Dünyaya aşık zihin

İletişim Yayınları tarafından İsmail Ilgar’ın titiz çevirisiyle Türkçeye kazandırılan Zihnin Yaşamı, bu meşakkatli zanaatin hakkını fazlasıyla veren bir düşünür olan Hannah Arendt’in, okuyucuyu terminolojisi ve derinliğiyle hem zorlayan hem de olağanüstü keyifli bir zihinsel yolculuğa çıkaran bir eseri olarak insanı cezbediyor. Arendt bu derlemede, her zaman yaptığı gibi, kendi deyimiyle “zihinsel etkinliklerle ilgili takıntı”sının izlerini kaynağından pratik hayata, “praxis”e değin adım adım takip ediyor.

Abone ol

Ahmet Kerem Yılmaz

DUVAR - İngiliz düşünür Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi adlı eserinde Karl Marx için şu eleştiride bulunur: “Marx, kendisinin bir tanrı-tanımaz olduğunu itiraf etmiş, fakat sadece tanrıcılığın haklı bulduracağı kozmik bir iyimserliğe sarılmıştır.” Hegel felsefesini alaşağı etme hedefiyle yola çıkan bu büyük düşünürün ortaya çıkardığı determinist görüşle birlikte vardığı iyimserlik, tüm siyasi sistemlere ve düşünce akımlarına, ama özellikle de bizlere cazip gelen sistem ve düşünce akımlarına eleştirel yaklaşmanın, yani bu sistem ve akımları sağlıklı bir mesafeden, sorgulayıcı bir biçimde analiz etmenin çok meşakkatli bir zanaat olduğunu gösterir.

Geçtiğimiz ay İletişim Yayınları tarafından İsmail Ilgar’ın titiz çevirisiyle Türkçeye kazandırılan Zihnin Yaşamı, bu meşakkatli zanaatin hakkını fazlasıyla veren bir düşünür olan Hannah Arendt’in, okuyucuyu terminolojisi ve derinliğiyle hem zorlayan hem de olağanüstü keyifli bir zihinsel yolculuğa çıkaran bir eseri olarak insanı cezbediyor. Arendt bu derlemede, her zaman yaptığı gibi, kendi deyimiyle “zihinsel etkinliklerle ilgili takıntı”sının izlerini kaynağından pratik hayata, “praxis”e değin adım adım takip ediyor. Aslına bakılırsa bu takıntı hiç de yersiz değil ve bilinçsizliğin sıradanlaştığı dünyadan tüten bu dumanın duyarlı bir zihni tedirgin etmesi ve düşüncelere dalmaya itmesi son derece doğal. Bilinçsizlik tüm alışkanlıklarımızla, basmakalıp sözlerimizle, önyargılarımıza olan bağlılığımızla yeniden üretiliyor ve kötülüğü besleyip semirtiyor, koruma altına alıyor.

Kitap, zihnin acı ve zevk karışımı yolculuğunun izini üç ana bölümde sürüyor: düşünme, irade ve muhakeme... Arendt’e göre, bilim insanları ya da filozoflar da tıpkı tüm diğer canlılar gibi görünümler dünyasına mahkûmlar. Yani bilim de, felsefe de, üretim merkezleri tamamen zihinmiş gibi görünse –ve büyük ölçüde böyle olsa da- aslında görünümler dünyasına, yani gündelik yaşama zincirli olan uğraşlar. Ancak görünümün yüzeysel, bayağı ve değersiz olduğunu vazeden metafizik önyargılar, Platon felsefesinden beri düşünceye sinmiş yanılsamalar. Aslında “görülen” varlıklar olduğumuz için dış görünümümüzün “ne olduğumuz”un belirlenmesinde büyük bir rolü var.

ZİHNİN EŞSİZ MEZİYETLERİ

Zihnin Yaşamı, Hannah Arendt, çev İsmail Ilgar, İletişim Yayınları, 2018.

Kitabın üç ana bölümünü oluşturan unsurlar (düşünme, irade -ya da isteme-, muhakeme) aynı zamanda zihinsel etkinliğin üç sacayağını oluşturuyorlar. Arendt’e göre zihinsel etkinliğin bu sacayakları birbirlerine indirgenemezler. Peki bu zihinsel etkinlikler ya da yetiler ne işimize yarar? Sorduğumuz bu soru, felsefenin gündelik yaşamın akışına kendisini kolayca bırakıveren birçok insan tarafından “Hiçbir işe!” diyerek bir çırpıda yanıtlanabilir. Yalnızca zihnin yaşamının saklı hazlarını tadan filozoflar ya da felsefe (ve elbette felsefeyle daima dirsek teması halindeki edebiyat) meraklıları bu sorunun yanıtının bir çırpıda verilemeyeceğini bilebilirler.

Günümüzde eskiye nazaran çok daha büyük bir hıza ve telaşa ulaşan gündelik hayatın yapay ivedilikleri, çoğu kişiye durup düşünme fırsatı vermez. Yaşamın “her zaman olduğu gibi” akışının önünde hiçbir felsefi akım duramaz artık. Peki kendimizi bütün bu keşmekeşten, stresle dolu yaşamdan sıyırabilir miyiz? Arendt’e göre bu ancak “zihinsel olarak” gerçekleştirilebilir, böyle bir şey fiiliyatta mümkün olamaz. Ancak bu bizleri ümitsizliğe sevketmemeli, zira “duyulara namevcut olan” şeyleri yaratan zihnimiz, bize en zor koşullarda bile yol gösterecek olan düşünme, isteme (irade) ve muhakeme gibi paha biçilmez meziyetlere sahiptir.

Arendt’e göre düşünen insanın hızı gündelik hayatınkini sollar. Homeros’un “düşünce kadar tez” sözü de, Kant’ın ilk çalışmalarında “düşüncenin çevikliği”nden sıklıkla bahsetmesi de bunu gösterir. Düşünce hızlıdır, çünkü gayri maddidir; fakat yaşamın sevimsiz zorunlulukları, vücudun kaprisleri (“Beden daima ilgi görmek ister” der, Platon), gündelik angaryalarımız her an düşünen egomuzun karşısına dikilir. O halde, birçok büyük filozofun bedenini bir yük olarak algılaması yadırganamaz. “Geleceğe yönelen zihinsel organımız” ise irademizdir. Bu organın yıldızının, yıllar yıllar önce, henüz dünyanın büyüsü bozulmamışken, Attila İlhan’ın deyimiyle, “insanların, ağızlarından bir kere çıkan sözler uğruna asıldıkları zamanlarda parladığı”, ancak bugün söndüğü kesindir. İrade, ancak insanlığın kendi sonsuz ilerleme gücüne inandığı, özgürlük ateşinin dört bir yanı sardığı dönemlerde bir zihinsel yeti olarak serpilip gelişebilir. Yani irade geleceğin fethine çıkan bir güçtür.

Bu durumda, irade ve düşünme, iyi anlaşan bir zihinsel yeti ikilisi oluşturmaz. Ya olan ya da olmuş bir şeyi “süreğen bir şimdi”ye çeken düşünme ile dümenini kesinsizlikler bölgesi olan geleceğe kıran irade, aslında ortak hayatlarını sürtüşme içerisinde geçirirler. Muhakeme ise ne bir görünümler dünyası pusulası olan pratik akla ne de buyurgan iradeye benzer. Kant’a göre muhakeme, “katıksız düşünüşten alınan haz veya etkin olmayan mutluluktan” kaynaklanır. Zihnin maceraları işte tüm bu-zihinsel-güçlerin gerilimli ilişkilerinden doğar ve dünyayı büyülü kılar.

Zihnin Yaşamı, tüm bu açılardan çok yoğun bir “kafa emeği” barındıran bir eser. Neden okunması gerektiği ise çok açık: Çünkü var ettiğimiz dünya Leibniz’in inandığı gibi “olası dünyaların en mükemmeli” olmak zorunda değil. Başka bir dünya tahayyül etmek ve onu gerçek kılmak mümkün.