Engelliler sorunlar içinde, engelli politikası çökmüş durumda

Engelliler derin bir yoksulluk içinde yaşama tutunmaya çalışıyor. Hakan Özgül, "Kâğıt üstünde İskandinav ülkeleri gibiyiz ama günlük yaşamda 3. dünya ülkelerinden farkımız bulunmamakta" diyor.

Abone ol

Zafer Kıraç*  

Ekonomik ve siyasal olarak, çok zor yıllar geçiriyoruz. Önümüze baktığımızda daha da zor günlerin bizi beklediğini söyleyebiliriz. Peki, bu günlerde engelliler neler yaşıyor? Engellilik alanında yıllardır hazırlanan raporlama çalışmalarına katkıları ve önemli savunuculuk faaliyetleriyle tanıdığımız insan hakları savunucusu Hakan Özgül sorularımızı cevapladı.

2000 yılından bu yana çeşitli sivil toplum kuruluşlarında, platformlarda ve özel kurum ve kuruluşlarda danışman ve yönetici olarak görev yapan Özgül, Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği’nin (TOHAD) çeşitli kademelerinde görev aldı. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği nezdinde çeşitli raporlama çalışmalarında da yer alan ve engellilerin insan hakları konusunda çalışmakta olan Özgül, bu alanda birçok bildiri, yayın hazırlamış, çeşitli kurum ve kuruluşlar hakkında çok sayıda erişilebilirlik raporları düzenlemiş ve çeşitli eğitim çalışmalarında bulundu.

'GÜNLÜK YAŞAMDA 3. DÜNYA ÜLKELERİNDEN FARKIMIZ YOK'

Yasalar ve uygulamalar açısından engelli haklarında bulunduğumuz noktayı ayrı ayrı değerlendirebilir misiniz?

Türkiye’de engellilerin insan hakları hem mevzuat hem de uygulama bakımından oldukça sorunludur. Mevzuat açısından önemli düzenlemeler yapılmış, mesela uluslararası insan haklarını konu alan sözleşmelere, taraf dahi olunmuştur. Bununla beraber doğrudan ayrımcılığı bizzat içeren mevzuat halen yürürlüktedir. Örneğin vali, kaymakam, nüfus müdürü, şube müdürü, şef gibi unvanların koşullarını tanımlayan 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu’nda: (…)” memleketin her ikliminde iş görmeye ve her vasıta ile gezip dolaşmaya kabiliyetleri bulunduğu hakkında tam teşekküllü Devlet hastanelerindeki kurullardan rapor alanlar” (…) şeklinde bir ifade bulunmaktadır.

Yine 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda, engellilerin yurtdışı teşkilatlarında görevlendirilemeyeceği belirtilmektedir. Türk Ceza Kanunu’nda ayrımcılığın suç olarak tanımlanması ve yasaklanması düzenleyen 122. maddede, 2014 yılında bir değişiklik yapılmış ve ayrımcılığın ancak nefret saikiyle işlenmiş olması şartı getirilmiştir. Dolayısıyla bugün için ayrımcılık suçu ile bir kişiye dahi ceza verilmemiş veya hakkında soruşturma ve kovuşturma yürütülmemiştir. Bu durum Türkiye’de ayrımcılığın olmadığını göstermez. Tam aksine, ayrımcılık suçunun kanun yoluyla önünün nasıl kesildiğini izah eder.

2005 senesinde engelliler hakkında çıkarılan kanun (5378 sayılı Kanun) kimi kesimlerce devrim şeklinde nitelendirilmektir. Halbuki bize göre döneminden en az 30-40 sene önceki dil ve paradigmaları savunmaktaydı. Engelli kişileri 30-40 sene önceki dil ile tanımlamış, devlette ve toplumda hiçbir değişikliğe neden olmamış bir düzenlemenin engellilerin günlük hayatlarındaki yaşadığı sorunları ortadan kaldırmasını beklememiz gerçekçi olmayacaktır.

Öte yandan mevcut yasal düzenlemeler ile Türkiye’deki durum tam bir de facto halidir. Görünüşte tam bir medeniyet tecellisi gibi ortaya konan düzenlemeler günlük yaşamda hayat bulamamaktadır. Mesela kanunlarımıza göre toplu taşıma araçları, yollar, kaldırımlar, kamusal tüm alanlar 2012 senesine kadar erişilebilir hale getirilecekti. 2012 senesine kadar erişilebilirlik gerçekleşmeyince süre uzatıldı. Her yıl, uzatılan süre dolunca, bu süre yine Meclis marifetiyle yine uzatılıyor. 2022 yılındayız ve halen erişilebilir bir Türkiye’den bahsetmemiz olanaksız.

Dolayısıyla bu alandaki sorunların bir kısmı yasal mevzuattan, bir kısmı ise uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Kâğıt üstünde, bazı düzenlemeler bakımından İskandinav ülkeleri gibiyiz ama günlük yaşamda 3. dünya ülkelerinden farkımız bulunmamaktadır.

Hakan Özgül

'ÖRGÜTLÜ VE GENİŞLETİLMİŞ MÜCADELEYE MOTİVE OLMALIYIZ'

Türkiye’de engelli haklarının kazanımı konusunda, sağlıklı bir zeminde savunuculuk çalışmaları yapabilmek için nasıl bir yol izlenmeli?

Alanda bulunan aktivistlerin, sivil toplum örgütlerinin, siyasilerin ve kısacası toplumun engellilik meselesini öğrenmesi gerekmektedir. Bunun ön koşulu ise insan haklarının evrensel ilkeleridir. Örneğin birçok örgütte kesişimsel ayrımcılık boyutlarını konuşmak mümkün değildir. LGBTİ+, Kürt, Alevi, Roman engellilerin adını dahi anamazsınız. Bu alanlarda çalışma dahi yoktur. Dolayısıyla öncelikle meselenin bir insan hakları meselesi olduğunu, insan hakları kavramının da içinin boşaltılamayacağını öğretmemiz gerekmektedir. Bununla beraber engellilik meselesi halen merhamet, acıma ve yardımseverlik kavramlarıyla anılmaktadır. Bu bakış açısının derhal terk edilmesi elzemdir. Engellilerin insan hak ve hürriyetlerini kullanması zemininde ortaklaşmak zorundayız.

Dolayısıyla savunuculuk için önce doğru zeminde buluşmak zorunluluğu bulunmaktadır. Bundan sonra yapılması gerekenler ise savunuculuğun kullandığı araçları sahaya yansıtmaktır. Örneğin alanı çok iyi bilmemiz ve her dönem ve her alanda ne olup olmadığını izlememiz ve bunlar hakkında raporlamalar yapmalıyız. Stratejik davalama, lobicilik, basın açıklamaları, sosyal medya ve klasik medya üzerinden farkındalık çalışmaları ve olabildiğince her kesime doğru bakış açılarıyla eğitimler, sempozyumlar düzenlemeliyiz. Elbette tüm bu çalışmalar için genişletilmiş örgütlenmeye çok ihtiyaç bulunmaktadır. Yani, belki de en çok örgütlü ve genişletilmiş mücadeleye motive olabilmeliyiz.

20 yıllık bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu süreçte nelere söz verildi, neler yapıldı?

Mevcut iktidar, engelliler ile ailelerinden yıllar boyunca büyük destek gördü. Engelliler iktidarın önemli oy depolarından biriydi fakat özellikle son dönemlerde bu desteği önemli ölçüde yitirdiğini gözlemlemekteyiz. Yıllardır bu alanda emek harcayan Bülent Küçükaslan, bir beyanatında şöyle söylemiştir: “Bundan 20 yıl önceki şartlara dönsek, en az 50 yıl ileri gitmiş oluruz.” Son derece çarpıcı bu görüşü benimsememek mümkün değil. Zira; kontrol muayenesi eziyeti, engelli, evde bakım ve emekli aylıklarının durumu, engelli raporu çilesi, araba alımında ÖTV istisnası ile yaşatılan mağduriyet, medikal araç, gereçler ve malzemelerine ulaşım, KHK engelliler, erişilebilirlik, ekonomik durum, yoksulluk ve daha birçok konu başlığında geldiğimiz durum kelimelerle izah edilecek boyutu geçti.

'TÜRKİYE’NİN İNANILMAZ BÜYÜK BİR BÜTÇESİ VAR'

Tekerlekli sandalye ve diğer ihtiyaç malzemelerine ulaşmada çok büyük zorluklar yaşandığını görüyoruz. Bu konuda sorun nereden kaynaklanıyor ve nasıl çözülür?

Teknik tarafı çok detaylı ancak herkes bakımından anlaşılır olabilmesi açısından şunları söyleyebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Bakan Nurettin Nebati: (…) Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar.” (…) şeklinde bir beyanat verdi ve ekledi, “bunu tercih ettik.”

Türkiye’nin inanılmaz büyük bir bütçesi var. Hükumet, toplam bütçenin yaklaşık yüzde 3,5 kadarını sosyal politikalara ayırmaktadır. Buna karşın toplam bütçenin yüzde 13,7'sini faize aktarmaktadır. Bu alanda yaşanan sorunların nedenlerinden biri budur.

Bu bütçe halka mı aktarılacak yoksa halkın dışındaki odaklara mı? Türkiye’de bu bütçenin halka aktarılmadığı çok açıktır. Birkaç örnek ile bunu açmak isterim. Engelli, hasta ve yaşlı insanlar, hayatlarını devam ettirebilmeleri için bazı medikal araç, gereç ve malzemelere ihtiyaç duymaktadır. Bu bahsettiğimiz araç, gereç ve malzemeler SGK tarafından temin edilmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 3 Aralık 2021 tarihinde, “Dünyanın en geniş kapsamlı sosyal güvenlik sistemini Türkiye'ye kazandırdık” diye övdüğü SGK üzerinden mi temin ediliyor?

Bakalım gerçekten de öyle mi? SGK’nın manuel tekerlekli sandalye için ödediği tutar 550 TL. Piyasada en kötü (kullanılamaz) olanlar 1.200 TL. Galiba kullanabilirim, param buna yetti diyebilecekleriniz 7-8 bin TL, bedenime ve fiziksel koşullarıma uygun olanı, almam gerekeni aldım deseniz 30-35 bin TL, SGK’nın hafif manuel tekerlekli sandalye sınıfı için ödediği tutar 1.320 TL. Piyasada en kötüsü 20 bin, istediğimi alabildim derseniz 60 bin TL.

Akülü sandalye için SGK 3.750 TL ödüyor. 1-2 sene ancak kullanırım dedikleriniz 10 bin TL civarında, ortalaması 60-70 bin TL, iyi bir şey isterim, bedenime, özelliklerine uygun olsun deseniz 250-300 bin TL, Akülü sandalyenin aküsünü yenilemek isteseniz SGK 500 TL öder. Piyasada en kötüsü 4.000 TL, iyi bir akü alayım deseniz 10 bin TL.

Çocukların kullanabildiği pediatrik tekerlekli sandalye için SGK’nın ödediği tutar 1.320 TL. Piyasada 15 bin altına ürün yok!

SGK bası yarasını önleyen havalı yatak için ödediği tutar 255 TL, piyasada en kötü yatak, fayda sağlayıp sağlamayacağı şüpheli olanlar dahi 2 bin TL. Yine bası yarasını önleyen minder için SGK’nın ödediği tutar 88 TL, gerçekten bası yarasından korunmak için almanız gereken minder 8-10 bin TL ödememiz gerekiyor.

İşitme cihazları, ortez/protezler ile birçok destek aracının da ya geri ödeme tutarları düşük ya da işe yarar nitelikte değil. Buna karşın hasta taşıma lifti, banyo ve tuvalet ekipmanları ve daha birçok medikal araç gereç SGK kapsamında değildir. Yine engelliler ile hastaların kullandığı birçok medikal sarf malzeme için yurttaşlar her ay katlanılmayacak seviyelere varan farklar ödemektedir. Palyatif bakım gereken yurttaşlar kaderlerine terk edilmiş durumdadır. SMA’lı çocukların durumunu her gün izlemekten kahroluyoruz.

Durum böyle iken, nasıl olabilir de Türkiye, dünyanın en geniş kapsamlı sosyal güvenlik sistemine sahip olabilir? Yurttaşlar gerek SGK’nın dar geri ödeme politikaları gerek döviz artışları gerekse de yıkıcı enflasyon altında kalmaktadır ve derin bir yoksullukla mücadele etmektedir.

Engelliler adına neler söylemek istersin?

Bu iktidarın, engelliler için söyleyebileceği bir sözü olabilir mi bilmiyorum ama şunu bilmeleri gerekir. Hasta altı bezini dahi doğru dürüst ödemeyen SGK’nın yurttaşları mecbur ettiği yöntemleri burada anlatmaya utanırım. Engelliler derin bir yoksulluk içinde yaşama tutunmaya çalışıyor. Birileri lüks içinde yaşam sürdürürken nüfusun önemli bir kesimi inanılmaz şartlar altında yaşamaya çalışıyor.

* İnsan Hakları Çalışanı