Dünyanın bir simülasyon olmadığını kanıtlayabilir miyiz?

Tıpkı Neo gibi, bir kapsülün içinde makinelere bağlı haldeyken bir simülasyon içinde yaşıyor olabiliriz. Bunun ya da tersinin gerçekliğini kanıtlamak neredeyse imkansızdır.

Abone ol

David J. Chalmers

Şu anda bir bilgisayar simülasyonunda olmadığınızı nereden biliyorsunuz? Bu fikir, çoğunlukla ‘simülasyon hipotezi’ diye bilinir. Simülasyon hipotezi kısaca şunu ifade eder: “Bir bilgisayar simülasyonunda yaşıyoruz.”

Bir simülasyonda yaşamak ne anlama geliyor? Bu kavram anladığım kadarıyla, her şey bu simülasyonla etkileşime girmekle alakalı. Bir simülasyondayken, duyusal girdileriniz simülasyondan alınır ve motor faaliyetleriniz simülasyona etki eder. Bu etkileşimler vasıtasıyla tamamen simülasyonun dünyasına dalmış olursunuz.

Matrix’in başlangıcında, Neo’nun biyolojik bedeni ve beyni, simüle edilmemiş bir dünyada, başka bir yerdeki bir simülasyona bağlı olan bir kapsüldedir. Bildiğimiz mekansal “içerisi” anlamında, Neo’nun beyni simülasyonun “içinde” değildir. Bununla birlikte, tüm duyusal girdileri simülasyondan gelir ve faaliyetleri oraya gider; bu yüzden maddi duyuları bağlamında bir simülasyonun içinde yaşamaktadır. Kırmızı hapı içmesinin ardından, duyuları simüle edilmemiş dünyaya yanıt verir ve bu sayede artık simülasyondaki yaşamından sıyrılır.

YALNIZCA DOĞRU SİMÜLASYONU KURUP İŞLEYİŞİNİ İZLEMEMİZ GEREK

Simülasyonda yaşayan bir insan için ‘sim’ [benzer/taklit] kelimesini kullanacağım. En az iki çeşit sim mevcut. İlk olarak, biyosimler [biyobenzerler/ing. biosim] var: Bunlar, simülasyonun (mekânsal anlamda) dışında ve ona bağlı olan biyolojik varlıklardır. Neo, bir ‘biyosimdir’. Bir bilgisayara bağlı çalışan bir kapsülde bulunan beyin de öyledir. Biyosimleri barındıran bir simülasyon, simüle edilmeyen öğeleri (biyosimleri) barındırmasından ötürü, saf olmayan bir simülasyondur.

İkinci olarak, saf simler mevcuttur. Bunlar tam anlamıyla simülasyonun içinde var olan simüle edilmiş varlıklardır. Daniel F. Galouye’nin 1964 tarihinde yayınlanan ‘Simulacron-3’ adlı romanında sözü geçen insanların büyük bir kısmı saf simlerden oluşuyordu. Onlar, simülasyonun bir parçası oldukları için simülasyondan dolaysız duyusal girdiler almaktadırlar. En önemli husus, beyinlerinin de simüle edilmiş olmasıdır. Yalnızca saf simleri içeren simülasyonlar saf simülasyonlar olabilir; yani bunlar, var olan her şeyin simüle edildiği simülasyonlardır.

Aynı anda hem biyosimleri hem de saf simleri içeren karışık simülasyonlar da söz konusu olabilir. Matrix’in içindeki baş karakterler, Neo ve Trinity’nin biyosimleridir; buna karşın, “makine” karakterleri olan Ajan Smith ve Kahin, saf simlerdir. 2021 tarihli ‘Free Guy’ filminde ana karakter olan ve Ryan Reynolds tarafından canlandırılan Guy, bir video oyununda oyuncu olmayan ve tam anlamıyla dijital bir karakterken, oyun içindeki ortağı olan ve Jodie Comer tarafından canlandırılan ‘Molotov Girl’, oyun dışında sıradan bir hayatı olan bir video oyunu oyuncusu ve tasarımcısıdır. Yani Guy saf bir sim, Molotov Girl ise bir biyosimdir.

Simülasyon hipotezi, ‘saf’, ‘saf olmayan’ ve ‘karışık’ simülasyonlar açısından eşit derecede geçerlidir. Simülasyon fikrinin bilim-kurgu ve felsefede alanındaki tekrarlanma sıklığı, kendi aralarında fazlasıyla eşit bir biçimde dağılır. Yakın gelecekte, insanları simülasyonlara hangi yolla bağlayacağımızı bildiğimiz için, saf olmayan simülasyonlar saf simülasyonlardan daha yaygın hale gelecektir; buna karşın, şimdilik insanları nasıl simüle edeceğimizi bilmiyoruz. Uzun vadede ise, saf simülasyonlar daha yaygın hale gelebilir. Saf olmayan simülasyonlar söz konusu olduğunda sonsuz sayıda beyin bulmak mümkün değildir ve her durumda onları simülasyona bağlamak epey güç olabilir. Bununla birlikte, uzun vadede saf simülasyonlar yaratmak kolaydır. Yalnızca doğru simülasyon programını çalıştırmamız ve işleyişini izlememiz gerekir.

BEDENLER BİYOLOJİK SİSTEMLER OLARAK SİMÜLE EDİLEBİLİR

İşte size başka bir ayrım daha. ‘Küresel simülasyon’ hipotezi, bir simülasyonun, evrenin tamamının ayrıntılı biçimde simüle edildiğini ileri sürer. Örnek olarak, evrenimizin küresel bir simülasyonu beni, sizi, gezegenimizde bulunan her insanı, Dünya gezegeninin kendisini, Güneş Sistemi’nin tamamını, Samanyolu Galaksisi’ni ve onun dışında var olan her şeyi simüle edecektir. ‘Yerel simülasyon’ hipotezi, simülasyonun evrenin sadece bir parçasını ayrıntılı biçimde simüle ettiğini dile getirir. Yalnızca beni ya da New York’u ya da yalnızca Dünya’yı ve üzerindeki herkesi, yahut yalnızca Samanyolu Galaksisi’ni simüle edebilir.

Kısa vadede, yerel simülasyonların yaratılması daha kolay olabilir; çünkü çok daha az hesaplama gücüne ihtiyaç duyarlar. Diğer yandan, yerel bir simülasyon, dünyanın geri kalan kısmıyla etkileşime girebilir ve bu durum bazı sorunlara neden olabilir. 1999 yapımı ‘The Thirteen Floor’ [Onüçüncü Kat] adlı filmde, simülatörler yalnızca Güney Kaliforniya’yı simüle etmekteydi. Filmin başkarakteri Nevada’ya gitmeye çalıştığında, “Yol kapalı” yazan işaretlerle karşılaşmaktaydı. Yoluna devam ettikçe dağlar ince yeşil çizgilere dönüştü. Bu, ikna edici bir simülasyon tasarlamak için iyi bir yol değildir. Eğer yerel bir simülasyon tam anlamıyla yerelse, dünyanın geri kalanıyla etkileşimi düzgün bir biçimde simüle edemez.

Yerel simülasyonların iyi çalışabilmesi için esnek olmaları gerekir. Simülatörlerin beni taklit edebilmesi için çevremin büyük kısmını taklit etmesi gerekir. Başka yerlerde yaşayan insanlarla konuşuyorum, televizyonda dünya çapında yaşanan olayları izliyorum ve sık sık yolculuk yapıyorum. Tanıştığım insanlar zaman geçtikçe, tanıdığım diğer birçok insanla etkileşime giriyor. İşte bu sebeple yerel çevremin başarılı bir simülasyonu, dünyanın geri kalanının fazlasıyla ayrıntılı bir simülasyonunu gerektirir. Simülasyon işlemekteyken simülatörlerin daha fazla ayrıntı yaratması gerekebilir. Mesela, bir uzay aracı onu fotoğraflayıp Dünya’ya gönderdikten sonra, Ay’ın bizden uzakta kalan tarafının bir simülasyonu elden geçirilmeye ihtiyaç duyacaktır. Bazı doğal duraklama noktaları olabilir: Peki simülatörler Dünya’yı ve gerektiği üzere Güneş Sistemi’ni, ötesindeki evrenin ilkel bir simülasyonuyla birlikte ayrıntılı biçimde gösterebilir mi?

SİMÜLATÖRLER BİZE KİŞİSEL GEÇMİŞİMİZDEN BÖLÜMLER GÖSTEREBİLİR

Felsefeciler ayrımları severler. Ortaya koyabileceğimiz daha pek çok ayrım söz konusu. Geçici ve kalıcı simülasyonlar arasında (‘insanlar simülasyona kısa bir süreliğine mi giriyor yoksa hayatlarının tamamını mı orada geçiriyorlar’ gibi) bir ayrım yapabiliriz; (‘fiziğin tüm yasalarına sadık kalarak mı simüle ediyoruz, yoksa farklı yaklaşımlara ve istisnalara mı izin veriyoruz’ gibi) kusursuz ve kusurlu simülasyonlar; (önceden programlanmış tek bir olay akışı mı söz konusu, yoksa başlangıç koşullarına ve simlerin seçtiğine bağlı olarak çeşitli şeyler mi gerçekleşiyor’ gibi) önceden programlanmış ve açık uçlu simülasyonlar da yaratabiliriz. Muhtemelen başka ayrımlar da düşünebilirsiniz ama hâlihazırda tartışmayı sürdürmeye yetecek kadar malzememiz var.

Bir simülasyonda olmadığınızı kanıtlayabilir misiniz? Olmadığınıza dair kesin kanıtlara sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Buna karşın, ben bunun mümkün olmadığını düşünüyorum; zira bu türden bir kanıt da simüle [taklit] edilebilir.

Belki, etrafınızda görkemli biçimde yayılan ormanın, yaşadığınız dünyanın bir simülasyon olmadığını ispatladığını düşünüyorsunuz. Ne var ki, prensipte, orman her bir ayrıntısına varıncaya kadar simüle edilebilir ve ormandan gözlerinize ulaşan her bir ışık parçası da taklit edilebilir. Beyniniz buna simüle edilmemiş, olağan dünyada olduğu haliyle tepki verir; eğer durum böyleyse, simüle edilmiş bir orman size tam anlamıyla sıradan bir orman gibi görünür. Şu halde, simüle edilmiş bir orman görmediğinizi gerçekten de kanıtlayabilir misiniz?

Ya da sevgili kedinizin hiçbir şekilde simüle edilemeyeceğini düşünüyorsunuzdur. Buna karşın, kediler biyolojik sistemlerdir ve biyolojik mekanizmaların taklit edilebilmesi de muhtemel görünüyor. Yeterince iyi bir teknoloji aracılığıyla, kedinizin simülasyonu, aslından ayırt edilemez hale gelebilir. Kedinizin bir simülasyon olmadığından gerçekten de emin misiniz?

Veya etrafınızdaki insanların yaratıcı ya da sevecen davranışlarının hiçbir şekilde simüle edilemeyeceğini düşünüyorsunuz. Fakat kediler için geçerli olan bir şey insanlar için de geçerlidir. İnsan biyolojisi gayet güzel taklit edilebilir. İnsan davranışını insan beyni yaratır ve beyin karmaşık bir makine gibi görünür. Beynin bütüncül bir simülasyonunun tüm bu davranışları ayrıntılı biçimde yeniden üretemediğinden gerçekten de emin misiniz?

Belki de kendi bedeninizin hiçbir zaman simüle edilemeyeceğini düşünüyorsunuz. Açlık ve acı hissediyorsunuz, hareket ediyorsunuz, ellerinizle bir şeylere dokunuyorsunuz, yiyip içiyorsunuz, içgüdüsel olarak gerçek gibi görünen bir şekilde kendi ağırlığınızın farkındasınız. Yine de, biyolojik sistemler olan bedeniniz simüle edilebilir. Eğer bedeniniz beyninize tam olarak aynı sinyalleri gönderecek kadar iyi simüle edilmişse, beyniniz farkı hissedemeyecektir.

Ya da bilincininiz asla taklit edilemeyeceğini düşünüyorsunuz. Neticede birinci tekil şahsın bakış açısıyla dünyaya dair kişisel bir deneyim sahibisiniz: Renkleri, acıları, fikirleri, anıları deneyimliyorsunuz. Var olmanızın mühim bir şey olduğunu düşünüyorsunuz. ‘Basit bir beyin simülasyonu bu bilinci yaşamaz,’ diyorsunuz.

PEKİ YA BİLİNÇ?

Bilinç konusu ve bir simülasyonun buna sahip olup olamayacağı meselesi, diğerlerinden daha zorlu bir sorundur. Şu an için, saf olmayan simülasyonlar, yani, simülasyona bağlı bir biyosim olduğunuz Matrix benzeri simülasyonlar üzerinde yoğunlaşarak, bilinç meselesini bir kenara bırakabiliriz. Biyosimlerin kendileri simüle edilmez. Büyük ihtimalle bizim gibi bilinçli olacakları öngörülen sıradan biyolojik beyinlere sahiptirler. İster sıradan bir insan isterse beyni aynı durumda olan bir biyosim olun, olan bitenler size aynı şekilde görünecek ve hissettirecektir. Şayet durum böyleyse, bir simülasyonda yaşamadığımızı hiçbir zaman kanıtlayamayız.

Peki ya bunun tam tersini, yani bir simülasyonda olduğumuzu ispatlayabilir miyiz? Matrix’te, Neo, kırmızı hapı içip farklı bir gerçeklikte uyandığı zaman bir simülasyonun içinde yaşadığını anladı. Bu kadar emin olmaması gerekirdi. 

Yine de, kesinlikle bir simülasyonda yaşadığımıza ilişkin çok güçlü kanıtlara ulaşabiliriz. Simülatörler, Sydney Liman Köprüsü’nü havaya kaldırıp baş aşağı çevirebilirler. Simülasyonun kaynak kodunu bize gösterebilirler. Geçmişimizden kalan kişisel zaman dilimlerini ve onları yaratan simülasyon teknolojisini bize gösterebilirler. Bir sonraki gerçeklikte, ona eşlik eden düşüncelerimin ve hislerimin bir okumasıyla birlikte, beynime bazı tellerin bağlanmış olduğunu gözler önüne seren bir filmi bana gösterebilirler. Simülasyonun denetimini bana verebilirler, bu sayede yalnızca birkaç düğmeye basarak çevremdeki dağları hareket ettirebilirim.

Yalnızca bu kanıt bile, bir simülasyonda yaşadığımıza ilişkin kesin bir kanıtın gerisinde kalır. Belki de içinde olduğumuz dünya, bütün güçlü büyücülerin sahip oldukları güçleri bizi bir simülasyonun içinde yaşadığımıza ikna etmek amacıyla kullandıkları Harry Potter’ın dünyası gibi, simüle edilmemiş sihirli bir dünyadır. Belki de hayatımın büyük kısmı simüle edilmedi ama simülatörler beni kandırmak için geçici olarak simüle edilmiş bir kopyaya soktular. Ya da verilen ilaçlar nedeniyle bir halüsinasyon görüyorumdur. Ne olursa olsun, şayet elimde böyle bir kanıt olsaydı, muhtemelen bir simülasyonun içinde yaşadığıma ikna olurdum.

-David J. Chalmers, Felsefe ve Sinir Bilimleri Profesörü ve New York Üniversitesi’ne bağlı Zihin, Beyin ve Bilinç Merkezi’nin yöneticisidir.

Yazının orijinali Nautilus sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)