Erdoğan, rakiplerini zor durumda bıraktı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üst üste iki kez İslam İşbirliği Teşkilatı'na acilen bir zirvede toplanması için çağrı yapan tek lider olması dikkat çekiciydi. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın çağrıda bulunduğu İstanbul zirvesi, Arap liderlerinin tamamı için olmasa da birçoğunun Araplığı, vatanseverliği ve Müslümanlığı için bir turnusol kâğıdı olacak.

Abone ol

Abdülbari Atwan *

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Londra’da, İsrail güçlerinin Gazze sınırında işlemiş olduğu katliama ilişkin yorumlarının yer aldığı açıklamasında geçen ifadelerle hemfikiriz. Erdoğan açıklamasında, “Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasından sonra tarih, İsrail ve ABD’yi affetmeyecek” şeklinde konuşmuştu. Biz de buna “Tarih Arap liderlerini özellikle de ülkelerinde İsrail büyükelçilerini ağırlayan, açık ya da gizli olarak işgal devletiyle ilişkilerini normalleştiren, işgalcilerin katliamlarına kabirdeki ölüler gibi sessiz kalan ve Kudüs’ün Yahudileştirilmesi ve elçiliğin nakledilmesi konusunda belki de ABD Başkanı Trump’la işbirliği yapan ülkeleri affetmeyecek” ifadesini ekleyebiliriz.

ZİRVEYİ ERDOĞAN TOPLADI

Kendisiyle hemfikir olalım ya da olmayalım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üst üste iki kez İslam İşbirliği Teşkilatı’nın  (İİT) acilen bir zirvede toplanması için çağrı yapan tek lider olması dikkat çekiciydi. Birincisi, ABD Başkanı Trump ülkesinin elçiliğini bu yıl sonundan önce işgal altındaki Kudüs’e taşıma niyetini açıklayıp provokatif kararını imzaladığında; ikincisiyse dün ikinci zirve için yapılacak toplantı zamanını önümüzdeki cuma günü olarak belirleyip, aralarında Suudi ve Ürdün krallarıyla Kuveyt Emiri’nin de bulunduğu Arap liderleriyle iletişime geçme girişiminde bulunduğunda…

Arap Birliği’nin işgalcilerin işlediği suçlarla ilgili düzenlenecek toplantı konusundaki hamlelerinin sadece delegeler düzeyinde kalması, ardından Dışişleri bakanları düzeyine yükseltilmesi, üzücü bir durumdu. Zira bu, işgal altındaki Kudüs kentine ihanet, öfke içerisindeki Arap halklarını küçümseme anlamına geliyordu. Şayet Kudüs’ün Yahudileştirilmesi ve işgal devletinin bu kutsal kenti ebedi başkenti olarak ilan etmesini tanıma, bu tarihi aşağılama, misliyle karşılık içeren kararların alınacağı bir zirveyi hak etmiyorsa, öyleyse bu zirveyi hak edecek olan şey nedir?

Türkiye Cumhurbaşkanı’nın çağrıda bulunduğu İstanbul zirvesi, Arap liderlerinin tamamı için olmasa da birçoğunun Araplığı, vatanseverliği ve Müslümanlığı için bir turnusol kâğıdı olacak. Birçoğunun bu testi geçerek söz konusu zirveye katılacağını ya da ABD ve İsrail için caydırıcı olabilecek kararlar alacaklarını sanmıyoruz. Zira Kudüs ve Filistin davası, işgal devletiyle süratle artan sıkı dostluğun gölgesinde, Arap Birliği’nin önem verdiği konular arasında en alt düzeylerde bir yerlerde…

ARAP ÜLKELERİNİN ZAVALLI HÂLİ

İsterdik ki İsrail büyükelçilerinin bulunduğu Arap ülkeleri, Gazze katliamına karşı bir protesto hareketi ve küçük düşürücü açılış kutlamasını kınama adımı olarak İsrailli elçileri ülkesinden kovan ve Tel-Aviv’deki elçilerini, tıpkı Norveç, Güney Afrika, Türkiye ve İrlanda gibi ülkelerine geri çağıran ilk ülkeler olsunlar. Ayrıca bu ülkelerin Riyad ya da Kahire’de olağanüstü bir Arap Birliği zirvesi düzenlenmesi ya da bu zirvenin kapsamını genişleterek İİT zirvesi için çağrıda bulunan taraf olmalarını ve bütün ağırlıklarını koyarak zirvenin gündeminin başına Kudüs meselesini koymalarını isterdik. Ancak bunu yapmadılar. Bundan da kötüsü, bazı Arap ülkeleri medya ve basın organlarına, İstanbul’da zirve çağrısında bulunan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın niyetleri hakkında şüphe yaratılması yönünde gizli talimatlar verdiler.

Erdoğan’ın Filistin direnişinden yana tavır koyması ve 3 binden fazla yaralının tedavi edilerek canlarını kurtarmak amacıyla Türk hastanelerine nakledilmesi için uçak göndermesiyle, Arap kamuoyunun büyük bir bölümünün gönlünü kazandı. Hâlbuki Arap liderleri yüzlerini başka yöne çevirmiş, Gazze sınır kapılarındaki geçiş yasağını daha da sıkılaştırdı. Burada hiç kaçamak yapmaksızın, açıkça Mısır liderliğinden bahsettiğimizi söyleyebiliriz.

DOĞRU ADIMLAR ATILDI

Belki bazıları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail büyükelçisini kovarak ve İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesi düzenleme çağrısında bulunarak kendi iç kamuoyuna hitap ettiğini ve önümüzdeki aylarda yapılacak ve zorlu geçmesi beklenen başkanlık ve parlamento seçim kampanyasına destek sağlama amacı güttüğünü söyleyebilirler. Neden olmasın? Burada yanlış olan ne? Bazı Arap liderleri benzer bir tutum ortaya koymuyorlarsa bunun iki nedeni var: Birincisi ülkelerinde kendi kamuoylarına saygı göstermiyor ve aslında halk diye bir şey olduğunu kabul etmiyorlar. İkincisi, aslında kendi ülkelerinde ne demokrasi ne de seçimler yapılıyor.

Şimdi bazıları Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in neden öldürüldüğünü, Irak ve Libya’nın neden işgal edildiğini, Suriye’nin neden yıkıma uğratıldığını, Yemen’in ABD desteğiyle ve Arap ve İslam ülkeleri kullanılarak nasıl bölündüğünü, söz konusu ülkelerin bölgesel ve uluslararası etki dairesinden nasıl çıktığını, bu liderlerin yerlerine Amerikan işbirlikçilerinin neden oturduğunu anlamaya başlamışlardır. Bizi bu kadar aşağı noktaya iten de budur.

Evet…İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile birlikte onunla işbirliği yapan ve hükümetiyle ilişkilerini normalleştiren birçok Arap liderinin ahlâk dersi almaya ihtiyacı var. Bu dersi verecek olan Erdoğan değil, Arap halklarının onurunu, izzetini, akidesini işgal altındaki toprakların kuzeyinde ve güneyindeki sınırları koruyan, Arap halkları ve İslam ümmeti adına işgal güçlerine iman ve zafer güveniyle dolu göğüslerini siper eden, adam gibi adamlardır.

ERDOĞAN DAHA FAZLASINI YAPMALIYDI

Ama biz yine de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika ve İsrail elçiliklerini kapatmasını, buradaki bütün diplomatları kovmasını, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a bu İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’ne katılması için çağrı yapmasını, böylece komploculara güçlü bir karşılık verme çerçevesinde barış girişimi olarak güçlerini Suriye’den çekme açıklamasında bulunmasını, bütün sınırları aşan Amerikan-İsrail tecavüzüne karşı yeni bir pakt ya da cephe oluşturmasını temenni ederdik.

Biliyoruz ki Arap ve İslam ülkelerinin ciddi çöküş emareleri gösterdiği bu koşullar altında imkânsızı talep ediyoruz. Hatta bazıları, bu görüşlerimiz nedeniyle bizi siyasi romantizmle, gerçeklikten kopmakla suçlayacak. Bu tür eleştiriler bizim gücümüze gitmez, umudumuzu kaybetmemize yol açmaz. Çünkü siyasetler çıkarların değişmesiyle değişir. Paktlar ve siyasi ittifaklar da öyle. Tıpkı Arap halklarının kabuğundan çıkıp, bir gün gelip onurunu yeniden kazanacağına inandığımız gibi. Belki de o günler çok yakındır!

Yazının aslı Rai El Yorum sitesinde yayınlanmıştır (Çeviren: İslam Özkan)