Eski model beyinlerimiz dijital çılgınlıkla nasıl başa çıkıyor?

Beynimiz, aynı anda tek bir şeye odaklanmak için evrimleşti. Ne var ki günümüzde kullandığımız dijital araçlar, tasarım gereği bunu neredeyse imkânsız kılıyor. Türümüz interneti icat etti ancak bunun sonuçlarıyla başa çıkabilecek miyiz?

Abone ol

Kenneth Miller

Bilişsel nörolog Adam Gazzaley, insanların temelde 'bilgi arayışında olan yaratıklar' olduğunu söylüyor. Ve sorun, bu olabilir. İnternet ve akıllı cihazlar, bize çok istediğimiz verilere eşi görülmemiş bir ulaşım yolu sağlarken, bu teknolojilerin yol açtığı tufanla başa çıkma hususunda hiçbir fikrimiz yok gibi görünüyor.

Nielsen Araştırma tarafından yapılan yakın tarihli bir ankete göre, ortalama bir Amerikalı bilgisayar ve mobil cihazlarla günde yaklaşık dört saatini ve sosyal medya üzerinde bu sürenin yaklaşık dörtte birini geçiriyor. Tüm bu piksel-izlemenin olumlu yönleri bol olsa da olumsuz yönleri endişe verici olabilir. Kamusal alanda, çevrimiçi filtreler önyargılarımızı güçlendiren ve öfkemizi büyüten kabarcıklar oluşturur. Bardaktan boşanırcasına tweetler atarak, sanal çetelere sürükleniyoruz; bazılarımız şiddeti gerçek hayata taşıyor. Dijital olarak pekiştirilen kabileciliğimiz, siyasi normları altüst ediyor ve seçimleri etkiliyor.

Ev hayatında, başparmakların ekranlara dokunma sesi, akşam yemeğindeki sohbetlerin yerini aldı. Öğretmenler, Snapchat kullanan zombilerle dolu sınıflarla karşı karşıyalar. 2017 yılında yapılan bir araştırma, iş yerinde akıllı telefon kullanım süresinin şirketlere üretkenlik kaybı nedeniyle haftada 15 milyar dolara mal olduğunu ortaya çıkardı. Araç sürerken mesajlaşmaksa her yıl 300 binden fazla kaza yaşanmasına neden oluyor. Her yıl yüzlerce insan mesaj yazarken bir yerlere düştüğü için hastaneye kaldırılıyor. Kullandığımız araçlar daha akıllı, daha verimli ve birbiriyle daha bağlantılı hale geldikçe, bizi genel bağlamda daha aptal, daha dağınık ve daha bölünmüş hale getiriyorlar.

Giderek büyüyen bir araştırma külliyatı, bu muammanın DNA’mıza kazınmış bir özellikten kaynaklandığını düşündürüyor: Bir şeyler bilme açlığımız. San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nde nörolog olan ve ‘The Distracted Mind: Ancient Brains in a High-Tech World’ adlı kitabın yazarlarından Adam Gazzaley, “Bu, etrafımızdaki dünyayla nasıl etkileşime girdiğimiz hususunda her türlü karmaşaya neden olan eski bir dürtüdür” diyor.

Gazzaley ve diğer uzmanlar, şu anki çıkmazımızın, bilgiye yönelik devasa iştahımız ile sınırlı dikkat kapasitemiz arasındaki uçurum olduğunu ileri sürüyorlar. Buraya nasıl geldiğimizi kavramak -ve belki de bir çıkış yolu bulmak- için, beynimizin şu anki haline nasıl geldiğini anlamak çok önemli.

KAFAMIZDAKİ BİLGİSAYAR

Seattle’da bulunan Allen Beyin Bilimi Enstitüsü’nden nörolog Christof Koch, insan beynini “bilinen evrendeki en karmaşık nesne” diye nitelendiriyor. Kafamızdaki bilgisayar, yüz trilyonlarca bağlantı, yani ‘sinaps’ içeren ve beyin sathında yaygın durumdaki bir ağa dokunmuş yaklaşık 86 milyar ‘nöron’ adındaki işlem birimini barındırır. Bir ömür boyunca, yaklaşık bir milyar bit veri depolayabilir: Kapasitesi, ABD Kongre Kütüphanesi’ndeki bilginin 50 bin katıdır. Romanlar ve senfoniler yaratabilir, güneş sisteminin ötesine bir uzay aracını nasıl göndereceğini çözebilir ve kapasitesi kimi açılardan kendi gücünü aşan elektronik beyinler icat edebilir.

Öte yandan, bu harika yapının kökeni dikkat çekici biçimde mütevazıdır. Yaklaşık 7 milyon yıl önce, -primat aile ağacında bizim sınıfımızda olan- hominin’ler dik yürümeye doğru uzun bir geçiş dönemine girdi. Bipedalizm ya da iki ayak üzerinde yürümek, ellerimizi, aletler üretmek ve araçları dönüştürmek üzere serbest bıraktı. Ayrıca Afrika ormanlarının ve savanlarının ötesine yayılmamızın anahtarı olacak biçimde daha uzun mesafeler kat etmemizi sağladı. Florida Eyalet Üniversitesi’nde antropoloji profesörü, Santa Fe İleri Araştırmalar Okulu’nda kıdemli akademisyen ve beynin evrimi alanında uzman olan Dean Falk, “İnsan olmayan primatlara baktığınızda, sanki alt kısımda bir çift el daha var gibi görünür” diyor. “Ayaklarımız ağırlık taşıyan araçlar haline geldiğinde, bu her şeyi değiştirdi; kelimenin tama anlamıyla böyle oldu.”

Bunun etkileri hemen görülmedi. 3 milyon yıldan fazla bir süre önce, büyük ihtimalle ilk tamamen iki ayaklı hominin olan Australopithecus afarensis’in kafatası, bir şempanzeden yalnızca biraz daha büyüktü. Fakat Homo sapiens günümüzden en az 300 bin yıl önce sahneye çıktığında, beyin hacmi üç katına çıkmıştı. Beyin-vücut oranımız diğer memelilerin altı katıdır ve serebral korteksimizdeki (beynin bilişten sorumlu dış tabakası) nöronlar, dünyadaki diğer yaratıklardan daha yoğun bir şekilde kümelenmiştir.

Son yıllarda, bilim insanları beynimizi yalnızca daha büyük değil, aynı zamanda kıyaslanamaz düzeyde yetenekli bir hale getirebilecek yaklaşık iki düzine genetik değişiklik saptadılar. Wisconsin’deki Madison Üniversitesi’nde paleoantropolog olan John Hawks, “Bu yalnızca bir kuantum sıçraması değil” diyor. “Metabolik düzenlemeden nöron oluşumuna ve gelişimin zamanlamasına kadar pek çok adaptasyon söz konusu.” Örneğin, HARE5 adı verilen gen düzenleyici DNA’nın bir uzantısı, şempanzeler ve insanlar arasında bir miktar farklılık gösterir; Duke Üniversitesi’nden bir araştırma ekibi her iki versiyonu fare embriyolarına eklediğinde, insan tipine sahip olanlar yüzde 12 oranında daha büyük bir beyin geliştirdiler. Bu arada, NOTCH2 adlı gende görülen mutasyonlar nöral kök hücre üretimimizi arttırır ve beyinlerimizin diğer primatlardan çok daha fazla büyümesini sağlayan olgunun bir parçası olarak, kortikal nöronlara dönüşmelerini geciktirir. Birçok türde sözlü iletişim açısından büyük önem taşıyan FOXP2 geni, insanlarda ve en yakın yaşayan maymun akrabalarımızda iki baz çifti ile ayrışır. Mutasyonumuz, neden bizim konuşabildiğimizi ve şempanzelerin konuşamadığını açıklayabilir.

Beyinlerimiz, aynı zamanda dış kuvvetler tarafından şekillendirildi ve bu da akıllı homininlerin genlerini aktarma ihtimalini artırdı. Uzmanlar en önemli etkenlerin hangisi olduğu üzerinde tartışıyorlar. Falk, özellikle, kavrama ayaklarını kaybetmenin çok önemli olduğu hipotezini savunuyor: İnsan olmayan primatların yaptığı üzere, bebekler artık annelerine tutunamadığında, onları uzaktan yatıştırma ihtiyacı sinirsel organizasyonumuzda devrim yaratan dilin gelişimine neden oldu. Diğer araştırmacılar, et yemek veya genel olarak yemek pişirmek gibi beslenme değişimlerinin, daha kısa bir sindirim sistemiyle yaşamamıza olanak sağladığına ve bu sayede kalori tüketen bir beyne daha fazla enerji sağladığına inanıyorlar. Yine de diğer araştırmacılar, serebral evrimimizi, artan sosyal karmaşıklığa ya da çevresel zorlukların yoğunlaşmasına bağlıyorlar.

Görünen o ki, sinirsel donanımımız, bugün baş etmek zorunda olduğu koşullardan tamamen farklı koşullar altında şekillenmişti. Binlerce yıl boyunca, tehlikeli yırtıcılar, düşman kabileler, potansiyel yiyecek ve barınak kaynakları için tetikte olmak zorundaydık ve hepsi bu kadardı. McGill Üniversitesi’nden nörolog Daniel J. Levitin’in ‘The Organized Mind’ adlı kitabında belirttiği gibi: “Beynimiz her seferinde bir şeye odaklanmak için evrimleşti.”

Dijital araçlarımız, tasarım gereği bunu neredeyse imkânsız kılıyor.

BEYNE KARŞI TEKNOLOJİ

Beynin ayrıntılı planlar yapmamızı ve bunları gerçekleştirmemizi sağlayan kısmı –yani bizi en insani yapan kısmı- ‘prefrontal korteks’tir. Bu bölge, Homo sapiens’te şempanzelere veya gorillere kıyasla yalnızca biraz daha büyüktür, fakat diğer beyin bölgeleriyle olan bağlantıları daha geniş ve karmaşıktır. Bu gelişmiş ağa karşın, planlama yeteneğimiz belirli bir göreve odaklanma yeteneğimizden çok daha güçlüdür.

Bunun nedenlerinden biri, tüm hayvanlar gibi, yaklaşan bir yırtıcıya işaret edebilecek kopan bir dal ya da bir ağacın arkasındaki bir düşmanın varlığını gösterebilecek bir gölge gibi, tehlikeyi hissettiğimizde süratle dikkat kesilmek üzere evrimleşmemizdir. Hedef odaklı veya yukarıdan aşağıya uzanan zihinsel aktivitelerimiz, beklenmedik, ani veya dramatik olan ya da önemli deneyimlerin anılarını uyandıran bu aşağıdan yukarıya yeni ve dikkat çekici uyaranlara karşı çok az şansa sahiptir.

Gazzaley, “Birçok teknolojik araç vızıltılar, titreşimler ve flaşlar gibi dikkatimizi amaçlarımız üzerinden dağıtan aşağıdan yukarıya uyaranlar kullanır” diyor. Dahası, sessiz modda olsalar bile, araçlarımız bizi sınırsız, hemen kullanılabilir bilgi vaadiyle cezbeder. Parmağımızın altındaki şey bir haber niteliğinde (en itici bulduğumuz politikacının en son gafı), olgusal (en sevdiğimiz aktörün filmografisi), sosyal (fotoğrafımızın aldığı beğenilerin sayısı) ya da yalnızca eğlenceli (bir karıncayiyenin bir kızak üzerinde görüldüğü bir video) olabilir. Neticede bunların tamamı, bilmeye olan isteğimizi tetikler.

Bu dürtü tamamen bize özgü değildir. Daha yüksek düzeydeki primatlar üzerinde yapılan beyin taramaları, başlangıçta yiyecek aramak için geliştirilen sinirsel devrelerin aynı zamanda daha üst düzeydeki bilişsel davranışları da yönettiğini gösteriyor. Makak maymunları bile, yeni bilgiler karşısında, meyve ya da su gibi ilkel ödüllere verdiklerine benzer biçimde yanıt verir. Hayvan, ormanda olgun bir mango bulduğunda -ya da laboratuvarda bir sorunu çözerken- ‘dopaminerjik sistem’ olarak adlandırılan beyin hücreleri harekete geçer ve bu bir zevk hissi yaratır. Bu hücreler aynı zamanda ödül kazanmaya yardımcı olan beyin devreleriyle sağlam bağlantılar kurarlar. Sistem, bu devreler etkinleştirildiğinde olumlu duyguları tetikleyerek öğrenmeyi teşvik eder.

YERİNDE DURAMAYAN ZİHİN

İnsanlar, tabii ki, diğer hayvanlardan daha doyumsuz bir şekilde verileri ararlar. Ve, çoğu toplayıcı gibi, arayışımızı en uygun hale getirmek için içgüdüsel stratejiler izleriz. Besin arayan hayvanları inceleyen davranışsal ekolojistler, muhtemel hareket tarzlarını öngörebilmek için çeşitli modeller geliştirdiler. Bunlardan biri olan ‘marjinal değer teoremi’ (MVT), hem gıdanın yamalı halde bulunduğu bölgelerde hem de kaynak açısından zayıf alanların bulunduğu yerlerdeki toplayıcılar için geçerlidir. Örneğin, MVT, bir sincap bir ağaçta meşe palamudu toplamayı bıraktığında ve bir sonraki aşamaya geçtiğinde, dakikada elde edilen fındık sayısını seyahat için gereken süreyle kıyaslayarak ve benzer yollarla, yerinde kalmasının maliyetlerini ve faydalarını değerlendiren bir formüle dayanarak tahminde bulunabilir. Gazzaley, dijital ortamı, yamaların bilgi kaynakları olduğu benzer bir ortam olarak görüyor - bir web sitesi, bir akıllı telefon, bir e-posta programı gibi. MVT benzeri bir formülün, çevrimiçi toplayıcılığımızı yönlendirebileceğine inanıyor: Her bir yazılım yaması (ing. data patch), oradaki mevcut bilgileri kullandıkça veya başka yerlerde daha iyi verilerin mevcut olabileceği konusunda endişelenmeye başladıkça, zaman içinde azalan geri dönüşler sağlar.

En son veri yamasının çağrısı bizi Facebook’tan Twitter’a, Google’dan YouTube’a zıplatabilir; aynı zamanda bir işi son günde teslim etmekten, sınıfta dikkatini toplamaktan veya sevilen biriyle yüz yüze bağlantı kurma hedeflerini yerine getirmekten de alıkoyabilir. Gazzaley’e göre bunu iki temel şekilde yapıyor. Bunlardan biri, 'ya dış çevremizde karşılaştığımız ya da kendi zihnimizde, yani kendi içimizde ürettiğimiz amaçla ilgisi olmayan bilgi parçaları' olarak tanımladığı dikkat dağıtıcılığıdır. Telefonumuzun uyarı ve titreşimlerini (ya da işaret ettikleri verileri kaçırma korkumuzu) görmezden gelmeye çalışırken, yalnızca bu çabanın zarar verdiği odağımızı bulmaya çalışırız.

Diğer hedef katili ise kesintidir: Bilgi açlığımızı beslemek için yukarıdan aşağıya işleyen faaliyete ara veririz. Bunun için kullanılan yaygın terim, üç aylık rapor üzerinde çalışmak, müşteri e-postalarını cevaplamak, bir politikacının kırdığı potların üstesinden gelmek, karıncayiyen hakkındaki bir yazıya göz atmak gibi, aynı anda birkaç şeyi başarıyormuşuz hissi veren ‘çoklu görev’dir. Gerçek şu ki, bu, hiçbir şeyi iyi yapmadığımız anlamına gelir.

Gazzaley, “Yapmak istediklerimiz ile gerçekte yapabileceklerimiz arasında bir çelişki mevcuttur” diyor. “Dikkatimizin bir görevden diğerine her geçişinde, bunun için bir bedel öderiz.” Mesela, bir araştırmada, bilgi teknolojileri çalışanlarının kesintiye uğradıktan sonra bir projeye devam etmelerinin ortalama 25 dakika sürdüğü ortaya kondu. Verimliliğe büyük bir engel koymasının yanı sıra, bu tür bir hokkabazlık yüksek düzeyde stres, hayal kırıklığı ve yorgunluğa neden olabilir.

Aynı zamanda, kafamızda birkaç önemli veri parçasını bir göreve uygulayacak kadar uzun süre tutmamızı sağlayan bu işlev, çalışma belleğinde hasara yol açar. Birçok çalışmanın gösterdiği kadarıyla, (dijital veri kaynakları arasında geçiş yapmaya işaret eden bilimsel bir terim)'medya çoklu görevi' (ing. multitasking, aynı anda birden fazla şeyi yapma), bu zihinsel bölmeyi aşırı yükleyerek bizi daha az odaklanmış ve hatalara daha yatkın hale getirir. Örneğin 2012 yılında Kanadalı araştırmacılar, dizüstü bilgisayarlarda bir çok şeyi aynı anda yapmanın sadece kullanıcı için değil, yakınlarda oturan öğrenciler için de sınıf içi öğrenimi engellediğini ortaya çıkardılar. Medyada aynı anda birkaç şeyi yapma hali, azalan bilişsel kontrol, daha yüksek bir dürtüsellik seviyesi ve hata algılama ve duygusal düzenlemeyle bağlantılı bir beyin bölgesi olan ‘ön singulat korteks’te hacim küçülmesi ile ilişkilendirilmiştir.

BİZE KARŞI ONLAR

Duygusal düzen, teknolojinin, eski model beyinlerimiz üzerindeki yıkıcı etkilerinden bir diğerinin merkezinde yer alır: Kabileci eğilimlerin alevlenmesi. Uzak atalarımız, insanlık tarihinin büyük bir kısmında temel sosyal birim olan küçük göçebe gruplar halinde yaşadılar. Paleoantropolog Hawks, “Kaynaklar ve bölge için rekabet eden gruplar bunu her zaman barışçıl bir şekilde yapmadılar” diyor. “Bizler bu sürecin bir ürünüyüz.”

Bugünlerde, birçok analist, kabileciliğin, dünya genelindeki milliyetçi hareketlerin dirilişinde ve ABD’deki siyasi kutuplaşmada görülen keskin artışta kendini öne çıkardığını ve her iki eğilimin de çevrimiçi ortamda belirgin biçimde görüldüğünü öne sürüyor. 2015 yılında ‘American Journal of Political Science’ dergisinde yayınlanan bir çalışmada, parti üyeliğinin, Cumhuriyetçiler ve Demokratlar açısından kimliğin temel bir unsuru haline geldiği ortaya kondu. Tutku ve inançlarımızı kamuoyu ile paylaşmaya teşvik eden sosyal medyanın, araştırmanın yazarlarının deyimiyle “parti tercihinin, siyasi olmayan ve şimdiye kadar kişisel kalan alanların kademeli biçimde taciz edilmesine” yol açtığı aktarılıyor.

Ve 'bizi', 'onlardan' üstün tutma hali içimize işlemiş. Grup içi üyelerle etkileşime girdiğimizde, dopamin salımı bize bir keyif sağanağı yaşatırken, grup dışı üyeler olumsuz bir tepkiyi tetikleyebilir. Çevrimiçi “beğeniler” almak sadece deneyimi yoğunlaştırır.

Kabile moduna geri çekilmemiz, internet ağının ateşlediği veri patlamasına karşı bir tepki de olabilir. 2018 yılında, ‘Perspectives on Psychological Science’ dergisinde, Psikolog Thomas T. Hills, bilginin çoğalmasıyla ilgili daha eski çalışmaları gözden geçirdi. Hills, dijital alanda aracılık edilen aşırılıkçılık ve kutuplaşmadaki artışın, bilişsel bir aşırı yüklemeye tepki olabileceğini keşfetti. Sert eleştirilerin ortasında, hangi verilerin dikkatimizi hak ettiğine karar vermek için kök salmış önyargılarımıza bel bağlıyoruz. Sonuç ise sürü inancı, yankı odaları ve komplo teorileri. Hills, “Hâlihazırda inandığım şeylerle tutarlı bilgiler bulmak, beni grubumun daha iyi bir üyesi yapıyor” diyor. “Müttefiklerime gidip, ‘Bak, işte haklı olduğumuzun kanıtı burada!’, diyebilirim.”

Kimi durumlarda, kendi kabilesinin lehine olan bir önyargı, başka bir kabilenin acı çekmesini görme arzusunu teşvik edebilir. ‘Schadenfreude’ adıyla bilinen bir tepki olan ve bir grubun diğerlerinin acı çekmesinden keyif almasını sağlayan etkenleri inceleyen Harvard Üniversitesi’nden Psikolog Mina Cikara, “tüm dış gruplar eşdeğer değildir” diyor: “Amerikalılar, Kanadalılara, İranlı insanlara gösterdikleri tepkileri göstermiyorlar.” Bu tür bir sağlıksız iradeyi yönlendiren faktörlerin “grubun bize karşı olduğu ve bir tehdit unsuru olabilecekleri duygusu” olduğunu ifade ediyor. Örneğin, Red Sox ve Yankees taraftarları, rakip takımlarının üçüncü bir takıma karşı gol atamadığını gördüklerinde, ödül tepkisi ile ilişkili bir beyin bölgesi olan ‘ventral striatumda’ yüksek bir aktivite gösteriyorlar.

Elbette, 2016’daki başkanlık seçimleri sırasında, Rus bilgisayar korsanlarının büyük ölçüde birbirinden farklı Amerikalı grupları başka bir grubun onları ele geçirmeye çalıştığına ikna etmeye odaklanması, tesadüf değildir. Yine de yabancı ajanlar, çevrimiçi kabileciliğin en büyük destekçileri değildir. Sosyal medyada zaman geçiren herkesin bildiği üzere, webde bol miktarda ev yapımı ‘schadenfreude’ mevcut.

GELECEĞE KARŞI ŞİMDİ

Silikon Vadisi kodamanlarından, kârlı ürünlerini eski model sinirsel donanımlarımızı daha az sömürecek şekilde yeniden tasarlamasını beklemeyin. Gazzaley, “Cin şişeden çıktı” diyor: “Onu şişeye geri sokmak gerçekçi bir plan değil.”

Diğer yandan, gelişebiliriz. Hills’e göre, dijital kabilecilikle mücadele etmenin en kesin yolu, önyargılara karşı dikkatli olmak, eleştirel düşünceyi benimsemek ve başkalarını da aynısını yapmaya teşvik etmektir. Gazzaley, kendi adına, beyinlerimizi dikkat dağınıklığına ve kesintilere karşı daha az savunmasız hale getirmek ve davranışlarımızı teknolojinin çekiciliğini ortadan kaldıracak biçimde değiştirmek için çeşitli stratejiler sunuyor. “Daha sağlıklı alışkanlıklar inşa ederek, teknoloji ile ilişkimizi daha iyi bir hale getirebiliriz” diyor. “Bizler uyumlu bir türüz. Sanırım iyi olacağız.” 

KABİLE TEKNOLOJİSİ

İngiltere’deki Warwick Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Thomas T. Hills, teknolojinin bilişsel aşırı yüküyle karşı karşıya kalan insanların, evrimin biçimlendirdiği önyargılara dayanarak dikkat edilmesi gereken şeyleri belirlediğini söylüyor. Hills’e göre, bu eğilimler atalarımızın hayatta kalmalarına yardım etmiş olabilir ama günümüzde bize sürekli bir fayda sağlamıyor. Dijital kabileciliği besleyen dört tür ‘bilişsel seçilim’ tanımlıyor.

İnançla tutarlı bilgi doğrultusunda seçim. Ayrıca ‘doğrulama sapması’ olarak adlandırılır ve bizi hâlihazırda düşündüğümüz şeylerle uyumlu verileri tercih etmeye yönlendirir. Tarih öncesi zamanlarda, bu olgu, insanların, bir yağmur fırtınasını bir şamanın iklim üzerindeki gücünün kanıtı olarak görmesine yol açmış olabilir; bu, yanlış olsa bile, sosyal dayanışmayı güçlendiren bir yorumdur. Günümüzde, ‘doğrulama sapması’, soğuk algınlığını iklim krizinin bir aldatmaca olduğunun kanıtı olarak görmek gibi daha önemli hatalara yol açabilir.

Negatif bilgi doğrultusunda seçim. ‘Olumsuzluk önyargısı’ adıyla da bilinen bu eğilim, atalarımızın beyinlerini, diğer daha az tehditkâr türlere kıyasla yırtıcılara karşı olan farkındalığa öncelik vermeye hazırladı. Günümüzde, bu olgu, iyi haberlere kıyasla kötü haberlere daha fazla dikkat etmemize yol açabilir; örneğin, bir grubun üyesi tarafından işlenen tek bir korkunç suçu, grubun bir bütün olarak yasalara saygılı olduğunu gösteren verilerden daha fazla ciddiye alabiliriz.

Tahmine dayalı bilgi seçimi. Sıkça kullanıldığı haliyle ‘örüntü tanıma önyargısı’, kaos içindeki düzeni ayırt etmemize yardımcı olur. İlk yaz yağmurlarının ardından büyük av hayvanlarının otlaklara yayılma eğilimi taşıdığını fark etmek, ilk insanlara evrimsel bir avantaj sağladı. Ancak bugün, kalıplar doğrultusundaki bir seçim, bizi aslında hiç var olmayan komploları tespit etmeye itebilir.

Sosyal bilgi doğrultusunda seçim. Bu ‘sürü önyargısı’, belirsiz ortamlarda kalabalığı takip etmemizi sağlar. Hills, “Geçmişte, kabilenizdeki herkes nehre doğru koştuğunda, muhtemelen bunun iyi bir nedeni vardı” diyor. Ancak Reddit topluluğunuzdaki herkes ünlü bir politikacının, bir pizzacının bodrum katında bir çocuk istismarı zinciri işlettiğini söylüyorsa, karar vermeden önce bir haber doğrulama sitesini ziyaret etmek akıllıca olacaktır.

TEKNOLOJİMİZİ EVCİLLEŞTİRMEK

Nörolog Adam Gazzaley, beynimizi teknolojinin olumsuz yanlarından korumak için iki temel yaklaşım öneriyor: Nöral devrelerimizin işleyiş biçimini geliştirmek ve günlük davranışlarımızı değiştirmek. Bazı taktikler herkes tarafından kullanılabilirken, diğerleri deneysel düzeyde kalıyor.

SİRENLERİN ÇAĞRISINA DİRENMEK

Bu yöntemler, beynimizin dikkat dağıtıcı şeyleri görmezden gelme ve kesintilerden kaçınma becerisini geliştirmeyi amaçlamaktadır.

-Eğitim: Araştırmacılar, bilişsel kontrolü güçlendirmek amacıyla tasarlanmış çeşitli sınıf müfredatları geliştirirler: Bu, zorlu koşullar altında bile görevi sürdürme kapasitesi sağlar.

-Nörolojik geri bildirim: 1960’larda uygulanmaya başlanan bu teknik, uygulayıcılara bir beyin-bilgisayar arayüzü aracılığıyla beyin dalgalarını kontrol etmeyi öğretti. DEHB ve anksiyete gibi sağlık sorunlarını tedavi etme doğrultusunda kısmen başarıyla kullanıldığı birkaç küçük araştırma, yöntemi dikkat ve çalışma belleğindeki gelişmelerle ilişkilendirmiştir.

-Doğa: Giderek artan sayıdaki araştırmalar, dışarı çıkmanın yorgun beyinleri tazelemeye yardımcı olabileceğini gösteriyor.

-Bilişsel egzersizler: Klinik araştırmalar, özel olarak tasarlanan bilgisayar oyunları da dahil olmak üzere, kimi zihinsel egzersizlerin odaklanmayı ve dikkat dağınıklığına karşı direnci artırabileceğini gösteriyor. Öte yandan, piyasada ‘beyin oyunlarının’ etkinliği için sunulan kanıtlar baştan savmadır.

-Meditasyon: Birçok araştırma, meditasyonun dikkat, hafıza ve işlem hızını artırabileceğine işaret ediyor.

-Fiziksel egzersiz: Çok sayıda araştırma, bedensel faaliyetlerin beynin çevikliğini ve esnekliğini artırdığını gösteriyor.

GÜNLÜK EVRİM

Bu tür kanıta dayalı davranış değişiklikleri, zahmetsiz kullanılabilirliğini ve ulaşılabilirliğini sınırlayarak, teknolojinin cazibesini azaltır.

-Araba kullanırken bir yolcuyla sohbet edin, sesli kitap dinleyin ya da müziğin keyfini çıkarın (bunlar, telefon görüşmelerinden veya mesajlaşmadan daha az dikkat dağıtıcıdır). Arkadaşlarınız, aileniz ve iş arkadaşlarınızla, gerçek acil durumlar dışında, araç kullanırken telefonunuzu kullanmama hususunda bir anlaşma yapın.

-Çalışırken kendinizi tek bir ekranla sınırlayın ve gereksiz tüm çalışma malzemelerini ortadan kaldırın. Bir işi tamamlamak için hangi programlara veya uygulamalara ihtiyacınız olduğuna karar verin ve diğer tüm programları kapatın. Birden fazla sekme kullanmaktan kaçının; bir web sitesiyle işiniz bittiğinde onu kapatın. E-postaları da kapatın ve yalnızca belirlenen zamanlarda elektronik yazışmaları ve sosyal medyayı kontrol edin. Çeşitli uygulamalar, hile yapmanızı engellemek için sitelere erişiminizi engelleyebilir. Akıllı telefonunuzu sessiz moda alın; eğer hâlâ sizi kendine çektiğini hissediyorsanız, telefonu başka bir odaya koyun. Beyninizi tazelemek için sık sık mola verin; yürüyüşe çıkın ya da gökyüzüne bakıp hayallere dalın.

-Arkadaşlarınız veya ailenizle vakit geçirirken, orada olan herkesten telefonlarını kapatmalarını isteyin. Bu mümkün değilse, her kişinin her 15 dakikada bir telefonunu kısa süre için kontrol etmesine izin vererek ‘teknik molalar’ vermeyi deneyin. Özellikle de yemek masası ve yatak odası gibi belirli alanlarda cihazsız bölgeler oluşturun. Gazzaley’e göre, televizyon izlemek veya birlikte video oyunu oynamak da aslında bir yakınlık hissi oluşturabilir.

*Adam Gazzaley ve Larry D. Rosen tarafından yazılan ‘Distracted Mind: Ancient Brains in a High-Tech World’ adlı kitaptan uyarlanmıştır.

Yazının orjinali Discover Magazine sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)