Elbette devrimci proletaryanın isyanı değil henüz!

Sarı Yelekliler hareketinin özgünlüğü Fransa’daki her daim keskin bir şekilde yürümüş sınıf savaşımlarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Elbette Sarı Yelekliler sonuç itibariyle henüz sanayi proletaryasının içerisinde olduğu bir hareket değil. (Gezi de değildi.) Dolayısıyla hareketin içerisinde proletarya görmek için illa da sanayi proletaryası arayanlar hayal kırıklığı yaşıyor.

Abone ol

Perihan Koca/Hasan Durkal*

Fransa’da yaklaşık bir aydır ortalığı kasıp kavuran ve herkesin bir biçimde takip ettiği bir hareket tartışılıyor: Sarı Yelekliler (Gilet Jaune)

Fransa gibi, dünya tarihinin akışına yön veren çapta isyancı ve direnişçi geçmişe sahip bir ülke söz konusu olunca, toplumsal-siyasi belleğimizi etkileyen tarih sayfaları da peşi sıra açılıveriyor.

1789 devrimine, 1848 isyanlarına, köylü ayaklanmalarına, barikat savaşlarına, 1871 Paris komününe, kadın mücadelelerine, LGBTİ aktivizmine, hak mücadelelerine, sınıf savaşımının bütün biçimlerine sahne olmuş koca bir tarihe sahip Fransa’da bugünlerde, kendilerine Gilet Jaune (Sarı Yelekliler) diyen bir hareket ülkenin çeşitli bölgelerinde ve kent merkezlerinde sokakları tutuyor, barikatlar kuruyor, blokajlar gerçekleştiriyor.

KİM BU SARI YELEKLİLER?

Peki, medyanın yıkım ve şiddet gösterileri ile sunduğu, hükümetin vandalizm olarak yaftaladığı, soldan gelen eleştirilerde “ırkçı, homofobik, aşırı sağcı” tanımlamalarının yapıldığı Sarı Yelekliler kim?

Arkalarında herhangi bir siyasal ya da sendikal örgütlülük, liderler ya da temsilciler grubu olmadan, sosyal medya üzerinden yapılan, “17 Kasım’da Akaryakıt zammına karşı milli blokaj” çağrısıyla, öncelikle taşrada, kent periferisinde (hatta aşırı sağcı Le Pen’in yoğun oy aldığı bölgelerde) sokağa çıkan Sarı Yelekliler, ismini de ülkede her Fransız vatandaşının aracında bulunması yasal zorunluluk olan fosforlu sarı güvenlik yeleklerinden alıyor.

Fransız Hükümeti’nin verdiği rakamlara göre, eylemin ilk dalgası olan 17 Kasım’da ülke genelinde yapılan eylemlere 289 bin 710 kişi katılmış ve 2 bin 34 noktada blokajlar gerçekleşmiş.

Sarı Yelekliler, 17 Kasım’dan beri hareket halinde, ancak özellikle özel çağrılar yapılan ve yoğun katılımlarla gerçekleşen cumartesi günlerini eylem dalgası olarak nitelendiriyorlar.

Her cumartesi günü katılımın biraz daha artış gösterdiği Sarı Yelekliler hareketinde şimdi de 8 Aralık’ta eylemin dördüncü dalgası için çağrılar yapıldı.

Cumartesi eylemlerinde, çatışmalar, yol kapatmalar, mekân işgalleri artış gösteriyor.

Üstelik Fransız ana akım medyasında şiddet gösterilerinin paket halinde servis edilmesine rağmen, çeşitli anket şirketlerinin gerçekleştirdiği kamuoyu yoklamalarında, Fransız halkı yüzde 72-76 oranında Sarı Yelekliler hareketini destekliyor.

MACRON İKTİDARI GERİ ADIM ATIYOR

Bu süre içerisinde, Sarı Yelekliler hareketine burun kıvıran Macron hükümeti geri adım atmak zorunda kaldı.

27 Kasım’da söylemini kısmen yumuşatarak, “Sarı Yeleklileri anlıyorum ama yola devam” diyen Macron mesajı aldı almasına, ama üzerine oturduğu neoliberal sistemi “ekolojist” görüntüsü ardına saklayarak korumaya almaya ve taviz vermemeye çalışıyor.

Akaryakıt zamları, fosil yakıt kullanımını azaltarak karbon salınımını düşürmek için yaptıkları üzerinden gerekçelendirildi.

Devreye her defasında Fransa Ekolojik Dönüşüm Bakanı François de Rugy’i sokuluyor.

Zaten Sarı Yelekliler ile görüşme görevi de ilk başlarda ekoloji bakanına devredilmişti. Çok açık ki, hareket anti ekolojist ilan edilerek akaryakıt zamları meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Ancak bu aldatmaca taktiği tutmayınca, tam da Sarı Yeleklilerin yayınladığı 42 talep ortalarda dolaşırken, Başbakan Edouard Phipple eliyle, yarım ağızla akaryakıt zammı dâhil vergi artışlarını altı ay erteleyeceklerini duyurarak geri adım atmak zorunda kaldılar.

Macron hükümeti çareyi erteleme ve öteleme politikasında arıyor. Ancak, 3 Aralık’ta Macron’un görüşme talebini geri çeviren Sarı Yelekliler Macron’u dar bir alana sıkıştırarak elini kolunu bağlıyor. Öyle ki, çok geçmeden ikinci geri adım hamlesi geldi ve akaryakıt zamlarının 2019 bütçesinden çıkarıldığı duyuruldu.

Öte yandan, gösteriler taşradan kent merkezlerine çoktan sıçradı ve hatta sıçrayan gösterilerde zenginlerin alış veriş bölgesi olan Champ Elyysee caddesi bile “Macron istifa” sloganlarıyla işgal ediliyor.

SARI YELEKLİLER BİR SINIF HAREKETİ Mİ, AŞIRI SAĞCILARIN GÜDÜMÜNDE POPÜLİST BİR HAREKET Mİ?

Sarı Yelekliler’in sokağa ilk çıkışlarında göçmenleri taşıyan bir aracı ihbar etmeleri, türbanlı bir kadına türbanını açmaya zorlamaları, siyahlara, Araplara ve eşcinsellere yönelik hakaret içerikli sloganlar atmaları, sokaklara Fransız bayrakları ve marşlarıyla çıkmaları çok tartışıldı, hâlâ da tartışılıyor.

Bu tartışmalar üzerinden, Fransa’da birçok sol hareket Sarı Yelekliler eylemlerine katılımda ikircik yaşıyor ve harekete destek vermenin aşırı sağı desteklemek olacağı tartışmaları da halen sürüyor. Fransa’nın en büyük sendikası olan CGT’nin “ne aşırı sağla ne de patronlarla yürürüz” diyerek ilk elden eylemlere katılmayı reddedip ardından 24 Kasım yürüyüşüyle birlikte eylemlere bölgesel düzeyde katılma kararı alması ama tedirginliğini de sürdürmesi önemli.

Elbette, hükümet ve sermaye de, Başkanlık koltuğuna oturmanın hesabını yapan aşırı sağcı faşist Ulusal Cephe (FN) lideri Marine Le Pen de "bu eylemlerden bize ne düşer" hesabını yapıyordur.

Ki bu hareket pekâlâ maniple edilebilir, ırkçı, faşizan, gerici bir şeye de dönüştürülebilir. Bunun tohumları da hali hazırda şu an Fransa’da mevcut.

Ancak, sol, sosyalizan güçler Sarı Yelekliler hareketini belli endişelere indirgeyerek hareketin dışında kalınca, dinamiğin de dışında kalacak, daha da ötesinde müdahil değil seyirci olacaktır.

Ki, bugün dünya çapında solun en büyük zaaflarından biri, paçalarını kirletmeyi göze almadan steril alanda kalmayı tercih edip, dışarıdan söz söylemekle yetinmek değil mi?

Türkiye’den de alışığız buna.

Gezi eylemlerinde barikatları kaldıralım tartışmalarını hatırlayalım. Ya da büyük bir fırtınaya dönüşebilecek grevlerde, neredeyse işveren tutumu sergileyen sendikacıların pozisyon alışlarını hatırlayalım. İşçi eylemlerinde, şantiye önlerinde, “bunlar dinci, gerici,faşist çoğu AKP ve MHP’ye oy veriyor” tartışmalarına bakalım. Ya da sandık siyasetinde, kurucu bir irade sol bağımsız bir hat kurmak yerine, her seçimde belirlenenolup, her seçim sonrasında yaratılan umutsuzluk ikliminde kendini yukarıda görüp, burnuhavada kibriyle “bu halktan bir cacık olmaz” diyen elitist söylemlere bakalım.

HAREKETİN ANA BELİRLEYENİ: ÖFKE

Akaryakıt zamları Fransa halkını tetikleyen bir araç işlevini gördü. Zamlar, çoğu yorumcunun da söylediği gibi bardağı taşıran son damla oldu.

Peki; o bardak nasıl taştı, diye bakacak olursak, görüyoruz ki; öfke hareketin ana belirleyeni.

Sarı Yelekliler hareketi, ciddi bir öfke patlamasının sonucu. Alabildiğine heterojen, zengin ve karmaşık bir profile sahip. Hareket, farklı dinamikleri geniş bir yelpazede bir araya getiren çok katmanlı bir hareket ve hareketin ana merkezi “Aşağı Fransa” da denen taşra. Ayrıca, alışık olmadığımız bir yaş ortalamasıyla (4o’lı yaşlar ve üstü) sürüyor eylemler.

Harekete bir sınıf hareketi diyemeyiz, sistem karşıtı, anti-kapitalist olduğunu da söyleyemeyiz, hatta tersine Fransız halkını üstün gören beyaz bir yanı da var diyebiliriz.

Eylemlere göçmenlerin, yoksul banliyölerin katılımı bu anlamıyla da epey az.

Bunca karmaşık bir profilde süren eylemsellikler, hazırda bir reçeteyle ilerlemediği ve homojen bir karakter ve programa sahip olmadığı için, doğal olarak, oraya buraya sıçramaya, evrilmeye, değişip dönüşmeye, sağa sola bükülmeye de oldukça açık.

Öfkenin ana merkezinde Macron duruyor.

Zira, iktidara geldiği günden beri elitist duruşu, yoksullara, taşralılara, varoşlara yönelik tutunduğu alt sınıfları hakir gören küstah ve kibirli tavır ile her fırsatta alaycı, aşağılayıcı ve horlayıcı söylemleri ile öfke biriktire biriktire yol yürüdü Macron. Öte yandan nasıl iktidara geldiğini unuturcasına, büyük büyük adımlarla yönetti süreci.

Macron’un iktidara geldiği dönemin özgün koşullarını hatırlayacak olursak, bir buçuk yıl evvel, aşırı sağ, faşizm tehdidi karşısında neoliberalizmin “kurtarıcı” olarak sunduğu bir isim Macron.

Yüzde 77 katılım oranlı birinci tur Başkanlık seçimlerinde, sadece yüzde yirmi dört oy alan, ama ikinci turda faşist Marine Le Pen karşısında “mecburiyetten” desteklenerek yüzde 66 oyla iktidar koltuğuna oturan ve ama hız kesmeden, Türkiye’den de alışık olduğumuz üzere senato ve meclisi adeta bypass ederek ardı ardına kararnameler çıkaran Macron, sürekli zenginleri kayıran, “soylulara” iltimas geçen pratiği ile, zenginleri vergiden muaf tutmaya varacak kadar ilerlettiği vergi sistemi ile “Zenginlerin Başkanı” olarak kendini defalarca ilan etti.

Öyle ki, Fransa halkını aşağılayan ve vergi adaletsizliğine sürükleyen Macron iktidarı, bugün öfkenin ana odağında konumlanıyor.

Bu öfke patlaması, bir toplumsal ayaklanma ve dönüşüm sürecine evrilebilir, Fransa yönetiminin akıbetini doğrudan da etkileyebilir.

Zira öfke, yıkıcı bir şey olduğu kadar, dönüştürücü, yaratıcı, kurucu, inşa edici de olabilir.

TARİHTEN GELEN KESKİNLİK

Marx’ın ünlü ‘Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i’ adlı eserine yazdığı önsözde Engels, Marx’ın Fransa’daki olaylara neden boş bulunup şaşkınlıkla yaklaşmadığını şu çarpıcı tespitle ortaya koyuyordu:

“Fransa, sınıf savaşımlarının, her seferinde, herhangi başka bir yerde olduğundan daha fazla, kesin karara kadar sürdürüldüğü ve bu bakımdan sınıf savaşımlarının içinde geçtikleri bu savaşımların sonuçlarının özetlendikleri değişken siyasal biçimlerin en belirgin sınırlarıyla belirdikleri ülkedir.”[1]

Devam ediyor Engels:

Ortaçağ feodalizminin merkezi, Rönesans'tan beri babadan oğula geçen krallığın klasik ülkesi olan Fransa, Büyük Devriminde, feodalizmi yıktı ve burjuvazinin egemenliğine, Avrupa’da başka hiç bir ülkenin ulaşamadığı katıksız klasik bir özellik verdi. Aynı şekilde,devrimci proletaryanın hüküm süren burjuvaziye karşı savaşımı da, Fransa’da, başka yerde bilinmeyen keskin biçimlere büründü.[2]

Sarı Yelekliler hareketi bizce bu tespitler ışığında değerlendirilmeli.

Sarı Yelekliler hareketinin radikalliği ve yıkıcılığı, onun yaslandığı tarihsel mirasa dayanıyor.

Hareketin özgünlüğü Fransa’daki her daim keskin bir şekilde yürümüş sınıf savaşımlarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.

Elbette Sarı Yelekliler sonuç itibariyle henüz sanayi proletaryasının içerisinde olduğu bir hareket değil. (Gezi de değildi.) Dolayısıyla hareketin içerisinde proletarya görmek için illa da sanayi proletaryası arayanlar hayal kırıklığı yaşıyor.

Sarı Yelekliler şimdilik ağırlıklı olarak güvencesizleşerek işçileşen, eski ayrıcalıklı konumlarını kaybeden kesimin içerisinde bulunduğu bir hareket. Hareket içerisinde, alt sınıflardan güvencesiz olan fraksiyon çoğunlukta. Hareketin içerisinde aradıkları sanayi işçilerini bulamayanlar (Özellikle Fransız solu) hareketi burjuvaca bulduklarını ifade edebiliyorlar. Yalnızca bu da değil. Harekete birçok etiket yapıştırılıyor ve hareketin içeriğinden soyutlanarak yapıştırılan etikete indirgenebiliyor: Aşırı sağcı, homofobik, göçmen karşıtı vs.

SARI YELEKLİLER, ULUSALLIK, İŞÇİ SINIFI VE SOL

Oysa Türkçeye de çevrilen 42 maddelik talepler listesine bakarsak, hareketin ne denli sınıfsal bir içeriğe sahip olduğunu görürüz.[3]

Evsizlere ev, büyük işletmelerden büyük oranlı vergi, 1300 euro’luk asgari ücret talebi, kemer sıkma politikalarının iptali vs. Elbette bazı ulusal talepler de söz konusu. Ama Fransız komünistlerinin güçlü oldukları dönemden günümüze kadar bu yolda geçirdikleri dönüşümün bunda hiç mi payı yok?

Proletarya diktatörlüğünü çok güçlü bir işçi sınıfı desteğine sahip olduğu bir dönemde programından çıkaran ve hızla “ulusal” zemine savrulan, en son IŞİD saldırılarında Fransız egemenlerinin yarattığı ulusal birlik çığırtkanlığının arkasına yedeklenen Fransız komünistleri bu konuda çok mu temiz? Harekete enternasyonal bir içerik kazandırmak yığınların görevi mi? Yoksa olan biteni izleyip beğenmeyen komünistlerin görevi mi?

Aslında neoliberal Fransa’ya odaklanırsak, kapitalizmin geçirdiği bir dizi dönüşümün bu tarz hareketlerin ortaya çıkmasında neden önemli bir rol oynadığını anlayabiliriz.

Özellikle 2008 krizi sonrası bir dizi yapısal değişiklik içerisine giren Fransız egemenleri, uyguladıkları neoliberal programlarla işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına darbeler indirmekle kalmadılar.

Aynı zamanda alt sınıfların yapısallığında da değişmelere yol açtılar.

Bu dönemde güvencesizleşen kesimin ciddi oranlarda genişlediğinin altını çizmemiz gerekiyor. Güvencesiz çalışanlar eskiden küçük ve sınırlı bir kesimi tanımlayan bir kavramken bugün git gide genişleyen bir kesimi tanımlamak için kullanılıyor.

Oluşum sürecindeki bu yeni sınıf fraksiyonu, ideolojik olarak çeşitli uçlara savrulabilmekte. Sarı Yelekliler şimdilik bu genişleyen kesimin bir isyanı. Bir zamanlar görece daha iyi bir konumda olanların konumlarının değişmesiyle ortaya çıkan isyanlarıdır SarıYelekliler.

Dolayısıyla “şimdiye kadar neredeydiniz” demek yerine, “hoş geldiniz” demek en doğrusu.

Henüz sağ ya da sol herhangi bir siyasal zemin tarafından belirlenmediği açık bir şekilde ortada olan hareketin, sınıfın diğer fraksiyonlarını tetikleyici bir içerik taşıdığı unutulmamalı.

Engels’in yukarıda alıntıladığımız vurgular tarihin imbiğinden süzülüp geçmiş, 1831 Lyon işçilerinden, 1848 barikatlarına, oradan 1943-45 direnişine, oradan 68 Fransa’sına, oradan da Sarı Yeleklilere gelmiş vurgulardır. Marx ve Engels bu hareketlerin bir kısmını göremediler ama gelişen olaylar bu doğrultuda gerçekleştiler ve onların yaptıkları tespitler halen güncel, halen geçerli.

Sarı Yeleklilerin isyanı elbette devrimci proletaryanın isyanı değil henüz.

Ama bu hareket henüz herhangi bir devrimci söylemde bulunmasa bile devrimciliğini ‘kamusal düzene’ indirdiği darbelerden alıyor. Kamusal düzen dediğimiz şey, üst sınıfların alt sınıfları sömürürken oluşan sınıfsal dengeden başka bir şey değildir.

Bu noktada Sarı Yelekliler Macron’un tesis etmeye çalıştığı kamusal düzene karşı şu ana dek söylenmiş en ciddi sözdür.

Yoğun çatışma haberleri ön plana çıksa da bu durum daha çok Macron’un saldırganlığıyla ilgili. Hareket salt protestolardan oluşmuyor ve kimi noktalarda devlet otoritesinin bir kenara atıldığı, halkın kendiliğinden örgütlü gücünün denetimi doğrudan devraldığı bir içeriğe sahip.

Şiddetle karşılaşmadıkları zamanlarda doğrudan denetimi tesis ediyorlar ki, bu hareketin en radikal içeriğini oluşturuyor. Örneğin ücretli otoyollar, eğlence yerleri vb. işletmelerin ücretsiz olmaları sağlanıyor.

Günümüz siyasal akımlarını değerlendirirken, ister alt sınıfların çeşitli ekonomik taleplerini dillendirdikleri hareketler olsun, ister demokratik taleplerin ön plana çıktığı kitlesel hareketler olsun, solun kafasındaki şablona sığmadığında ‘tu kaka’ ilan edilip değersizleştirilmesi çok kolaylaşıyor.

Hatırlarsak, bu dar kafalı bakış açısı Mısır ve Tunus halk ayaklanmalarını daha en başından emperyalist güçler tarafından harekete geçirilen birer tasarım eylemleri ilan etmişti.

Yine onlara göre son yıllarda kadınların meydanlara sığmayan öfkeleri ‘liberal’likten beslenen sınıf karşıtı bir hareketti.

Toplumsal hareketlerin çok katmanlılığı, heterojenliği, çeşitliliği hiçbir şey ifade etmiyor. Onların kafalarında birer şablon var ve bu şablona uymayan her şey karşı devrimci.

Yalnızca dar kafalılık değil elbette. Hareketlerin anlık ve güncel dengeleri üzerine kafa yormak da gereksiz geliyor.

Bu yolla onların dönüşmeleri olası devrimci formlar yok sayılıyor, toplumsal güçlerin ya da devrimci-komünist öznenin belirleyici olabileceği olasılıkları gözetmeyen kaba determinist bir anlayışla hareketler bir kenara itiliyor.

Devrimciler toplumsal hareketler karşısında onların içlerinde nüve olarak barındırdıkları içerikle ilgilenmiyorlar, bu hareketlerin dönüşmeleri olası formlar karşısında hiç heyecanlanmıyorlar ve (hiçbir hareket uzun süre boşlukta sallanmaz) bu hareketler etkisizleştikleri ya da sağın etki alanına girdikleri zaman “biz öyle olacağını biliyorduk” demeyi çok seviyorlar.

21'inci yüzyıl devrimci hareketleri 19'uncu ve 20'nci yüzyıldakilerden doğal olarak farklı olacaktır. Onlar başka bir dünya gerçekliğinin yarattığı kimlik tarafından damgalanmışlardır ve bu çok doğal.

21'inci yüzyılda faşizmin Nazi üniformasıyla gelmeyeceğine dair ünlü bir söz vardır. Evet, ama 21'inci yüzyılda devrimci hareketler geçmişin tekrarından ibret olmayacaklar ki. Onların da kendileri olma hakkı yok mu?

[1] Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i, Almanca 3. Baskıya Önsöz,

[2] A.G.Y.

[3] Bkz. https://www.birartibir.org/siyaset/194-42-talep#.XAWLfZ-9ne0.twitter

*Toplumsal Özgürlük gazetesi Yayın Kurulu üyeleri