Feminist değil, Skotusçu: Julia Kristeva

Kadın sorunlarına dair pek çok yazı yazdı Julia Kristeva. Üçüncü dalga feminizm ya da Fransız feminizmi gibi adlandırmaların içinde yer aldığı kabul ediliyor. Kabul ediliyor, diyorum çünkü o kendisini feminist görmediğini söyler: “Bana hep feminist misiniz diye soruyorlar, 'Feminist değilim, Skotusçuyum' diye yanıt veriyorum. Duns Skotus, büyük İngiliz filozof, hakikatin genel fikirlerde değil, tikelde olduğunu düşünüyordu…”

Abone ol

Ahmet Bülent Erişti

Yol ve yola çıkma düşüncesi, elinde sadece gidiş bileti olan yolcu için değişme, değişirken de kaybolma olasılığı saklar içinde. Yolcu sadece başlangıç noktası bulunan boş bir kitabı, meçhul bir haritayı dolduracaktır ama nasıl? Tüketme potansiyeli açısından yol, bitmeyecek rezervler barındırdığı için yola çıkanın yeni bir dünya yaratma hayali, çokluk, zihninin derinliklerinde gömülüdür. Oysa tükenmiş portrelerden söz açıp potansiyel yolcuya dur ihtarı çekilmesi sıradandır. Dünyanın ve yaşamanın bir yol serüveni olduğu düşüncesi ve kutsal metinlerin buna sık yer vermesi; yolun, taşıdığı bilinmezlik rütbesiyle insanı bir tür terbiye etme uyarısıdır. Doğuşumuzla başlayan yolculuk, ölümümüze kadar başını ve sonunu bilmekle birlikte nerelerden geçerek hangi bükülme ve kırılmaları yaşayarak varacağımızı bilmediğimiz bir maceradır. Alberto Manguel’in başka kaynaklardan aktarmasıyla öğrendiğimize göre Eski Ahit’te altı yüz kez geçtiğini bildiğimiz yol sözcüğünün bütün bağlamları, yol sürecinin insanı götürebileceği yerler ve yolcunun başlangıç noktasından hangi veçhelerle uzaklaştığı ve buna bağlı olarak karşılaşılan cezalandırmalarla ilgilidir, yolun sonu ikinci plandadır, yolculuk esastır çünkü.

Bir dönemeçte durmak gerekiyor: Başladığı yere dönme arzusu içindeki yolcu için yol, düşünülerek yaşanan bir zamandan çok, uyuyarak sabahın olmasını beklediğimiz geceye benziyor: Alacaklarını alıp evine dönen taşıyıcı. Yol ve yolculuk, taşıyıcı için ölü zamandır, dahası yüktür. Yola çıktığı yere döndüğünde, körlüğüne asılı zamansallığı yükünü sırtından indiren bir hamalın rahatlama duygusuyla yeniden hayatına soktuğunda yükten de kurtulmuş sayar kendini. Hac yolcusudur o; yol ve arayış kavramlarıyla tözsel bir bağı yoktur.

Julia Kristeva 1965 Noel arifesinde Sofya’dan Paris’e yola çıktığında bir hac yolcusu olmadığını, geri dönmeyeceğini ve kaldığında bambaşka bir hayata yolculuk yapacağını hesaplamış mıydı? Ayağının tozuyla önce Roland Barthes sonra da Gerard Genette’nin derslerine girdi, Tel Quel topluluğuna katıldı, Barthes, Foucault, Derrida gibi isimlerle birlikte dergide, metin kuramlarına dair ilk yazılarını yazdı. İlk yıllarda dil üzerine odaklanıp dil-siyaset-özne kavramları üzerine yoğunlaşmışken 1970’ten sonra yavaş yavaş kadın ve annelik sorunlarıyla; 1980’den sonra da Lacan’ın psikanaliz seminerlerinin de etkisiyle psikanaliz ve edebi özne kavramlarıyla ilgilenmeye yöneldi. Denilebilir ki hep biriktirerek, en başta ilgilendiği alanları terk etmeden, tam tersine günümüze kadar dilbilim, psikanaliz, göstergebilim, avangard edebiyat, edebiyat kuram ve eleştiri teorileri, felsefe, feminizm gibi çoklu yönelimlerine romancılığı da ekleyerek bu alanları iç içe ele almasıyla ilginçtir Kristeva.

'HER ŞEY POLİTİKTİR' DÜŞÜNCESİNE MESAFELİ

Çoklu yönelimleri bir yana Kristeva’yı ilginç kılan, birbiriyle çelişir ya da karşıt görünen kavramları yeni bir kök haline getirmesidir. “Maternal ve heretik bir etik anlayışını paternal otoriteye içkin bir söylemle (psikanalizle) icat ederken, biyolojik dürtülerin öneminin ancak dil ve kültürle kavranabileceğini söyler; feminist eğilimleriyle yazarken feminist akımı eleştirir.” (1) Benzer biçimde siyasetin önemli olduğunu söyleyen ama bugün özellikle kadın sorunları ve cinayetleriyle ilgili motto haline gelmiş olan “Her şey siyasaldır” ve “Kadın cinayetleri politiktir” düşüncesine mesafeli duran bir Kristeva var. Çift başlı ya da zıtlıklarla yürüyen-diyalektik düşünmeden söz etmiyorum- bir akıl yürütme, Kristeva’nın temel özelliği gibi görünüyor. İlgilendiği hemen her alanda çatışmalı, tezat bakışları uyuşturmaya götüren bir zihin, kavramsallaştırmada seçtiği temel anahtar dilin kendisinden başlar buna. Yapısalcı dilbilimin özneyi kendisinin farkında olan bir varlık olarak görmesini, bir anlamda Barthes’ın yazar odaklı okumasını eleştirirken okur odaklı okumasındaki “açık uç” kavramını tekil okuma ve metinlerarasılık kavramsallaştırmasına taşır.

Kendilik kavramına karşılık öznellik kavramını, yani insanın tarih, kültür, dil gibi olgularla biçimlendiğini öne çıkaran bir bakış geliştirirken dil; dilsel olan: metin öne çıkar. İlk bütüncül çalışması diyebileceğimiz Şiir Dilinde Devrim’de metni, neredeyse siyasal bir devrimle karşılaştırır çünkü metin durağanlığı yıkacak bir özne durumundadır. Dil, metni kuran; dolayısıyla da özne’yi oluşturandır. Kristeva, Ferdinand de Sausure ve Barthes’ın yapısalcı bakışıyla Bulgaristan’daki dilbilim öğreniminden iyi tanıdığı Mihail Bahtin’in ilk kez kullandığı metinlerarasılık kavramını ilişkilendirir ve kendisinin ortaya attığı öznellik (subjectivitiy) kavramıyla sentezler. Öznenin öznelliği ile heterojen olduğunu söylerken kendisinin çoklu düşünme formülasyonunu da dışa vurmuş ve öznellik kavramsallaştırmasında da melez bir yol izlemiştir Kristeva. Bilginin sınırlılığına ve anlamın tekinsizliğine işaret ederken insanın öznelliği üzerine bir kerteriz oluşturmak adına “Saussurecü göstergebilgisiyle (semiotics) Lacancı psikanalizi birleştiren bir proje olan' semanaliz kuram ve uygulamasını” (2) geliştirir. Bu sayede beşeri bilimler ve modern sanat ve edebiyatta “beden ve dil” kavramları aracılığıyla yeni bir okuma yapılabilecektir.

Avrupa’nın doğusu ile batısının o güne kadar ayrı çizgilerde götürdüğü çalışmaları iç içe geçirmiştir. Yola çıktığı yerden çok uzaktadır ama gezindiği yeni yer ve hayata, başlangıcı da götürmüştür. Bir anlamda çalışmalarının en önemli parçası diyebileceğimiz noktada melez bilinç geliştirmiştir ancak bu, Daryus Shayegan’ın ifadesiyle yaptakçı bir melezlik değil, ikili düşünme biçimlerinden yeni bir düşünme biçimine geçmenin göstergesidir.

İkili düşünme biçimini içeren ama tümüyle farklı düşünsel tepkime ve karşılaştırmalarla ilerleyen Kristeva, şaşırtıcı yol haritasını kişisel hikâyesinde de gösteriyor ama yüzünü Batıcıllığa dönerek. Gençlik yıllarında etkilendiği Maoizmin etkisiyle Amerika’nın Vietnam’a saldırısına tepki duyan Kristeva vardır: İdealistti. Vietnam Savaşı yıllarında Baltimore Üniversitesi’nde ders verme teklifini dünya jandarmalarıyla işbirliği yapmak istemediğini söyleyerek geri çevirmişti. (3)

Aynı Kristeva, 2014’te Paris 7’nin kültür işleri sorumlusu Bernadette’ in ağzından Kristeva ile yaptığı söyleşinin başında şöyle tanıtılıyordu: "Kendisini ‘"Bulgar asıllı, Fransız uyruklu ve Amerika’yı benimsemiş bir Avrupa vatandaşı’ olarak tanımlıyor.” (4) Yol, zamanın paydasına alındığında bölünme ve değişim yaşanıyor.

OKUMAK, OKUR İÇİN TEKİNSİZ VE TEKİL BİR YOLCULUK

Freud 1919’da Tekinsizlik başlıklı bir makale yazmıştır. Cansızmış gibi görünen bir varlığın canlı olma hali ya da canlı görünen bir varlığın cansız olma olasılığının tekinsizliğini ele almıştır makalede. Kristeva, 1969-1977 yılları arasında yazdığı makalelerinde semanalizin nesnesinden söz ederken öteki (sorunsallaştırdığı şey) için tekinsiz nesne diyecektir: Bu tekinsiz nesne, yani bu ön-metin, bu yanıltıcı nesne, beşeri bilimlerin zayıf halkası ve felsefenin etkileyici ötekisi olan genel anlamda sanattan ve özelinde de modern sanat ve edebiyattan başkası değildi. (5)

Edebiyat yapıtını tekinsiz nesne olarak tanımlamasıyla, 'onun toplumsal bir deneyimleme nesnesi olmadığını' söylüyor Kristeva. Her okur için kurmaca bir metnin tekilliği söz konusudur. Her okur için yeni ve biricik deneyimlemedir okumak. Basit söyleyelim: Anna Karenina’nın başından geçenlere tanık olan okurun görecekleriyle Tolstoy’un yazdıkları aynı değildir, alımlama tekildir. Tolstoy’un zihninde şekillenmiş olaylar ve kişiler, okurun kendi tekilliğinde yeniden şekillenecektir. Okumak, okur için tekinsiz ve tekil bir yolculuktur. Kristeva’ nın geliştirdiği metinlerarasılık kavramının, zamana yayılmış çakışmasından çok, her bir okurun tekil deneyiminin ürettiği hayallerin çakışması olduğunu da yeniden düşünmüş olalım. Buysa, yeniden ve yeniden bitimsiz hayal etme eylemi demektir.

Yol, hac yolculuğu değilse tekil ve tekinsizdir; bize hiçbir şeye önlem alma imkânı sunmaz. Yeni ile korkunun; heyecan ile kaygının sırt sırta olması, öngörülemeyenin hesaplanamazlığı ile karşı karşıyayızdır.

Çalıştığı her konuya kendi hayat çizgisinin Avrupa’nın doğusundan batısına bölünerek eklemlenmesinde gördüğümüze benzer biçimde yarım bırakılmışlık hissi mi taşıyor Kristeva? Neredeyse öyle görünüyor: Freud’dun bilinçdışının çalışmasında temel ögeler olarak aldığı simgelerin yer değiştirmesi ve bir sembolün birden çok şeyi temsil etmesi süreçlerine, üçüncü süreç olarak bir gösterge sisteminden başka bir gösterge sistemine geçişi eklemiştir. Yine Freud’un psikanalitik kuramını kullanarak “özneye, öznenin oluşumuna ve öznenin bedensel, dilsel ve toplumsal diyalektiğine dayanan bir anlamlama kuramı” geliştirmeye çalıştığını söylemiştir. (6)

Aynı biçimde Freud ve Lacan’ın geliştirdiği psikanaliz kuramlarında çocuğun toplumsal bir varlık olmaya geçişi ve bu gerçekleşirken kastrasyon tehditi yaşaması, dil aracılığıyla egemeni (babayı) tanıması ve annenin asla kavuşulamayacak varlık olarak kalması bilgisi Kristeva tarafından eksik bulunmuş ve annelik işlevi kavramı bilgisi oluşturulmuştur. Son olarak üstünde daha çok durduğumuz Sussurecü göstergebilim çalışmalarına Bahtin’den alıp geliştirdiği metinlerarasılığı da saydığımızda şunu görüyoruz: “Alımlama biçimimiz dolayısıyla her bilgi tekil olarak yeniden üretilir.” Bir anlamda zihinsel üretiminin arka planında çalışan kültürlerarasılık ve tamamlanmamışlık, el atacağı nesneyi seçiminde ve tanımlamada en temel belirleyici konumundadır.

'BANA HEP FEMİNİST MİSİNİZ DİYE SORUYORLAR, FEMİNİST DEĞİLİM'

Kadın sorunlarına dair de pek çok yazı yazdı Kristeva. Üçüncü dalga feminizm ya da Fransız feminizmi gibi adlandırmaların içinde yer aldığı kabul ediliyor. Kabul ediliyor, diyorum çünkü o kendisini feminist görmediğini söyler (7): “Bana hep feminist misiniz diye soruyorlar, 'Feminist değilim, Skotusçuyum' diye yanıt veriyorum. Duns Skotus, büyük İngiliz filozof, hakikatin genel fikirlerde değil, tikelde olduğunu düşünüyordu…”

Feminist olmadığını söyler ama kadınlık ve kadın sorunlarına yönelik gençlik yıllarından bu yana ilgili olan bir düşünürdür. Cinsiyet Araştırmaları adlı çalışmasında kadının toplumsal konumunu, ruhsal sorunlarını incelemiştir. Devamında kendisi gibi Fransız feminizminin temsilcileri kabul edilen Helene Cixous ve Luce İrigaray ile ataerkil sistem içindeki kadının durumu konusunu tartışır ve “dişiliğin ve kadınlığın doğuştan gelen bir özellik olmadığını” söylemesiyle onlardan kopar. Kadınların özgürlük mücadelesinde tektipleştiği kaygısını dile getirmesi ile ana akım feministlerden sert eleştiriler alan Kristeva, eleştirel çizgisini önemli bir makale ile genişletti (8): Kadınların Zamanı.

Burada hem birinci dalga hem de ikinci dalga feminizmi eleştirirken eşitlik arayışında her bir kadının tekil durumunu düşünmek ve her bir kadın için tekil karar vermek gerektiğini; bunu söylerken de birinci kuşağın verdiği temsil hakkı uğraşısını da ikinci kuşağın verdiği vücut ve duyguların varlığının kabulü uğraşısını da göz ardı etmediğini vurguladı. Kadınla erkeği ayıran şeyleri biyolojik farklılığa indirgemedi ama toplumsal bir soruna da tekillik penceresinden bakmayı geliştirdi. 1996’da “Kanımca artık bütün kadınlar diye konuşmamızın imkânsız olduğu bir döneme geldik” (9) dediğinde üçüncü dalga feminizmin önünü de açmış oluyordu.

Kristeva için yeni bir şey söylemek, eski bir kozanın içinde olmak ve dönüş(tür)mekle özdeş bir kural neredeyse ve bu kural yukarıda belirttiklerime benzer biçimde feminizm konusunda da sürüyor. Kadın sorununu toplumsal alanda cinsiyet kimliğine indirgemeye tepkili olması feminist anlayışlar içinde şaşırtıcı, ayrıksı bir yer oluşturuyor.

Oyuna sonradan katılan ve önceki kuralları içeriden biri olarak değiştirme; başkalaştırmanın temsilcisidir yolcu Kristeva. Karşılaşmaları bekler ama bunun için. Düşüncenin sıfır noktası kendisinden önce belirlenmiş, iz oluşturulmuştur. Metaforik olarak Bulgaristan yılları sembolik düzlemi; Paris sonrası süreçse semiyotik dönemi anlatır gibidir. Babadan (egemen, anayurt) kurtulabilmiş midir Kristeva? Yol bazen bir kopuş hikâyesidir bazen de gidememe ya da ağlamaklı bir unutamama hikâyesi.

Feminizm konusundaki çatışmalı, farklı yönsemeleri iç içe geçiren ve kimi feminist çevrelerce eleştirilen Kristeva’nın evlilik konusuna bakışı da feminizmin ana akım anlayışına uzak. Kocası Philippe Sollers ile bir arada yapılan ve evlilik olgusunu odağa koyan söyleşilerden oluşan bir kitap çevrildi Türkçeye. (10) Kristeva’nın kadın meselelerine ve evliliğe bakışıyla ilgili önemli ipuçları veriyor buradaki söyleşiler. “Kadim evlilik müessesesiyle dalga mı geçeceğiz?” dedikten sonra “Pek Sayılmaz.” diye cevaplıyor kendisini. İki tekilin evliliğinin bir inanca dayanması gerektiğini söylerken geleneksel evlilik olgusuna mesafeli duruşunu belirtmek adına vurgulamalar yapıyor. Ama inanç diyor hâlâ. İnsanın en eski ve köklü sorunlarından biriyle ilgili konuşurken inancı bir sağaltıcı görmek, bırakalım bu sorunun farkında olan okur ya da araştırmacıları, sosyologları; evlerinde televizyon izleyip kadın cinayetlerine tanık olan insanlar için bile şaşırtıcı bir tablo değil mi bu? Salt kendi evliliğini dahi konuşsa kurduğu dil evreninin farkında bir kadın oysa Kristeva.

Kadın sorunlarıyla gençliğinden bu yana içli dışlı olmuş, makaleler yazmış, Fransız feminizmine ve hatta üçüncü dalga feminizme öncülük etmiş bir düşünürün evliliğe dair olumsuzluk çağrıştıran tek cümlesi: “Evliliğin olabilecek tek anlamı tekilliktir.” Evlilik kurumunun ürettiği sorunlardan değil ama evlilik içi ilişkilerin nasıl yürüyebileceğinden söz eden bir Kristeva. Kutsal aile, kapitalist hukuk sistemi vb. birtakım kalıp eleştiriler beklemiyor kimse ondan ama evliliğin tekillik kavramıyla kurtarılabilecek bir kurum olmadığını söylemesini de beklemiyor; Herkesin evliliği kendisine demesini de. Evliliğin özgüllüğünü öne çıkarıyor.” İki bedenin birbirinde eriyip tek beden olması gibi olmayacak bir hayale kapılmadan” diyor. Bir arada olmayı “evlilik olmadan da birliktelik” bağlamına getirmeyi düşündüğünde eleştirelliğe de geçiyor. Evlilik kurumunu kökten eleştirmiş ve serbest aşk kavramıyla ilgili öncülük yapmış Beauvoir-Sartre ikilisini serbestlik teröristleri olarak anıyor. “Cinselliği kontrol fikri kabul edilemez”, iki kişinin aşkında “ikincil partner” olabilir ama “Ben gizlilikten yanayım” diyen kocasına yanıt olarak evliyken bir başka partner olmasının saklanamayacağını söylüyor: “Ben sır olmadığına inanıyorum, en azından mutlak sır” dedikten sonra da yine de bir yanıyla katıldığını belirtiyor: “Her şeyi söylemekte hem ikincil partneri hem de asıl çiftteki partneri yok etme arzusu yatıyor olabilir.”

Örnekler çoğaltılabilir ama şu noktayı anlamak ve anlatmak için yeterli: Kristeva, kadın özgürlüğü meselesini tartışırken evliliği, evlilik kurumunun doğurduğu tarihsel-toplumsal bağların tümünü dışarıda bırakıyor. Üretim ilişkilerinin kadın üzerindeki olumsuz rolü, gündelik hayata sinmiş kültürel kodlamalar vs. hepsi kadının tekilliğiyle aşılabilir duygusunda olması şaşırtıcı. 1996, 2011 ve 2014 gibi uzun sayılabilecek aralıklarla yapılmış ve tümünde kadın-erkek ilişkisinin merkeze alındığı söyleşilerde düşünsel omurga çok değişmeden “Birlikte yaşamak nedir, mümkün müdür?” sorusu ve yanıtları yerine “Evlilik nasıl yürüyebilir?” sorusu ve yanıtlarını görüyoruz. Tekillik; özel mülkiyet ilişkileri, çocuk, miras sorunları ve aile gibi kurumsallaşmış bir soruna karşı yegâne çıkış noktası alınabilir mi?

BATI AVRUPA DÜŞÜNME FORMLARINA, DOĞU AVRUPA DÜŞÜNCE PRATİĞİNİ ŞIRINGA ETMİŞ BİR DÜŞÜNÜR

Kristeva yolculuğu boyunca düşünme derinliği ve zihinsel algoritmasında şeyler arasında kurduğu şaşırtıcı bağlarla bilindi. Buna karşın hep o melez düşünmenin izlerini de taşıyor gibi. Alışılmış olanla ya da geçmiş düşünme pratikleriyle köklü bir sorunsallık kurmak yerine, aşırı yoruma başvurarak söylersek Batı Avrupa düşünme formlarına, doğup büyüdüğü Doğu Avrupa formlarının düşünce pratiğini şırınga etmiş bir düşünür. Deneyimleme zenginliğinin ortaya çıkardığı bir düşünme ve yaşama iklimini hissettiriyor. Kristeva hep Bulgaristan’da kalsaydı değil Fransa’da doğup yetişseydi şimdiki Kristeva mı olurdu? Butler’in Kristeva’yı cinsiyet kimliği, lezbiyenlik bağlamındaki eleştirilerine hiç girmiyorum; benim ilgimi çeken, böylesine sorunlu, karmaşık bir konunun her ilişkinin tekilliğiyle nasıl bir toplumsal çözüme gidebileceğinin düşünülmesi. Kristeva’nın birinci ve ikinci kuşak feministlerin merkeze koydukları sorunların aşıldığını, kadının bugün için hem toplumsal hem de bireysel sorunlarla ele alınması gerek, dediğini bilerek soruyorum.

Dünya kitabını fiziksel tasavvur ve düz çizgide okursak yolculuk bizi başladığımız yere getirir okumanın sonunda. Benzer durum mecazî yolculuk ve okumalar için de geçerlidir, Dante’nin cehennem, araf ve cennetteki yolculuktan dünyaya dönmesi gibi. Kristeva geniş bir çember çizerek başlamıştı 1965’te yolculuğuna. Çıkış noktasından çok uzaklara gittiğini bildiğimiz Kristeva, arayışçı kimliğini minimalist çözüm önerileriyle bekleyen kimliğine mi bırakıyor? Kendi büyük anlatısından mı vazgeçiyor? Dante yolculuğuna buradaki var oluşu daha iyi tanımlayabilmek için de çıkmıştı, Kristeva da cennet ve cehennemi görmeyi mi tamamladı acaba?

Bahtin, karnaval kavramını anlatırken yola çok önem atfeder. Yol kronotopu, tesadüfî bir şaşırtıcılık taşıması yanında büyük anlatıyı kuran önemli bir etmendir. Yol ucu açık karşılaşmalarla büyüleyici, korkutucudur ama umut vaat eder. Şaşırtıcılık Kristeva’nın yolculuğunun temel ögelerinden biriydi ve düşünür bir kadın olarak yola çıkanlara kendi tesadüfî yola çıkışı ve büyük anlatısını kurarken yolun şaşırtıcılığını anlattı, anlatıyor.

Dipnotlar

  1. Doç. Dr Filiz Kartal, Öznellik ve Psikanaliz makalesi, 2015.
  2. Nial Lucy, Postmodern Edebiyat Kuramı, Ayrıntı Yay., çev. Aslıhan Aksoy, ikinci basım 2018, s.56.
  3. Halil Turhanlı, Kristeva ve Şiirsel Dil, Birgün gazetesi, 2012.
  4. Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Evlilik, YKY., çev. Aysel Bora, 2018, s.77.
  5. Nial Lucy, age. s. 56
  6. Toril Moi’den aktaran Filiz Kartal.
  7. Julia Kristeva, Cogito: Cinsel Yönelimler ve Queer Kuram, sayı:65-66, s. 185.
  8. Julia Kristeva, Kadınların Zamanı, Defter dergisi, Çev. İskender Savaşır, sayı 21, s.7-29.
  9. Julia Kristeva, “Özgürleştiren Tekillik”, Biamag, 19 Haziran 2010, Hülya Durudoğan söyleşisi.
  10. Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Evlilik, YKY, Çev. Aysel Bora, İstanbul, 2018.