Dünbatımı Defterleri: Bir ölüm çığlığı

İbrahim Yıldırım’ın romanı 'Dünbatımı Defterleri', Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlandı. Önce kurmaca, akabinde gerçek Yıldırım, bu çok katmanlı romanı akışkan bir şekilde kotarmayı başarıyor.

Abone ol

İbrahim Yıldırım’ın, 1987’de yayımlanan 'Bir Cinayetin Ekonomisi' adlı ilk (öykü) kitabından günümüze gelene değin toplamda onun üzerinde kitaba imza attığını görüyoruz.

2015 yılında yayımlanan 'Dokuzuncu Haşmet' adlı romanıyla 45. Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görülen Yıldırım’ın geçtiğimiz günlerde yeni bir romanı yayınlandı. 'Dünbatımı Defterleri - Edebî, İçtimaî, Cinaî, Tıbbî Bir Kolaj' adını taşıyan roman Kırmızı Kedi etiketiyle raflardaki yerini aldı.

ÇOK KATMANLI BİR YAPI

“Verdiğim araları çıkartırsak neredeyse elli saat kalem oynatıp anlamlı, işe yarar bir şeyler yazmaya çalışmaktan bitap düşmüş olmalıyım. Yine de sürdürmeli, bu ek metni parmaklarım sessiz çığlıklar atıyor olsa da tamamlamalıyım...”

Çok katmanlı bir yapı üzerine inşa edilen 'Dünbatımı Defterleri', kurmacayla gerçeğin iç içe geçtiği, hikâyenin de kendi içinde katmanlara ayrıldığı bir kitap. Bunu daha ilk elden yazarın kendisini de kurmacaya dahil etmesinden anlıyoruz. Yıldırım, “Bu kitap, kıyıda köşede kalmış bir yazarın iki gün içinde aldığı notları içeren defterlerin ve avukatına bıraktığı diğer yazılı malzemenin elden ve gözden geçirilmesiyle hazırlandı” şeklinde bir notla başlıyor kitaba. Kendisine iletilen dört defteri, yaklaşık beş yıllık bir emeğin ardından, titiz bir çalışmayla yayına hazırladığından, bu süreçteki hassasiyetlerinden ve defterlerin kabaca ne olduğundan bahsediyor.

Yıldırım'ın girizgâhından sonra, esas yazarın, yani defterlerin sahibinin girizgâhıyla karşılaşıyoruz. İlerleyen sayfalarda isminin Aşir Emin Başören olduğunu öğreneceğimiz yazar bu kısımda defterlerin yazılma sürecini, onu yazmaya iten nedenleri ve hayatının sonuna yaklaştığı dakikalarda hissettiği şeyleri anlatıyor.

Aşir Emin’in altmış bir yıllık hayatı, bu kısacık anda ete kemiğe bürünürken, onunla birlikte can bulan ölü dostlarla da yine bu kısımda tanışıyoruz. Böylece kurmacanın gerçeğine bir adım daha atıyoruz.

Dünbatımı Defterleri - Edebî, İçtimaî, Cinaî, Tıbbî Bir Kolaj, İbrahim Yıldırım, 464 syf., Kırmızı Kedi Yayınları, 2021.

YALNIZLIK ÖMÜR BOYU

“İnsan ise öldüğünde değil, onu hatırlayan kimse kalmadığında bütün yaşadıklarıyla birlikte tamamen yok oluyor, adına soyadına yalnızca resmi defterlerde, mezar taşlarında rastlanıyor. Bazı mezarlar ise gerçekten boş, isim ve soyadı yazılı bir taştan ibaret oluyor...”

Aşir Emin’in hayatını değiştiren olay 24 Nisan 1968’de, bir Anadolu kazasında, ailesinin geçirdiği trafik kazasıyla değişiyor. Yapayalnız kalan Emin, ileride çok zengin ve popüler bir kalp cerrahı olacak Muvaffak ile annesinden yadigâr aktarlığıyla bilinen Artemis’in hamiliğinde büyüyor. Edebiyata olan ilgisi her fırsatta desteklenen Emin, üniversitede okuduğu edebiyat bölümünü yarıda bıraksa bile bu yüzden yazmaya devam ediyor. Ne var ki Muvaffak’ın yardımıyla basılan ilk kitabı büyük bir hayal kırıklığına sebep olunca, itibar kaybından çekinen yayınevi kitabı kısa bir sürede toplatıp imha ediyor. Emin’in edebiyatla, dahası insanla, dünyayla kurduğu en büyük bağlardan biri de böylece kopup gidiyor.

Biz de bu sayede defterlerin Emin için ne denli önemli olduğunu anlıyoruz. Peki tam olarak ne bu defterler? Anı mı, deneme mi, roman mı, ne? Kurmacayla gerçeğin içe içe girmesi gibi, defterler de türleri içe içe sokmaya başlıyor bu noktada. Ancak neresinden bakarsak bakalım, bu “itirafname” sadece Emin’in hayatından ibaret kalmıyor, acılar ve hayal kırıklıkları paylaşılmadan artıyor.

UYUMSUZ İNSANIN ÇARESİZLİĞİ

“Bence ölüm de kitabı taklit eder...

Hatta yazar, kendi kitabını ya da yazdıklarını taklit ederek bir başkasının olduğu kadar kendinin katili de olabilir. Bu ölüm türünün edebiyat dünyasında çok örneği vardır. Ama benim durumum, karısını boğarak öldüren, sonra da oturup kitap yazıp kendini haklı çıkarmaya çalışan bir başka Fransız düşünürün durumuna biraz olsun benzemektedir.”

Emin, müthiş bir hayal kırıklığına sebep olan ilk öykü kitabında olduğu gibi, bu dört defterde de sona varmadan, ipi göğüslemeden önce ölümle, geçmişiyle bir hesaplaşma içerisine giriyor. Bu tam olarak bilinçli bir tutum da değil aslında; biraz bilinç akışıyla ilerleyen, yer yer hezeyanların arşa çıktığı, biraz öfkeli, biraz nötr duygularla bezeli ve neresinden tutarsak tutalım hep dönüp bize ölümü işaret ediyor.

Zaten onun hayatında her şey ölümle başlıyor. Emin, ailesinin ölümünden sonra yeniden doğuyor, uğraşıp bir şeyler yazıyor, yayınlatıyor ancak bu kez de simgesel ölümle karşılaşıyor, edebiyat çevresinden aforoz ediliyor. Hayatta en güvendiği iki insan da kısa aralıkla ölünce kendisi de bu yola ister istemez giriyor. Diğer bir değişle ölüm, Emin için bildik bir yol, oradan çok defa geçmiş, bütün sevdikleri de orada. Dolayısıyla ölüm istenci satır aralarında büyük bir sarsıntıyı değil, bilakis huzurlu bir atmosferi de çağrıştırıyor çünkü Emin asıl uyumsuzluğu dünyada, hayatta yaşıyor.

Önce kurmaca Yıldırım, akabinde gerçek Yıldırım bu çok katmanlı, keskin duyguların hâkim olduğu romanı oldukça akışkan bir şekilde, geleneksel kalıpların dışında kalmaya çabalayarak kotarmayı başarıyor. Yerli – yabancı pek çok yazarı, müzisyeni ağırlayarak ilerlerken başta edebiyat dünyası olmak üzere pek çok kutsala sataşmaya da özen gösteriyor.