Dostum Aşık Kul Ahmet

Aşık Kul Ahmet, modern dünyada aşıklık geleneğini tam anlamıyla sürdürmüş bir aşıktır. Rüyasında gördüğü sevgilisi Şah Zeynep’i bulabilmek için pek çok yeri gezip dolaşmıştır. Bir yerde, bir gezgin aşık olarak amacı sorulduğunda, şu yanıtı verecektir: “Ben önce dünya milletlerinin birlik ve barış içinde yaşamalarını isterim. Başka insanların dinine, diline, mezhebine, ırkına, rengine, inanç ve düşüncelerine, örf ve adetlerine saygı duyarım.”

Abone ol

Sanırım 1978 yılıydı. Henüz üniversite öğrencisi olmama karşın o yıllarda yayınlanan bir edebiyat dergisi olan Petek dergisinin çalışmalarına katılıyor, yayınlanacak şiirlerin belirlenmesine de katkıda bulunuyordum. Dergi, kitaplar da yayınlayan Bil-Tek Yayınevi'nin bir yayın organıydı. Bir gün yayınevinin Ankara’da, Samanpazarı’ndaki ofisindeydim. İçeriye uzun boylu bir adam girdi. İri yarı, saçları dökülmüş başıyla ve yüzündeki masum ifadeyle babama benziyordu. Şiirler yazdığını ve bunları kitap olarak bastırmak istediğini söyledi. Adını sorduğumda, “Aşık Kul Ahmet” dedi.

Yayınevinin sahibi Şevket Kanbir ile kitabın basılması konusunda anlaştılar ve şiirlerin seçilmesi işi bana verildi. Aşık Kul Ahmet, bu durumu çok genç olduğum için biraz yadırgadıysa da ertesi gün bir kucak kâğıtla ofise geldi. Ben onun adını duymuştum ama hiç karşılaşmamıştım. Hem zaten ilgi alanımız da çok farklıydı. O halk ozanıydı, ben yazılı kültür olan modern şiir yazmaya çalışıyordum. Kul Ahmet birkaç klasörlük şiirlerini masaya bıraktı. Yüzlerce sayfa vardı. O zamanlar henüz bilgisayar olmadığından, daktilo ile yazılmış yüzlerce şiirden, yayınlanmak üzere yüz kadarını seçecektim. Bunlar ölçülü ve uyaklı yazılmış, aslında bağlama ile söylenmek üzere yazılmış metinlerdi. Bir tür şarkı sözleriydi. İşte, Kul Ahmet’le bir masanın başına oturduk ve seçmeye başladık. Ben yayınlanmaya uygun bulduğum sayfalara artı işareti koyuyordum, uygun bulmadığım sayfalara eksi işareti koyuyordum. Bunu yaparken çok iyi tanıdığım şarkı ve türkü sözlerine rastlayınca, çok şaşırmış, Kul Ahmet’e alttan alta bir saygı ve sevgi geliştirmeye başlamıştım. Örneğin, o yıllarda Hümeyra’nın söylediği şu nefis şarkıyı her gün radyoda duyardık:

DEDİ Kİ YOH YOH

Dedim kaşın Zülfikar mı (Dedi ki yay)

Dedim cemalin güzel (Dedi ki ay)

Dedim seni seviyorum (Dedi ki vay)

Dedim bende göznlün var mı (Dedi ki yoh yoh)

(…)

Aşık Kul Ahmet

Hiç unutmam, her eksi işaretinde Aşık Kul Ahmet’in yüzü kızarıyor, panik yapıyor, bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama işi batırmaktan korktuğu için sesini çıkaramıyordu. Sonunda, bir şiirine eksi koyduğumda itiraz etti. Ben de bu şiirinin bu şekliyle yayınlanmasının kendisine zarar vereceği anlamına gelen şeyler söyleyerek kendimi savundum. Yanlış hatırlamıyorsam, bir dörtlükte “tanrı” anlamına gelen, “hak”, “rab” gibi üç sözcüğü de kullanmıştı. Benim şiir anlayışıma göre bu durum, sözcük ekonomisi açısından aşırı bir acemilik sayılırdı. Ama Kul Ahmet o şiirin kitaba girmesinde diretiyordu. “Birisi bir şey derse, ‘dalgınlığımıza gelmiş’ deriz” diyordu. Ona şöyle dedim: “ Karacaoğlan’ın şiirlerinde hiç böyle bir yanlış gördün mü?” O da, hiç unutmam, şöyle cevap vermişti: “Ne yani, Karacaoğlan şiir yazarken hiç dalıp gitmemiş mi?”

Saz şiiri geleneğini sürdürmüş âşıklardan biri olan Âşık Kul Ahmet, kendi ifadesiyle Âşık Veysel, Âşık Osman Dağlı ve Âşık Mahzunî Şerif ile arkadaşlık etti. Şiirlerinde Karacaoğlan’ın, Âşık Kerem’in, Pir Sultan Abdal’ın, Şah Hatayi’nin, Fuzuli’nin ve Aşık Veysel’in etkileri görülür. Kul Ahmet, gençlik yıllarında genellikle aşk, ayrılık, gurbet izleklerini işledi. Özellikle 1960 yılından sonra toplumcu söyleyişe yöneldi. Toplumsal sistemi eleştiren, daha güzel bir dünya öneren türküler yazdı ve söyledi. Bazı şiirleri yüzünden tutuklandı.

Asıl adı Ahmet Kartalkanat olan Kul Ahmet’in babası ve dedesi de aşıkmış. Kahramanmaraş’ın Bozlar köyünde 1932’de doğan Kul Ahmet, İlkokuldan sonra eğitim görmemiş ve çok yoksul bir hayat yaşamış. Ölümünden sonra, Pazarcık ilçesine heykelini dikmişler.

“Aşk nefretle başlar” kuralı bir kez daha işlemiş ve Aşık Kul Ahmet’in kitabı yayınlandığında, biz çok iyi dost olmuştuk. Anlattığına göre, 1966’da Anadolu turnesine çıkarlar. O günlerin ünlü halk ozanlarından Osman Dağlı, Âşık Mahzuni Şerif, Sultan Can, Mahmut Erdal ile birlikte Samsun’a giderler, konser vermek için. Bir ara Samsun’daki, Atatürk’ün ayak bastığı yerde, heykelin altında otururken düşüncelere dalar. “Atatürk ülkeye hükmetmiş, bunları yapmış, ben dünyaya hükmetseydim neler yapardım?” diyerek kalemi eline alır ve orada, daha sonra bir yıl üç ay cezaevinde yatmasına neden olacak olan şu şiiri yazar:

BİR ŞAH OLSAM

Bir şah olsam hükmeylesem cihana

Başta haksızlığı yıkar giderdim

Okullar yapardım bütün insana

Cehaleti kökten yakar giderdim

Fabrikalar kurar idim her yerde

İkiliği komaz idim bu serde

Ayrı gözle bakamazdım bir ferde

Cihana bir gözle bakar giderdim

Bir insan severdim biri de Allah

Ondan başkasına tapmazdım billah

Ne Kudüs kalırdı ne de beytullah

Oraya bir bostan eker giderdim

(…)

Demek o yıllardaki iktidar güçlerinin bu kadar naif, bu kadar doğal niyetlerin açıklanmasına bile tahammülü yokmuş. Çünkü Aşık Kul Ahmet şah olmuş değil, böyle bir şansı da hiçbir zaman olmayacak, sadece bir rüyasından söz ediyor. Bu rüya onları nasıl korkutmuşsa, cezalandırmışlar. Aşık Kul Ahmet, modern dünyada aşıklık geleneğini tam anlamıyla sürdürmüş bir aşıktır. Rüyasında gördüğü sevgilisi Şah Zeynep’i bulabilmek için pek çok yeri gezip dolaşmıştır. Bu seyahatlerde kendisi gibi gezginci âşıklarla tanışmış, onlarla birlikte dolaşmıştır. Avrupa ülkelerinde de gezmiş,yurt içinde ve yurt dışında birçok konser vermiş, kasetler çıkartmıştır. Bir yerde, bir gezgin aşık olarak amacı sorulduğunda, şu yanıtı verecektir: “Ben önce dünya milletlerinin birlik ve barış içinde yaşamalarını isterim. Başka insanların dinine, diline, mezhebine, ırkına, rengine, inanç ve düşüncelerine, örf ve adetlerine saygı duyarım.”

Kul Ahmet’in yazdığı türkü sözlerinden biri de yine çok bilinen ve sevilen bir türküdür:

.

SEHER YELİ

Seher yeli nazlı yare

Bildir beni bildir beni

Düşmüşüm elden ayaktan

Kaldır beni kaldır beni.

(…)

Petek dergisi bir binanın ikinci ya da üçüncü katında, koridorun bir ucundaydı. Koridorun diğer ucunda da “Halk Ozanları Derneği”nin ofisi vardı. Duvarda çakılı olan tabelada böyle yazdığı için biliyordum, yoksa oraya hiç gitmemiştim. Bir gün Aşık Kul Ahmet yine derginin ofisine geldi ve beni derneğe götürmek, oradakilerle tanıştırmak istediğini söyledi. Gittik. İçeride birkaç adam oturuyordu. Beni onlara “ozan” diyerek tanıştırdı. Adamlardan biri hemen kalktı ve duvarda asılı olan bağlamalardan birini indirip, kucağıma bırakarak, “dinleyelim” dedi. Oysa benim bu işlerle pek ilgim yoktu. Kısa bir süre düşündüm ve “ben ozan değilim, şairim” dedim. Bunun üzerine bağlamayı aldılar elimden. O günden beri “ozan” ile “şair” in çok farklı şeyler olduğunu anladım ve bu farkı asla unutmadım.

Aşık Kul Ahmet bir çocuk kadar saf, dünya karşısında Borges kadar şaşkın, bir Tibet rahibi kadar iyi bir insandı. Aramızda yirmi dört yaş fark olmasına karşın, o benim sıkı dostumdu. Bir gün, uzun bir bayram tatili günü, Ankara’da herkes tatile çıkmış, kent adeta boşalmıştı. Bir apartmanın bodrum dairesinde kalıyordum. Arayabileceğim, gidebileceğim kimse yoktu. Evde sıkıldım ve dışarı çıktım. Bakanlıklar’da, tenha kaldırımda hüzünlü yürüyordum. Oradaki bir otobüs durağında, beklemeye başladım. İlk gelen otobüse, nereye gidiyor olursa olsun, binip gidecektim. Yanımda da başında şapkası olan bir adam duruyordu. Adam bana yüzünü dönünce, aynı anda çığlık atmıştık, “Kul Ahmet!”, “ Salih!” Sarıldık. O da benim gibi duygularla kendini sokağa atmış. Bir dostu evlerine, yemeğe davet etmiş. Onlara gidecekmiş. Benim de gelmemi istedi. Ben davetsiz misafir olmak istemediğimi söyledim. Ama Kul Ahmet’in ısrarı ikna ediciydi, dayanamadım ve onunla birlikte gittim. Ankara’nın o yıllardaki bir gecekondu mahallesi olan Dikmen’de bir eve geldik. Kapı açıldığında, onun da adı Salih olan bir arkadaşımla karşılaşmayayım mı! Herkes çok şaşırdı, ben rahatladım, çok keyifli bir gün geçirdik. Aşık Kul Ahmet, Salih’lerden yana çok şanslı olduğunu söylemişti. Ben de onu tanıdığım için çok şanslıydım. Onu özlemle selamlıyorum.