Fandom ya da #Canferhiçbitmesin! mi?

"Fandom", dizi hayranlığı ve izole yaşam gibi öğeler üzerinden açılıp zamanla polisiye ve kara komedi türüne yaklaşan bir yapım. Peki, siz ne dersiniz? “Canfer” bitsin mi ikinci sezonu gelsin mi?

Abone ol

Tayfun Güneyer'in yazıp yönettiği "Fandom" dizisi Bein Connect'te izlenebilir. Dizi bir "günlük dizi" senaristine dadanan fanatiği konu alırken yazar üzerindeki yapımcı ve seyirci baskısını da çeşitli yönleriyle işliyor. Bir alıkoyma öyküsünü acılı geçmiş zaman hayaleti ve polisiye unsurlarla renklendiren yapımın alt metnine geçmeden konusunu kısaca analım.

SEYİRCİSİNE İHANET EDEN SENARİSTE FANDOM RÜZGARI

Can Aslan, çok sevilen bir günlük dizinin senaristidir. Ancak yerli pembe dizisi İhanet Rüzgârı’nı bir gün bitirmeye karar verir ve bunu katıldığı yemek programında açıklar. İnsanlardan uzak yaşayan, eski karısının mafyatik sevgilisinden korktuğu için izole bir çiftlik yaşantısı sürdüğü iddia edilen Can'ı bela bu sığındığı yerde de bulur.

Dizinin bitirilmesine (gerçek anlamda) şiddetle karşı çıkan Ferda, kapısına dayandığı senaristi bayılma numarasıyla kandırarak etkisiz hale getirir ve evin bodrumundaki panik odasına taşır. Bu oda Can'ın rahatça senaryo yazabilmek için tasarladığı son derece konforlu bir mekândır ve zamanla “yeni evi” haline gelir. Can kazdığı kuyuya düşmüş, kendini sakınmak için hazırladığı yerde kısılıp kalmıştır.

Bir huzurevinde çalışan Ferda ise tek eğlencesi dizinin bitirilmesini engellemiştir. Akşamları Can'ın yerine geçip senaryoları bizzat yazarken yapımcı ve kanalın drama müdiresiyle de temas kurmaya başlamıştır. Bu temaslar müdirenin kalkıp geldiği evde cinayete kurban gitmesiyle sonlanır. Ferda cesedi intihar süsü vererek arabayla şarampole yuvarlar, geriye yalnızca cinayet amiri Ayaz'ı idare etmek kalır. Tesadüf odur ki Ayaz'ın annesi de Ferda'nın çalıştığı huzurevinde kalmaktadır ve Ayaz genç kadına abayı yakmıştır.

DİZİ SEKTÖRÜNDE MUTFAK TUVALET YAN YANA: DÜN HAYRANDI BUGÜN FAN!

Evvela Tayfun Güneyer'in filmografisine göz attığımızda "Yılan Hikâyesi" ve "Adanalı" gibi uzun soluklu yapımlar başta olmak üzere "tutan" birçok dizi yazdığını, başarılı bir senarist olduğunu görüyoruz. Güneyer yanı sıra yönetmenlik yapıyor, televizyon sektörünü iyi tanıyor. Dolayısıyla yazar-yönetmen ilişkisini, yapımcının ve kanalın müdahalesini, dahası ortalama seyircinin ve hayranların tepkisini gayet iyi bildiğini söyleyebiliriz. Deneyiminin hayran ile fanatiği, standart seyirciyle müdavimi ayırt etmeye yeteceği açık. İşin ilginci Güneyer'in "yeni fanlar yaratacak" bir dizi yerine, belki bir televizyon dizisi yerine fandom meselesini konu alan eğlenceli bir öyküye yönelmesi...

Neden şimdi? "Yılan Hikâyesi" 99 yapımı... Dönemin en gözde işlerinden... Hatta bir kuşak müzik derslerinde flütle "Yılan Hikâyesi"nin melodisini çalarak sözlüye çekildi! Aradan tam 22 yıl geçmiş... Günümüzde öyküyü kuran ruh hali kuşkusuz Güneyer'in o dönemki tecrübelerinden de izler taşıyordur fakat geçen sürede köklü bir değişim yaşandığı anlaşılmakta. "Fandom" dün değil bugün yazılıp çekiliyorsa seyircinin yaşamla bağlarını zayıflatıp onları silikleştirerek birer fandoma dönüştüren koşullar hüküm sürüyor demektir. Ferda için de bu yorumu yapabiliriz. Kendini bir dizi hayranı olarak tanıtıyor, sıkı bir takipçi görüntüsünde ancak daha ötesinde İhanet Rüzgârı’na tuhaf bir bağlılık geliştirdiğini ve dizinin her gün aynı saatte yayınlanmasına şiddetle ihtiyaç duyduğunu, aksi takdirde yoksunluk nöbeti yaşadığını kavrıyoruz. Zaten hayranlık ile bağımlılığı, beğeni ve saplantıyı ancak bu noktadan itibaren ayırabileceğimizi düşünüyorum. Ferda çalıştığı iş yerinde kendine bir eğlence bulmuş ve eğlencesi zamanla ekmek su kadar hayati bir boyuta varmış. "Fandom" da Ferda'nın "aklı başında" bir insana fantastik gelebilecek kimlik arayışını ve ileri gidişini normalleştirerek gereksinim düzleminde açıklıyor. Bir bakıma Ferda vesilesiyle sosyal medyada TT (trend topic) çalışması yapan hayran kitlesinin mesaisi de anlam kazanıyor. Elbette bu bir dizi ve Ferda gerçek hayattan bir duruma karşılık gelse dahi olayların daha çarpıcı akması için öyküyü güçlendirecek faktörlere başvurulmuş. Ferda'nın akıl hastanesinde maruz kaldığı zorbalık ve senaristin evi çevresinde geçen cinayet soruşturması gerçek hayatta sık karşılaştığımız bir davranış bozukluğunu kurgusalın eğlenceli atmosferinde yumuşatıyor.

CAN'INA TAK DEDİĞİ YERDE HIZIR GİBİ YETİŞEN FERDA!

"Fandom" diğer yandan yazarın aşırı ilgi karşısındaki çaresizliğini ortaya koyuyor. Bir dizi senaristi neticede zanaatkârdan farksız ve mesleki kıstaslara, amirin zapturaptına, ticari kaygılara boyun eğmek zorunda... Can'ın diziyi bırakamayışı her ne kadar Ferda'nın komik itirazına bağlansa da dört başı mamur bir çıkışsızlık söz konusu... Zaten bu çıkışsızlık yazarın ihtiyaçları doğrultusunda ifadesini buluyor. Ferda nasıl dizi izleyerek kimliğine ve eğlencesine kavuşuyorsa Can aynı şekilde uzaklaşıyor. Onun arzusu mekanik üretimi sonlandırıp özgün metinler kaleme almak ve elbette üzerindeki baskıyı kırmak. Ferda, senariste yönelik baskının cisimleşmiş hali, öyle ki evine kadar girip onu rehin almış bir yorum bu, yani senaristin yaşamının kendine ait olmadığı yönünde bir sonuç çıkarıyoruz.

Ferda, Can'ı anladığını öne sürüyor. Jargona pek hâkim değil, drama müdiresinin izlek vb. ifadelerini anlamıyor fakat "bir tık hızlı, bir tık yavaş" gibi lakayt tariflere de prim vermiyor. Ferda, seyirciyi temsil ettiğinden senaryo dilediğince sürsün istiyor... O bizzat seyirci, hızlıyı yavaşı ondan iyi bilecekler değiller ya! Genç kadının Can'ı anladığı bir başka nokta beklentiler... Senaristin yaşamından memnun olmadığını, diziyi neden bıraktığını sezen Ferda "ben aslında senin hayatını kurtarıyorum" deme cüretini gösteriyor. Dizinin yeni bölümlerini o yazıyor, yapımcı ve kanalla görüşmeleri o sürdürüyor. Can'a oturup yıllardır yazmak istediği "kendi" senaryosunu yazmak kalıyor.

Ferda'nın asıl iyiliği Can'ın kısır döngüsüne müdahale etmek... Çift taraflı bir tutsaklık yaşıyor Can, sadece kanalın direktiflerine, seyircinin isteklerine maruz kalmıyor, aynı zamanda iradesini tutsak eden parmaklıkları pembeye boyamış sanki ve ekmeğin ötesinde pasta yiyebiliyor. Ferda'nın sektörden arkadaşları gibi bu pastadan pay almak yerine elini daldırması oyunu bozmaya, comfort zone'u dağıtmaya yetiyor. Can, dizi yazma zorunluluğu ortadan kalkınca başına gelen işleri kaleme alıyor ki bu girişimi yıllardır bir şey yaşamadığının da kanıtı. Onu tetikleyecek, kışkırtacak bir şey yaşamamış belli ki. Deyim yerindeyse makineleşmiş! Tam da makineden sesler gelmeye başladığı sıra Can'ın artık canına tak dediğinde Ferda hızır gibi yetişiyor. 

DÜMEN KIRAN DİZİ

On üç bölümde sezon finali yapan "Fandom", Güneyer'in kurt bir senarist olduğunu göstermekte... Güneyer dizi hayranlığını hareket noktası kılarken bölümler ilerledikçe bu motivasyonun etkilerini mümkün mertebe temizlemiş. Başta çelişki gibi gelse dahi "Fandom"un tartışmalar etrafında dönerek enerji harcayan "marjinal bir iş" olmadığını göz önüne alırsak hak veriyoruz tercihine. Uzun soluklu bir anlatı için "dizi hayranlığının" kavramsal duracağı ve ne kadar çılgınlık potansiyeli taşısa da etkisiz kalacağı aşikâr. Genel seyirciyi şöyle bir baktırsa dahi "kendine bağlayamayacak" bir motivasyon bu. Güneyer de dümeni kırıyor ve mafyayı işin içine sokuyor. Yetinmiyor, yeni bir gizem yaratıyor. Ferda'nın annesini öldüren adama da ikinci sezon geçerli bir sebep yazılacaktır. Tabii komiser Ayaz'ın Ferda'ya dair şüpheleri ve komiser yardımcısı Necmi'nin senaryo yazma sevdası dizideki hikâyeyi güçlendiren diğer unsurlar.

Güneyer diziyi başarıyla açarken bazı noktaları ise iyi bağlayamıyor. Örneğin Can'ın Stockholm sendromu klişe olmanın ötesinde iyi işlenmemiş. Duygular arası geçiş çok hızlı ve Can'ın nefret-aşk çatışması yaşadığı sekanslar bize geçmiyor. Ayrıca Ferda'nın annesi ölünce çark edip Can'ı özgür bırakması da inandırıcı değil. Zaten dizide kadının saplantısı teorize edilmiyor. Akıl hastanesinde kaldığı dönem senaristle iletişim kurduğu, onunla görüşmeye gittiğindeyse mutsuz ve yalnız olduğunu görüp kendince iyi niyetli bir karar aldığını açıklıyor fakat o takdirde bile çekilen-çektirilen bunca eziyet bir yere varmıyor. 

Dizi, sezon finaline doğru yalpalamış. Özellikle son iki bölümde ciddi sıkıntılardan söz edebiliriz. Sondan bir önceki bölümde, bir anlamda öykünün katarsisinde yapay diyaloglar dikkat çekiyor. Çete liderinin Ferda’ya “sen en iyisi diz yaz” demesi onun da “diyalogları beceremiyorum” yanıtı vermesi dikkat çekici. Ancak diyaloglardaki sıkıntının bir espri olmadığı anlaşılıyor. Ferda sadece çete lideriyle değil Can’la konuşurken de zaman-mekân’a uygun düşmeyen ifadeler kullanıyor. Panik odasında oturmuş kötü adamların birbirlerini yemesini izliyorlar, bir duygusal zirvedeyiz hâlâ uzun uzun cümleler kuruyorlar. Final bölümü ise oldukça kısa sürüyor ve gizemin aydınlatılması noktasında sahneler verimli kullanılmıyor.

SADE KARAKTERLER, VASAT OYUNCULUKLAR

"Fandom"un karakterlerine ve oyunculuklara da kısaca değinebiliriz. Güneyer'in bir artısı anlatının ihtiyacı kadar karakter kullanıp gereksiz kalabalığa kaçmaması... Senelerce 90-120 dakika (son yıllarda 150 dakikaya çıktı bu süre) dizi yazdıktan sonra anlatıyı 25 dakikalık bölümlere dağıtması kaleminin kıvraklığını gösteriyor. "Fandom" bu açıdan tavsamayan bir dizi, seyirciyi yormuyor. Bu başarıda ihtiyaca dönük karakter seçiminin rol oynamış. Pratik karakterler var: Drama müdiresi, yapımcı, eski eş, başkomiser ve yardımcısı... Bazıları ikinci bir bölümü görmezken bazıları anlatıya eşlik ediyor ve Can-Ferda ilişkisinin zorlandığı anlarda nefes aldırıyor. Komiser Ayaz örneğin. Son derece basit bir tip, salak âşık, fevri polis vb. tüm kalıplardan yararlanıyor fakat basit bir espri yazılmış ona: Evde sivrisinek besliyor. Sineğe Çeto adını vermiş. Basit bir espri, belki çoğu kişi gülmüyordur ama kahkaha attırmasına gerek yok, merkezdeki öykünün yükünden alıyor, dikkati biraz olsun dağıtıyor bu tür espriler. Eren Vurdem, Ayaz rolünde başarılı...

Başrollere gelirsek Tuğçe Altuğ'dan başlamak istiyorum. "Kelebekler" filminde pavyon sahnesindeki görkemli ve küfürbaz çıkışıyla hafızalarda yer etmiş, çıtayı çok yükseltmişti... Dizide o performansın gerisinde kalmış. Tabii şunu belirtmek lazım. Altuğ'un yüzü sınırlı bir yüz... "Kelebekler"deki gibi umursamazı yahut "Fandom"da izlediğimiz üzere çatlak bir karakteri başarıyla canlandırabiliyor fakat yüzünün her role gideceğini söylemek güç. Genel anlamda temiz iş çıkarmış. 

Şahin Irmak'ın performansı ise tanınmasını sağlayan “Hıyarlı Baba” tiplemesinden izler taşıyor. BKM Mutfak'ta sergilediği performansın şivesiz ve daha az karikatürize bir yorumu diyebiliriz. Avantajı Can Aslan'ın da anlatıda zamanla gerçekdışı bir noktaya yerleşmesi... Hal böyle olunca abartılı oyunculuğu sırıtmamış. Yine de duygulardaki geçişi aktaramadığını, zorbasına duyduğu aşkı oyunculuğuyla destekleyemediğini vurgulamak lazım. Öte yandan arayış içinde bir senaristin engellerini yahut içsel sıkıntılarını yansıtamıyor. Tekdüze yaşamından bunaldığını anlıyoruz fakat bu bize "bildiriliyor", duygusal düzeyde "yaşanmıyor".

* *

"Fandom" dizi hayranlığı ve izole yaşam, panik odası gibi heyecan verici öğeler üzerinden açılıp zamanla polisiye ve kara komedi türüne yaklaşan bir yapım. Yazarın yalnızlığı ve sıkışmışlığından da dem vuruyor, dizi sektörünün içeridekini ayrı dışarıdakini ayrı yakan dünyasından da...  Peki, siz ne dersiniz? “Canfer” bitsin mi ikinci sezonu gelsin mi?