyordu. Haberi okuyunca mahzunluktan zarar gelmez diye düşündüm kendi kendime, yeter ki mağrur olmayalım...

Mağrur dedim de “Sen kimsin Ak Gençlik” videosunun asıl talihsizliği biraz da “Sen kimsin, kimsin sen, sen kimsin” sorusunun zihnimizde kulak zarı tırmalayan belli bir höykürmenin hatırasını da canlandırmasından kaynaklanıyor. Hakikaten bu hataya nasıl düştüler? Allah şaşırtmasın işte.

Gelelim fikri iktidar olanın zikrinin de iktidar olmasına. Mesele şu ki eskiden oralar buralar şuralar hep fikir olmasa da bu topraklarda karınca kararınca bir fikir vardı, bir mefkure vardı hatta. Gerçekten de her yer hepten dutluk oldu. Medya Erdoğan’ın ve AKP’nin sesini ve nefesini yansıtmıyormuş... Fatih Portakal’a varıncaya dek herkesi ekmeğinize katık edip yediğiniz halde, medya hâlâ mı sesinizi ve nefesinizi yansıtmıyor diye de kimse şaşırmasın. Gerçekten de bir şey yansıtmıyor bu medya. Tenekeye tokmağı istediğin kadar vur, sesinden nefesinden ne olacak onun?

Kültür alanındaki büyük iddia soft power olarak tarif ettikleri televizyon dizisi alanında ortaya koyuluyor. Oraya da bir göz atalım o zaman. Mesela Payitaht Abdülhamid’in birinci sezonunda İngiliz sarayına padişahın hafiye sokması ve kraliçeyi zehirletmesi sahnesi var. Hafiyeye Buckingham’ın dış kapısının dış mandalından başlayarak, gizli kapıların yerini de söylemek suretiyle kraliçenin mekanına uzanan güzergahı bizzat padişah tarif ediyor. O da gidip kraliçeyi eliyle koymuş gibi buluyor ve zehirliyor. Kraliçe zehirlenme sonucunda derin bir uykuya dalıyor. Zehrin panzehri de Osmanlı’da. Bunun üzerine İngiliz elçisi, “Daha önce Birleşik Krallık böyle bir tehdit yaşamadı. Unutmayın ki kraliçemiz sadece bir idareci değil. Sömürgelerimizde ona tapanlar hatta onun ölümsüz olduğunu düşünenler var. Hemen saraya gitmeliyiz İngiltere Abdülhamid ne istiyorsa yapmamızı söylüyor” diyor. Biliyorsunuz İngiliz sarayı yarı uzmanlık alanım sayılır. Bence gerçek değil de dizi ya da filmde bile olsa, bu şekil bir “kraliçe zehirlemesi” de bir “fikir” değil. Muktedirliğimizin tarihine dair izan sahibi bir yorum da değil. Böyle bir tarih fikrinden nereye iktidar oluyorsunuz?

Sonuçta da şunu söylemek durumunda kalıyor insan. Sorun fikirlerin iktidarda olmaması sorunu değil. İktidar olacak bir fikrin olmaması sorunu.

Bostana ne ektiğinize bakar. Nefret eken fikir biçemez.

Esnafa asayişi havale etmek mi fikir? Bıçağını sadece kartopu oynuyor diye gencecik bir gazetecinin kalbine saplıyor sonra. Bu fikrin iktidarından ne olabileceğini görüyoruz. Ama işte günü geliyor, “Sen kimsin” sorusuna o da cevabını veriyor. Ben Nuh Köklü’yüm...

“Bütün dünya bize düşman olmuş zaten” deyip durarak bir milletin dostane, sakin ve güvenli ilişkiler geliştirme kapasitesine gece gündüz saldırarak tahrip etmek mi fikir?

Kafasında takkesi, “Boşanmak yerine ikinci eş alın” diyen başhekiminki mi fikir?

Dar ya da orta gelirli ailelerin üniversitede okuyan evlatlarının yurtdışına gitmek için tek imkanı olan Erasmus’a orgasmus diyen profesör siluetininki mi fikir?

Her şey bir yana “Türkiye kuru kuruya Batıcılık saplantısı yanında, pek çok sapkın ideoloji ve akımın zehrine de maruz kalmış bir ülkedir. Fikri iktidarımızı bize ait olmayan bir medeniyete kaptırmamızın nedeni, bu sapkın akımların önlerinin bilinçli şekilde açılmasıdır” demek mi fikir? Kim sapkın, hangi ideoloji? Adını koysanız da bilsek. Üstelik medeniyet varsa -ki kadim bir medeniyet var bu topraklarda- kolay kolay kimseye kaptırılmaz bence. Yeter ki bizzat kendini ve kendi evlatlarını yemesin, bizzat kendi varlığını yağmalayıp talan etmesin, düşük ve fikirsiz bir siyasete kurban etmesin.

Öyle ya fikri olmayanın muktedir olabilmesi ve iktidarını kurabilmesi için uçsuz bucaksız bir “boşluk” gerekiyor. Bu boşluğun on iki bin yıllık medeniyet merkezlerini de medeniyetin pırıl pırıl evlatlarını da yiyip yutması gerekiyor. Fikir mi bu? Ne yazık...

Tüm yazılarını göster