Dünyayı yeni nesil çiftçiler kurtaracak

Özgürlük toprağın derinliğinde! Ya ineği sağacak toprağı işleyeceğiz ya da yok olacağız.

Abone ol

Yekta Kılıç* 

Olmuyordu.  Başaramıyordum.  En çok uğraştığım meselelerden biriydi ama ikna edemiyordum. Şimdilerde küçük adımlar atmaya başladık. Devam eder umuyorum.  Gazetecilik mesleğine zorunlu olarak nokta koyduktan sonra hayatımı idame etmek üzere arayıştayken önüme çıkan seçeneklerden biri de çiftlikte çalışmaktı. Bir tür ‘emin kişi’ olarak tarım ve hayvancılık yapılan işletmede duracak, “çekip çevrilmesinden” sorumlu olacaktım. Yıllarca Türkiye’nin en büyük şehrinde en kibirli plazalarda fiyakalı unvanlarla çalışmış biri ve çobanlık… Şaşırtıcı bir tercihti. “Yapamaz. Geri döner” diyordu yakın çevrem.  Yabancısı olduğum işler beni çok yordu pes etme noktasına geldim ama “yıkılmadım ayakta” kaldım. Gerek hayvancılık işinde gerekse geniş araziler üzerinde yürütülen tarımsal faaliyette yabana atılmayacak mesafeler aldık. Ama bir tek konu uzun zaman boyunca ilerlemedi. Çalışanlara kendi gıdalarını üretme bahsinin önemini bir türlü kavratamıyordum. Ağırlıklı olarak tahıl ürünleri üretimi ve besicilik yapılan işletmede yaşayan çalışanlar günlük gıdalarını üzerinde yaşadıkları araziden değil şehrin cicili bicili marketlerinden edinmekte ısrarcıydı…  

Niye ihtiyaçları kadar bostan ekmedikleri, tavuk, horoz, koyun keçi beslemekten neden kaçındıkları konusundaki ısrarlı sıkıştırmalarım rahatsız ediyordu onları. İnat ettim. Yeni dönemin moda deyimiyle işin fıtratı gereği insan sirkülasyonun yoğun olduğu işletmede personel değişimleri yaşandı. Sonunda kafama uygun birkaç mesai arkadaşı buldum. Şimdilerde kısmen de olsa çiftlik mahsulü ürünler tüketme olanağı yakaladık. Çeşitlendireceğiz. Ümitliyim. 

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, kapsamında gösterimi yapılacak olan Birlikte Büyüyoruz adlı filmi izlerken aklıma geldi bunlar.  “İçinden geçtiğimiz olağanüstü dönemde gezegenin değişim çağrısına kulak vermek üzere” planlanan festival 19-22 Kasım tarihlerinde İstanbul’da Pera Müzesi’nde izleyicilerle buluşacak.  

Festival sürdürülebilir tarım ve gıda sistemleri, tohum, onarıcı hayvancılık, su hakkı, iklim değişikliği ve göç, altın madenciliği ve atıklar, mega yangınlar, biyoçeşitlilik, doğa koruma ve yabani hayat, sosyal girişimcilik, sürdürülebilir ekonomi gibi çok geniş yelpazede temayı ve yaklaşımı barındırıyor. Gösterimi gerçekleştirilecek olan filmlerden biri de How We Grow/Birlikte Büyüyoruz adlı çalışma. Haley Thompson-Tomas Zuccareno imzalı 2017 yapımı film Amerika’nın Colarado eyaletindeki sıra dışı çiftçilik modelini merkeze alan 1 saatlik ders niteliğinde çalışma.

İklim değişikliği, tabiatın bir limiti olduğunu düşündürmüyor mu size de? Ya da hepimizin hayatını akıl almaz düzeyde değiştirmiş olan pandemi gerçeği….  Küresel çapta korkutucu senaryolar havada uçuşurken en yakınızdaki çiftçiye destek olmak bir kurtuluş fikri olabilir mi?  

Colarado’da yaygınlaşan “yerel gıda hareketi”ne odaklanan How We Grov filmi bu fikrin işleyebileceğine dair ümitleri yeşertiyor. Topluluk destekli tarım biçiminde tercüme edilebilecek olan sistem; gıda güvenliği meselesine odaklanmış. Yerel çiftçilerin desteklenmesi sonraki kuşaklardan ödünç alınan dünyanın gelecekte var kalabilmesini sağlayacak başlıca yöntemlerden biri olabilir. Rekabetçi endüstriyel kirli tarım uygulamalarının yıkıcı etkilerinden arıma yolu ya da… Yıkıcı etkiler demişken 2015-2018 arasında yıllık ortalama 400 bin civarında gerçekleşen ölüm sayılarının yüzde 20’sinin kanserden olduğunu da hatırlatalım. Yıllık yaklaşık 80 bin ölüm. Sadece 84 milyonluk Türkiye’den söz ediyoruz. Dünyanın geri kalanını varın hesap edin. Besinimiz zehrimiz oluyor yazık ki…

Amerikalıların kurtuluş formülü olarak öne çıkardığı sistem şöyle işliyor: Yiyeceklerin bedeli de sayılabilecek olan ödeme ekim sezonu öncesinde yakın bölgelerdeki çiftçiye önden yapılıyor. Bu, çiftçiyi finansman probleminden kurtarıyor, planlama yapabilmesini sağlıyor; nihayetinde ne üreteceği kime pazarlayacağı stresinden uzaklaştırıyor. Sistemin destekçileriyse daha kişisel bir kazanç peşinde görünüyor: Lezzetli ürünler tüketmek! Ülkenin bilinmeyen bir yerinde bilinmeyen bir zaman önce üretilmiş türlü depolarda nakil araçlarında ve son olarak market raflarında beklerken canlılıklarını yitirmiş ürünleri değil yakın mesafelerdeki bildiği gıdaya ulaşmak.

Sistemin çiftçilik mesleğinin sürdürülebilirliğine ciddi katkı sunuyor. 58 yaş ortalaması ile emekliliğe çok yakın duran Amerikan çiftçisinin bayrağı yeni nesil çiftçilere devretmesi genç kadınların ve adamların bir kariyer olarak çiftçiliği benimseyebilmeleri için teşvik edici topluluk sistemleriyle desteklenmeleri gerekiyor.

Son dönemlerde büyük kentlerde sıklıkla görmeye başladığımız “hobi bahçeciliği” uygulamalarına benzetilebilir belki ama değil. Bu modelde bahçe bostan stres atmak isteyen beyaz yakalının sınırlı vaktini geçirdiği, elektriğinden arındığı alanlar olmaktan çıkıp işe soyunan kişilerin hayatlarının tam merkezine oturmuş durumda. Kamudan veya arazi sahiplerinden kiraladıkları arazinin her bir santiminde alın teri dökmekte bu çiftçiler. Bunca parlak vaatleri olan ihtimale yatırım yapılır kuşkusuz…

“Ekolojik okuryazarlık” filmin altını kalın kalın çizdiği etkileyici bir kavram.  Doğanın döngülerini, nasıl işlediğini ve insanların bu sistemle daha uyumlu bir şekilde yaşayabilmek için neler yapabileceği, ekolojiye dair temel kavramların öğrenilmesi gezegene dair tüm canlılığı gözeten bir bakış açısının kazanılması… Ziyadesiyle ihmal edilmiş meseleler yani. 

Toprağa iyi davran, tabiat ananın modelini kullan diyor bu yeni çiftçiler. Ne demek bu? Bitkinin hafızasıyla oynama! Tohuma kıyma! Güzel ve parlak görünen meyve sebzeleri değil yamuk yumuk ama gübrenin, kimyasalın değmediği lezzetli ürünler tüket.

Altı çizilen bütün bu tavsiyeler kuşku yok ki ilk kez bu filmde duyduğumuz başlıklar değil. Filmde hikayelerini anlatan genç adamalar ve kadınlar çok titizlikle saklanan bir sırrı aşikar ediyor değiller. Ama ellerine küreği, çapayı almak üstlerinin başlarının kirlenmesine, kokmasına ya da aldırış etmeden sağlıklı bir üretim modelinin olabilirliğini anlatmaya çalışıyorlar. Bir devrimden söz ediyorlar. Bütün devrimlerin gıda etrafında örgütlendiğini söylüyorlar. Özgürlüğe giden yolun toprağın derinliklerinde olduğuna inanan bu insanlar hepimizi gıda üretim sistemlerinde aktif rol üstlenmeye davet ediyorlar.

Colorado’da 519 küçük işletmeye 50 milyon doların üzerinde kredi aktarımı yapıldığını dikkate alırsak modelin giderek daha fazla yaygınlaşacağını da düşünebiliriz.

Peki sistem dünyanın her yerine uyarlanabilir mi? Urfa’da işe hevesli ya da inanmış yeni nesil çiftçiler ihtiyaç duyacakları araziye ihtiyaç duyacakları finansmana ulaştılar diyelim. İstanbul’da örneğin hayata geçirilebilir mi bu yaklaşım? Yanıtın bir kısmını Kanal İstanbul tartışmaları sürecinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu vermişti. İstanbul’un köylerinde tarım ve hayvancılık yapılacağını bu yaklaşımın bir temel politika olarak öne çıkarılacağını söylemişti. Gerisi de insanlık koşar adım tükenişe giderken kenarda durmak istemeyip sorumluk almak isteyen kentlilere kalmış. Dünyamızın bu mucizeye ihtiyacı var çünkü…

 *Gazeteci