Eskisi gibi devam eden çok şey var

Bir hekim televizyonda “İnsanların nasıl öldüğünü anlatabilseydim dışarı çıkmazdınız. Suda boğulur gibi ölüyor insanlar” diyor. Tam da böyle bir zamanda dalga geçer gibi hijyen makyajlı bir ortamda maskeler takılı vaziyette Kanal İstanbul ihalesi yapıldı. Salda Gölü’ne iş makineleri girdi. Kaz Dağları’nda ağaçlar peyderpey kesilmeye devam ediliyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deniliyor ama eskisi gibi devam eden çok şey var.

Abone ol

DUVAR - Ne yaşıyoruz? Anlatılıyor, yazılıyor. Hikâyeler birikmeye başladı. Hiçbir hikâye yeni değil bir yandan. Covid-19 salgını bize ne yaptı? Mütemadiyen dehşetini artıran, neoliberalizmle katmerlenen, herkesin uygulanan politikalardan payına ne düştüyse yaşamaya zorlandığı bir geçmişten kopulabildi mi? Öldürme biçimleri günlük hayatımızda sinsice yol alırken tek bir virüs üzerimizdeki örtüyü kaldırdı. Aynı şeyle yaşamaya cebelleşen insanlar birbirlerini daha yakında tanıdı, tanıyor. Gerçek hiç bu derece eş zamanlı amacına ulaşmamıştı.

Savaşlar, işgal edilen topraklar, o topraklar üzerinde yaşayan insanlara yapılanlar, açlık sınırında yaşayan insanlar, gaz odalarında yakılan insanlar, saç kurutma makinesiyle çocuğunu ısıtmaya çalışan kadınlar, bağa bahçeye, dağlara, göllere giren iş makineleri, milyonlarca konutun olduğu şehirlerde “evsiz” yaşayan insanlar, göç etmek zorunda bırakılan, barınmanın sadece dört duvar arasında yaşamakla sınırlandırıldığı sığınmacı insanlar, sosyal güvencesi olmayanlar, iş arayanlar, borçlarını kapatamayanlar, plazalar içinde nefes alamayanlar, kıt kanaat maaşla durmadan ama durmadan çalışanlar hülâsa aslında değişen çehreleriyle insanlık tarihi…

Hikâyeler 'olgu' haline geldiğinde sorunun kaynağı faş eder. Yeryüzünde dolaşan bir hayalet değil bu hikâyelerin müsebbibi. Yıkımı gören yaratabilir. Yaratmak zorunda. Nerde okuduğumu hatırlamıyorum. Soru “Nasıl yaşıyorsun?”du. Cevapsa: “Umutlu olmayarak”. Yaşama tutkusunu kaybetmek değil tembihlenen, soğukkanlılıkla insanın binbir türlü hallerini bilmek, buna uygun çareler düşünmek. Tarih toz pembe bir gelecek vaat etmese de kazanımları, dayanışmanın gücünü de bizlere gösterdi. Kötü şeyler yaşandı, yaşanıyor, yaşanacak. Fakat sonra bazen rüzgar, başka yerden eser. Bu hep aklımızda olmalı.

Denizde gördüğümüz yunuslar gözlerimizi dolduruyorsa, şehre inen hayvanlar tuhaf bir şekilde tebessüm etmemize sebep oluyorsa biz zaten yeryüzüne ne yaptığımızı biliyorduk. Bu yazı dizisinin amacı kurumları, bizi cendereye alan düzenin parçalarını eşelemek, evet ifşa etmek ama en önemlisi çözüm üretmek. Bir patoloğun titizliğiyle neoliberal politikaların hayatlarımızdaki aksine bakalım.

‘ESKİ DÜZEN GİBİ ÇALIŞIYORLAR’

Bir hekim televizyonda “İnsanların nasıl öldüğünü anlatabilseydim dışarı çıkmazdınız. Suda boğulur gibi ölüyor insanlar” diyor. Tam da böyle bir zamanda dalga geçer gibi hijyen makyajlı bir ortamda maskeler takılı vaziyette Kanal İstanbul ihalesi yapıldı. Salda Gölü’ne iş makineleri girdi. Kaz Dağları’nda ağaçlar peyderpey kesilmeye devam ediliyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deniliyor ama eskisi gibi devam eden çok şey var.

Talat Özdemir.

Artvin Yusufeli, Esendal köyünde devam eden maden arama çalışmalarını Talat Özdemir’le konuşuyoruz. Hangi firmadır doğru düzgün bilen yok. Üzerinde 'Osmanoğlu Hafriyat' yazan bir araç geçiyormuş sık sık.

Hemen her birkaç cümlesinden sonra söylediği “Bunlar nasıl insanlar? Bu nasıl devlet? Bu nasıl anlayış?” oluyor. “Görmeniz lazım. Bir görseniz şaşırırsınız. Böyle bir şey olamaz. Buralara gelme imkanınız olsa. Buraya ne yaptıkları anlatılmaz” diyor. Özellikle bu sözleri için Artvinli olduğumu söylüyorum. Belki bir nebze rahatlar. “Kimlerdensin?” diyor. Soyad ve ilçe yetiyor böyle durumlarda.

.

Anlatırken sinirleniyor. Arada sesi gidiyor. O esnalarda biriyle kavga eder gibi bir hali var. Görmüyorum ama eminim. Her cümlesinin sonuna aslında ünlem gelmeli ama ünlemli cümlelerin çoktandır bir ehemmiyeti yok.

“58 senedir bu ülkede yaşıyorum. Buralar dedemizden kalan topraklar… Bir avuç toprağa muhtacız. Mezramıza giden yolu bile tahrip ettiler. Sıkıntılı bir dönemdeyiz. Ne olacak bilmiyorum.”

“Biz yukardan aşağı izin aldık” diyorlarmış. “Bana kalsa Cumhurbaşkanlığından. Ondan sonra Vali’den izin aldık diyor, Tarımdan izin aldık, Orman Dairesi’nden, en son muhtardan izin aldık diyor. Bu zamanda böyle şey… Onların makinelerinin bir cıvatasına zarar versek suçlu oluruz değil mi? Hemen savcılığa verirler. Ama o bizim yerimizi yurdumuzu talan ediyor, meralarımızı yıkıyor. İnanılacak şey değil. Anlattıkça heyecanlanıyorum. Anlattıkça canım sıkılıyor. Bizi düşünen yok mu? Eski düzen gibi çalışıyorlar. Neye benzetiyorum biliyor musun? İsrail’in Filistin’e ettiği zulme…”

Öfkesinin bir nedeni bu vaziyete şaşırması, bu derece kötülüğü aklının almaması. Devam ediyor: “Bizim tarlanın kıyısında kocaman, yaşlı ağaçlar var. Ben bileli kurumuşlar, ölmüşler yani. Biz onları kesip odun yapmıyoruz. Öyle bir güzel duruyor orada. İlk başladıklarında dedim, siz suç işliyorsunuz, bize zarar veriyorsunuz. ‘Biz işçiyiz’ dediler. Şefleri geldi Ankara’dan. Diyor ki, zararını karşılayacağım. Nasıl? Kepçeyle girmişsin köyümüze. Bunlar da Allah korkusu değil hiçbir şey yok. Bunlar da acıma duygusu yok.”

.

Araziye dökülen kaya parçaları ne kendilerine ne hayvanlara müsaade etmiyor. “Meradan ot taşıyorum. Oraya hayvanlarımı götüremiyorum. Araziye kaya döktüler. Şaşırmışız yani… Şu anda Amerika’da parmak oynatılsa yukardan görünüyor değil mi? Buna izin verenler görmüyor mu? Bu nasıl bir sistem? Ben anlamıyorum ya…”

Kuru bir inat değil. Rant, para pul işleri… Talat Özdemir devam ediyor kaldığım yerden: “Bunların derdi para para. Allah kahretsin paralarını da kendilerini de… İnanır mısın beddua etmekten de korkuyorum. Ben bir tane ağacın dalını kesemem ya. Bunlar kırıp geçirdi…”

Telefonu kapatırken “Bu gece rahat uyurum. Hiç olmazsa anlattım” diyor Talat Özdemir.

Ferzan Aktaş.

‘İŞ MAKİNELERİ DURUYOR, HEMEN BAŞLAYABİLECEK DURUMDALAR’

ÇED raporuna göre 45 bin, uydu görüntülerine göre 195 bin, Tarım ve Orman Bakanlığı’na göre 13 bin ağaç kesilen Kazdağları. Bundan aylar önce Kanadalı Alamos Gold ve yerli ortağı Doğu Biga şirketi 600 hektar alanda altın madeni işletmesi için kolları sıvamıştı. Çanakkale merkeze 30 kilometre uzaklıkta olan maden alanı 180 bin insanın tek su kaynağı olan Atikhisar Barajı ile aynı su havzasında yer alıyor.

Tam bu zamanda orada ne oluyor? Konuştuğum Ferzan Aktaş, Kazdağları’nda nöbet tutan beş kişiden biri. 274 gündür nöbetteler. Ondan da sıkça duyduğum söz: “Olacak iş değil.”

Yerleşim yerinden uzaktaki ormanlık alanda onlar için tehlikeli olan hayvanlar değil. Başka tehlike kast ettiğim. “Oradalar mı?” diye soruyorum. Oradalarmış. “Onlar çıkmadığı sürece biz de çıkmıyoruz” diyor.

“Maden şirketi, işletme ruhsatı alamadığı halde güvenliğiyle, iş makineleriyle Kazdağları’nda. Salgın çıktığından beri izole ettik kendimizi. Dışardan gelen kimseyi almadık. Buna rağmen Orman Genel Müdürlüğü’nden tebligat geldi. Ormanlarda dolaşmak yasak şeklinde bir kurul kararı çıkarmışlar. ‘Burayı boşaltmanız gerekiyor’ denildi. Aynı tebligat maden şirketine gitmiyor. Orada da güvenlik görevlileri var.”

“Ruhsatları yokken ağaç kesmeye devam ediyorlar. Bunları belgeledik. Bir şekilde durdurduk. Biz buradan ayrıldığımız anda tekrar aynı şeyler yaşanabilir. Sadece insanlar değil yaşayan bir çok canlının da sorumluluğunu taşıyoruz. Komik, akıl alır iş değil. Salgından itibaren maskeli geliyorlar. İş makineleri duruyor, konteynırlar duruyor. Hemen başlayabilecek durumdalar ve kimsenin ruhu da duymaz.”

‘SALGIN FIRSATA DÖNÜŞTÜ’

Daha çok çevre haberleri yapan gazeteci Rıfat Doğan tam da bugünlerde yapılanları sıralıyor:

“Doğa tahribatına dönük ihale ve inşaat projelerinde duraksama olmadı. Öyle ki salgın fırsata dönüştü. Kanal İstanbul projesi kapsamında yapılan ‘maskeli ihale’ hepimizin aklında. Bunla da kalınmadı. Ülkenin Maldivler’i olarak bilinen Burdur’daki Salda Gölü’nde ‘Millet Bahçesi Projesi’ kapsamında iş makineleri sokuldu. Gölün kumları başka bir plaja yol yapılması için taşındı. Tepkiler gelince geri adım atmak zorunda kaldılar. Kumları geri taşıdıklarını öğrendik ancak o kumların aynı kum olduğunu bile bilmiyoruz. Kazdağları’nda altın madenciliğine karşı uzun bir süredir devam eden ‘Adalet ve Su Nöbeti” de yine salgın bahanesiyle bitirilmek isteniyor. Yine bu zamanda Artvin Cerattepe’de Cengiz İnşaat’a ait maden inşaatı sürüyor. Salgın doğa talanını durdurmadı aksine hızlandırmanın bir gerekçesi haline geldi.”