Felsefe yokluğu ve kukla yapma sanatı

Bugün bizim cep telefonlarımıza binlerce mesaj geliyor, hepsi bizden öncekilerin uyanışçı hikmetlerinden sözler aktarıyor. Herhangi bir kozmolojik fenomene ya da insani olguya ilişkin bir görüntü geldiğinde, o fenomenin sesi, ya okuyucunun sesiyle ya da bir alimin anlattıklarıyla perdeleniyor. Bu, bizim her şeyi bilgi olarak kuşattığımız sanısını yaratır. Aklını çalıştırmana gerek yoktur, o senin yerine sorar, araştırır, analiz eder ve sonuç çıkarır.

Abone ol

Ahmed el Hilali*

Toplumumuzun en önemli sorunlarından biri sathi düşünme ve kültür sorunudur. Bana göre bu mesele, problemlerin anasıdır. Bu nedenle düşüncede sathilik, genellikle şu iki duruma yol açar: Basitlik ve her türlü çağrının arkasından sürüklenmek. Diğeri de ister iyi ister kötü olsun, her şeyden şüphe etmek. Bu iki özelliğin toplumun geniş kesimlerinin en göze çarpan özelliği olduğunu görürüz. Bununla eğitimsizliği ya da eğitim eksikliğini kastetmiyorum. Bu söylediklerim, üniversite diploması sahipleri ve yüksek eğitimliler için de geçerlidir.

Düşüncede yüzeysellik, düşüncenin maddenin ve şeylerin yüzeyinde gezinmesi ve en yakın cevapla ikna olmasıdır. Böylelikle sorular, en yakın cevabı düşünen varlığın bedeninde ölüme kavuşur. Hatalı olan onlar değildir, bu durum aslında “Filozofların Çelişkileri”** adlı kitaptan bu yana süre gelen, dindarlardan başka kimsenin düşünce meşalesini taşımadığı ve fikri donukluğun hakim olduğu uzun bir dönemin sonucudur. Dindar, doğal olarak yaşama ilişkin bazıları üzerinde tartışmanın olmadığı dini eserlerden aldığı hazır cevaplara sahip olan kişidir. Ancak çoğu, dini eserleri bu şekilde anlayan tarihteki düşünürlerin sözleridir.

HİKMETİN YERİNİ BASMAKALIP SÖZLER ALDI

Çağımızda uyanış, bu sözleri yeniden piyasaya sürdü ve bütün akılları bu sözlerle doldurdu. Aklı, gerek dini eserlerdeki gerekse bu eserlerin kanıt olarak getirdiği şeylerde kendi sorularını keşfetmesi için özgür bırakmadı.

Ülkemizdeki tablo üzerine kafa yoranlar, hikmetin sadece mevcut yapıyla uyumlu din alimlerinin sözlerine indirgendiğini görecektir. Bu tür bir hikmet, kendisinden başkasını kabul etmez. Hikmet (Felsefe), şayet dini elbise giymemişse makbul değildir. Uyanış devirlerinden önceki dönemlerde toplumsal hafızaya baktığımızda, ulema ve önde gelen kanaat önderlerinin, şiir kahramanlarının hayat ve yaşayanlara dair elde ettikleri deneyimlerden ve gözlemlerinden süzülmüş altın sözleriyle karşılaşırız. Bu durum, o hikmet ehli insanların düşüncelerini kabul edilen hazır cevaplar içerisinde boğmadıklarını derin bir şekilde kanıtlar.

Bugün bizim cep telefonlarımıza binlerce mesaj geliyor, hepsi bizden öncekilerin uyanışçı hikmetlerinden sözler aktarıyor. Herhangi bir kozmolojik fenomene ya da insani olguya ilişkin bir görüntü geldiğinde, o fenomonin sesi, ya okuyucunun sesiyle ya da bir alimin anlattıklarıyla perdeleniyor. Bu, bizim her şeyi bilgi olarak kuşattığımız sanısını yaratır. Aklını çalıştırmana gerek yoktur, o senin yerine sorar, araştırır, analiz eder ve sonuç çıkarır. Fenomen önündedir ve ses yoruma eşlik etmektedir. Aklının işlevi sadece almaktır. Hayatım üzerine yemin ederim, bu, birçoklarının düşünüşünü basitleştirmekte, aklını kapatmaktadır. Tumturaklı bilimsel nitelemelerle onları alıp sürüklemekte, her şeyin aydınlandığı zehabına kapılmaktadır. Yararlı bir hikmet üretmeleri mümkün değildir, bu yüzden ölülerin sözlerini tekrarlamakla yetinirler.

DÜŞÜNCE BİTİNCE ŞİDDET BAŞLAR

Bazı parlak gençlerimiz, sosyal medyada ilmi derecesi ya da konumu ne olursa olsun düşünürlerle çatışmaya girmektedir. Çatışmaya girmenin bir sakıncası yok; sorun, çatışmanın nasıl olduğunda. O kişinin düşüncelerini bir kenara bırakıp hakaret, küfür ve sövgülerle kişiliğine yönelmekte, yüzeysellikle şüpheyi bir araya getirmektedirler. Kapalı akılları düşüncelerle iletişime ve tartışmaya girmesine müsaade etmemektedir. Şüpheleri onları korku saikiyle saldırıya, sözlü ve belki de mümkün olsa fiziki şiddete itmektedir.

Yine bugün evlatlarımızın ve hikmeti arayan entelektüellerimizin Batılı filozofların, edebiyatçıların ve düşünürlerinin sözleriyle çok az miktarda da eski Arap filozoflarının eserlerinden alıntılar yaptığını görüyoruz. Bu da sözde düşünürlerimizin artık düşünce ve hikmet üretemediğini, kabul edilmiş hazır cevaplara boğulduğunu göstermesi açısından yeterlidir. Bunun ötesine geçip fikir üretememektedirler. Meclislerimiz, okul amfilerimiz ve toplantılarımızın tamamı dualardan, eskilerin sözlerinden ve anılardan ibarettir. Resmi toplantıların protokollerinden çıkıp dinlenme yerlerine ve sohbet salonlarına gittiğimizde de konuşulanların çoğunun, tiksindirici bir ikilemle seks ve uyuşturucu fıkraları üzerine olduğunu görürüz.

Liderliği, eğitim bakanlığını, üniversitelerimizi, eğitim kurumlarımızı, düşünürlerimizi; hikmeti yeniden ihya etmeye, felsefe ve hikmet derslerinin okullarda zorunlu dersler haline getirmeye çağırıyorum. Felsefenin gerçek anlamı hikmet sevgisidir. Fikri durağanlığımızın ve akıllarımızda sorular uyanmayışının nedeni, üniversitelerimizde felsefenin olmayışıdır. Felsefe ilimlerin anasıdır, akli faaliyetin motorudur; okuma, anlama, düşünme, doğru sonuç çıkarma, diyalog ve kendini ifade etme gücünü geliştirir. Terkip, düzenleme, analiz, kategorize etme ve bir şeyin nedenini bulma kabiliyetini geliştirir. Meslek sahibi profesyonellerden önce düşünürlere ihtiyacımız var. Düşünür bütün profesyonelleri ve meslekleri kuşatan ufuklar açar. Avrupa tarihini ve tıpkı kadim İslam medeniyetinde olduğu gibi bütünüyle filozoflar ve düşünürler üzerine inşa edilen Rönesans’ın kökenlerini okuduktan sonra, makalemin içinde ilave örnekler sunmama gerek yok.

*S. Arabistan’da yayınlanan Mekke Gazetesi yazarı.

**İmam Gazali’nin filozoflara reddiye olarak yazdığı meşhur eser.

Yazının aslı elaphblogs tarafından yayınlanmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)