Evrenin büyüklüğü Tanrı’nın yokluğunu kanıtlar mı?

Son yüz yılda evrene ilişkin edindiğimiz bilgiler, binlerce yıllık tek tanrılı dinlerin toplumsal gücü üzerinde de bazı etkiler yarattı. Böylesine sonsuz ve devasa bir evrenin bizler gibi küçük canlılar için yaratıldığı düşüncesi artık anlamını yitiriyor.

Abone ol

Emily Thomas*

Bilim insanları günümüzde evrenin en az iki trilyon galaksiye ev sahipliği yaptığını tespit ettiler. Bu, dünyanın büyük dinleri ortaya çıktıktan sonra edindiğimiz evren anlayışından oldukça farklı, aklımızı başımızdan alacak kadar büyük bir yer. Peki, son birkaç yüz yılın astronomik bulgularının dinler üzerinde bir etkisi oldu mu?

Son on yılda, ateizmin tartışılması hususunda yeni bir alan ortaya çıktı. Michael Martin ve Nicholas Everitt gibi din felsefecileri, Hristiyanlığın tanrısının yarattığını düşündüğümüz türden bir evren hakkında tartışmayı ve onu şu an içinde yaşadığımız evrenle karşılaştırmayı amaçladılar. Neticede, ortada bir uyumsuzluk olduğunu ifade ediyorlar. Everitt, evrenin ne denli büyük olduğuna odaklanıyor ve bunun klasik Hristiyanlığın Tanrı’sının var olmadığını düşünmemize yol açan bir gösterge olduğunu ifade ediyor.

Nedenini açıklamak için küçük bir teolojik kıyasa ihtiyacımız var. Geleneksel olarak Hristiyan Tanrı, insanlarla derinden ilgilidir. İncil’de Yaratılış (1:27) bölümü şöyle diyor: “Tanrı, insanı kendi suretinde yarattı.” Mezmurlar (8: 1-5) şöyle diyor: “Ey Efendimiz Rab (...) İnsan ne ki, onu anasın? Nerdeyse bir tanrı yaptın onu. Başına yücelik ve onur tacını koydun.” Ve elbette, Yuhanna (3:16), Tanrı’nın insanlara duyduğu sevgi nedeniyle oğlunu (İsa’yı) bizlere verdiğini aktarıyor.

Bu metinler, Tanrı’nın insan merkezli olduğunu gösteriyor: İnsanlar Tanrı’ya benzemekte ve O bize çok değer veriyor. Hristiyanlığa odaklansak da bu iddialar diğer tek tanrılı dinlerde de mevcut.

EVREN İNSAN ODAKLI DEĞİLDİR

Eğer Tanrı insan odaklıysa, insanların daha baskın biçimde var olduğu bir evren yaratmasını beklemez miydiniz? Hatta, insanların zamanla var olan evrenin geneline yayılmasını beklerdiniz. Ancak bu, içinde yaşadığımızdan farklı bir evren olmalı. Douglas Adams’ın da ifade ettiği üzere, insanlar “çok küçük” ve uzay “büyük, gerçekten çok büyük.”

Bilim insanları, gözlemleyebildiğimiz evrenin 93 milyar ışık yılı civarında bir genişliğe sahip olduğunu tahmin ediyorlar. Evrenin (gözlemlenemeyen kısmıyla birlikte) tamamıysa, gözlemlenebilir evrenden en az 250 defa daha büyük.

Yaşadığımız gezegen güneşten 150 milyon kilometre uzakta. Dünyaya en yakın yıldızlar, yani Alpha Centauri sistemi, bizden dört ışık yılı (yaklaşık 40 trilyon kilometre) uzakta bulunuyor. Galaksimiz Samanyolu, 100 ila 400 milyar kadar yıldız içerir. Gözlemlenebilir evren yaklaşık 300 seksiliyon (1 seksiliyon: 10²¹ yani 10.000.000.000.000.000.000.000) yıldız barındırır. İnsanlarsa evrenin en ufak parçasını işgal ederler. Dünya gezegeninin kapladığı alan, devasa uzay okyanusunda yalnızca bir damladır.

Adams’ın ifade ettiği gibi, evren gerçekten de çok çok yaşlı. Yaşı belki de 13 milyarın üzerinde. Dünya ise yaklaşık dört milyar yaşında ve insanlar 200 bin yıl kadar önce evrimleşti. Tarihsel açıdan söyleyecek olursak, insanlar sadece bir göz kapatıp açma süresinden beri buradalar.

Açık söylemek gerekirse, insan odaklı bir Tanrı’nın var etmesini beklediğimiz türden bir evrenle, yaşadığımız evren arasında bariz bir tutarsızlık bulunuyor. Bunu nasıl açıklayabiliriz? Tabi ki en kolay açıklama, Tanrı’nın var olmadığıdır. Evrenin mekânsal ve zamansal boyutları ateist olmak için önümüze sebepler sunar.

Everitt’in saptadığı üzere: “Modern bilimin bulguları, deizmin (Tanrıcılığın) doğru olma ihtimalini büyük ölçüde azaltıyor; çünkü evren, teizmin doğru olduğunu düşündüğümüz türden bir evrene benzemiyor.”

DİĞER AÇIKLAMALAR NASIL?

Bu uyuşmazlık noktasında en basit cevabın Ateizm olduğu gerçeği, başka açıklamalar yapılmasının mümkün olmadığı anlamına gelmiyor. Belki de Tanrı vardır; ancak insanları neden daha erken ya da daha büyük ölçekte yaratmadığına ilişkin gerekçeleri bilinmiyor. Sonuçta, ilahî olan şeyler gizemlidir.

Belki de vahşi nebulaların yayıldığı uzay boşluğu bazı estetik amaçlara hizmet ediyordur ve insanlığı aşan ölçeklerde oluşmuş bir güzellik timsalidir. Yahut, belki Tanrı var ama düşündüğümüz gibi insan odaklı bir yaratıcı değil. Belki de Tanrı kozmik kayaları ve tozu insanlardan daha kıymetli buluyordur.

Bu karşıt açıklamalara ilişkin sorun, ne kadar sağlam dursalar da tatmin edici olmamaları. Tanrı’nın neden devasa bir evrende böylesine küçük insanlar yarattığının sebebini tam olarak açıklayamayacaklarına dair bir izlenim bırakıyorlar. Galaksilerin heybeti ve yılların üzerimizdeki baskısı bizleri ateizme doğru sürüklüyor gibi görünüyor.

*Emily Thomas, Durham Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde Yardımcı Profesör

Yazının aslı The Conversation sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)