Evet... Sıradakine geçelim!

David Gordon Green, "Halloween"a el atıp efsaneyi 'kuruttuktan' sonra Allah'tan aynı 'kıyıma' devam etmiyor. Ama "Exorcist İnançlı" filmi ilk "Exorcist"le karşılaştırırsak onun onda biri kadar bile etkileyici olmadığı da bir gerçek!

Kerem Bumin kbumin@hotmail.com

Yönetmen David Gordon Green’in amacını, daha doğrusu 'niyetini' biliyoruz: Özellikle 70’li yılların ikinci yarısında büyük başarılar kazanmış korku/gerilim klasiklerini 'yeniden diriltmek'! Ama bunu yaparken de basit bir 'tekrar' hissiyatı yaratan 'remake'lerden olabildiğince uzak durarak ana senaryoyu kendince 'modernize' edebilmek… Bütün bu 'değişim' sürecinde ait olduğu 'kökleri' de unutmamak ve varisi olduğu efsanevi saga’yı zaman zaman hatırlatarak seyircilere hangi dünya içinde olduklarını unutturmamak…

Hem 'sönmüş' bir klasiğe yeni bir nefes vermek hem de bu filmleri genç jenerasyona tanıtmak için bu çabada belki 'niyet' iyi ama olay uygulamaya geçince yönetmen sık sık açıklar veriyor ve sonuç genelde beklentiden uzak oluyor. Üstelik Green’in kıyıda köşede kalmış, B sınıfına girecek korku filmlerine değil de kendi başlarına adeta 'ekol' yaratmış "Halloween" veya "Exorcist" gibi yapıtlara sarılması durumu daha da vahim kılıyor. Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan "Exorcist" filmi için durum ne yazık ki pek farklı değil!

Hikayeye değinecek olursak: Fotoğraf sanatçısı Tanner ve hamile eşi, Hawai’nin bir kasabasında rüya gibi bir tatil geçirmektedirler. Her şey yolunda giderken birden patlak veren şiddetli bir deprem sırasında otelde kalan anne, ağır bir şekilde yaralanır. Hastaneye gittiklerinde doktorlar Tanner’a hem anneyi hem de bebeği aynı anda kurtarmayacaklarını ve çok zor bir seçim yapması gerektiğini söylerler.

Aradan 13 sene geçer artık ilkokul çağına gelmiş Angela ve babası Tanner, beraber hayatlarına devam etmektedirler. Ancak bir gün Angela, yakın arkadaşı Katherine ile gizlice ormanda bir ruh çağırma seansı yaparlar. Ardından 3 gün boyunca kaybolurlar. Bulunduklarında ise yanlarında kötü bir şey getirdiklerini kimse bilmemektedir.

KARAKTERLERDE UFAK DOKUNUŞLAR

Bu yeni "Exorcist", ana gidişatında özgün bir yan taşımasa da sonucun yönetmenin daha önce 'el attığı' "Halloween" gibi bir fiyasko olmadığını ve filmin en azından ilk yarım saatlik bölümünün sıkılmadan izlendiğini kabul etmemiz gerekir.

Gordon Green öncelikle ana karakterlerini Afro Amerikalı oyunculardan seçerek bir 'güncelleme' sağlıyor. Bu seçimde belki orijinal "Exorcist" filmindeki burjuva aileden bir farklılık yaratma ve aralarındaki bağları daha 'esnek', daha hareketli ve daha enerjik olan yeni bir aile ortamı kurma isteği etkili oluyor. Aynı şekilde filmin başında bir detay gibi görünen ancak sonrasında çok daha önem kazanan 'doğacak bebeği' kutsama sekansı da Tanner ailesinin 'etnik' tarzına uyacak cinsten. Sonrasında yaşanan trajik olay da çok orijinallik taşımasa da senaryoya gerilim katan ve hareketlendiren bir sekans gibi duruyor.

Filmdeki bir diğer pozitif nokta da şu: Yönetmen en baştan korku 'katsayısını' arttırma hevesiyle şeytanı ve getirdiği laneti uzunca bir süre açık açık göstermiyor, daha çok hissettirmeye çalışıyor. Tıpkı orijinal filmin (o unutulmaz açılış sekansını bir kenara koyarsak) yaptığı gibi…

Yönetmenin bu sefer olayın merkezine Vatikan’dan gelen rahipleri koymaması ve onları sadece 'konuk oyuncu' gibi kullanmak istemesi de ilk bakışta ilginç bir yenilik gibi durabilir ancak bu kullanım biraz ters tepiyor. Çünkü şeytana karşı amansız bir mücadele veren rahiplerin yerini (gençken rahibe olmaktan vazgeçmiş) bir hemşirenin, yerel bir kilise pederinin ve yine kızını kaybetmiş (vefat etmiş değil) yaşlı bir kadının alması 'kötülüğe karşı' denge açısından biraz zayıf kalıyor.

TEKRAR ‘AYİNE’ DÖNÜYORUZ!

Filmin ikinci yarısı ise ne yazık ki tahmin ettiğimiz gibi sıradan, kanlı ve zaman zaman yavan bir şekilde akıyor. Şeytan çıkarma ayininin bu sefer tek değil iki genç kız üzerinden olması dışında hiçbir yenilik taşımayan bu sekansların sayısız benzerlerinden öne çıkan bir farkı bulunmuyor. Yine bolca dini konuşmalar, hırpalanan insanlar ve şekliden şekilden şekle girip dehşet saçan kızlar görüyoruz. İlk filmde 'cinselliğe adım atma' korkusunu (demode olduğunun bilincinde olarak) bir kenara atan film, bu kez daha çok pişmanlıklar, sorumluluk almaktan kaçınmalar ve suçluluk duygusu gibi temalarla hikayesine bir derinlik katmaya çabalıyor. Ancak bütün bu temalar sadece bir sona bağlanmakta zorlanan bir filme yardım etmeye çalışıyor gibi duruyorlar.

Sadece Green’in 'şeytan çıkarma' sahnelerinde özel efekt 'bütçesine' asılıp ortalığı bir efekt karnavalına çevirmemesinin ve biraz 'old school' tavır takınarak daha çok makyaj ve mekanik efektler kullanmasının yerinde bir karar olduğunu söyleyebiliriz.

Oyunculuk performansları açısından bakarsak; baba Tanner rolünde Leslie Odom Jr. ve kızı Angela rolünde Lidya Jewett görevlerini yapıyorlar ama çok özel performanslardan bahsedemeyiz herhalde. Büyük oyuncu Ellen Burstyn, biraz rolünün kısırlığına kurban ediliyor. İlk filmin gerçek kurban kızı Linda Blair’i (tam 50 sene sonra!) şöyle bir görmek ise keyif verici…

Sonuç olarak David Gordon Green, "Halloween"a el atıp efsaneyi 'kuruttuktan' sonra Allah'tan aynı 'kıyıma' devam etmiyor. Ama bu filmi ilk "Exorcist"le karşılaştırırsak onun onda biri kadar bile etkileyici olmadığı da bir gerçek!

Tüm yazılarını göster