Doğan Ülkenciler: Mücellitleri koruyun!

Doğan Ülkenciler ile mücellitlik mesleğini konuştuk. Ülkenciler, "Bu meslek korunmuyor" dedi.

Abone ol

Kadıköy’ün en eski mücellitlerinden Doğan Ülkenciler ile konuştuk. Mesleğinin geçmişini, nasıl başladığını ve müşteri profilini konuştuğumuz Ülkenciler, röportajı sitemkâr sözlerle sonlandırdı: “Bu tür mesleklerin koruması yok. Ben şu an marketle aynı vergiyi veriyorum: Yüzde 18… Avrupa’da öyle değil… Ben şahit oldum. Ama burada, bu meslek korunmuyor.”

Mücellit ne demek?

Farsçada bizim yaptığımız işe verilen ad. Yani kitaba cilt yapan insan demek… Aynı zamanda da mesleğin adı oluyor “mücellit”.

Ne zaman başladınız mesleğe?

Profesyonel olarak 88’ yılında başladım. Ondan önce de amatör olarak yapıyordum ama 88’ yılından beri geçimimi bu işten sağlıyorum. O tarihten önce işten atılınca filan, dedim ki “madem bu işi beceriyoruz, bir deneyelim bakalım.”

Önceki mesleğiniz neydi?

Öğretmendim ben. Mesela o tarihlerde, 12 Eylül sonrası işte, çalıştığım okulda bir resim öğretmeni vardı, o çok ilgileniyordu bu işle. O zaman da dikkatimi çekmişti yani… Dersi vardı bu işin okullarda eskiden. Ben de okulda öğrendim mesela bu işi. Hatta ders kitabı vardı, bu işi anlatırdı sadece. O kitap var hatta ben de. Ortaokulda “El işi” diye bir ders vardı. Orada öğretirlerdi bize kitap ciltlemeyi. Orta ikinci sınıfta filandı sanırım. Orta birde daha basit şeyler yaptırırlardı. Böyle böyle giderdi ortaokul boyunca. İşte ben o zamandan beri yapıyorum aslında bu işi.

'ORTA YAŞIN ÜZERİ GELİYOR GENELDE'

Gelen müşteri profili nedir?

Belli bir yaşın üstünde olanlar geliyor. 40’ın üzeri özellikle… Hemen söylerler mesela “ortaokuldayken biz de yaptık bundan filan” diye. Çok yaygındı bu işler eskiden. Özellikle okullarda başlardı bu işler… Halı örme, harita yapma…

Elinizdeki en eski kitap nedir?

Şimdi büyük çoğunluğu el yazması olduğu için tam olarak tarihini bilemiyoruz. Ama 18. yüzyıldan olduğunu bildiğim çok kitap geldi geçti elimden. 19. yüzyıldan daha çok kitap geldi.

Bahsettiğiniz tarihler matbaanın Osmanlı’da yaygınlaştığı tarihler…

Tabii, tabii. O tarihlerde kitaplar seri halinde basıldıkları için birçok kopyası var elimize ulaşan.

Şu an hangi kitabı ciltliyorsunuz?

Şu an 1860’larda basılan bir İncil’i ciltliyorum. Grek alfabesiyle basılmış.

'SEVMENİZ ŞART'

Bu biraz da tutku işi değil mi?

Tabi, sevmeyenin yapabileceği bir iş değil bu. Sevmeniz şart! Alışacak, onunla bütünleşeceksiniz. Mesela bak, biz bu hafta 45- 50 tane cilt yaptık. Bunların hepsinin kapağı birbirinden farklı… Bunu yapabilmen için ölçülendirmen lazım, kitabı tanıman lazım… Her şeyden önemlisi, kitabı sevmen lazım…

Bu işin meslek hastalığı da bu sanırım… Maalesef… Sürekli olarak kitap tozu yuttuğumuz için ciğerlerimiz zarar görüyor. Çünkü gelen kitapların, dergilerin hepsi eski… Mesela mizah dergileri geliyor 40’larda, 50’lerde basılmış.

Fotoğraf albümü filan geliyor mu hiç?

Fotoğraf albümü pek gelmiyor. Çok nadir yani… Gelince yapıyoruz ama dediğim gibi nadir… Plak geliyor çok fazla. Ondan çok yapıyoruz. Onu da sıfırdan yapmıyoruz genelde. Tamir ediyoruz daha çok. Kullandınız mı hiç?

Yok, kullanmadım.

Tabi, eskiden müzik dinleyeceğiniz başka bir şey yoktu. O yüzden bu plaklar çok kıymetli… Onları özellikle toplayanlar var mesela. Bize geliyorlar, biz kaplıyoruz onları çünkü çizilince çalışmıyor bunlar.

Kitap için sadece o amaçla yapılmıyor ama değil mi?

Yok, kitap başka bir şey… Tamam, yine de içindeki sayfaları, yazıları korumak filan var ama ağırlıklı olarak zevk meselesi. Şu anda mesela sizin kuşak kitaplara, kâğıt mendil gibi davranıyor. Zaten çok insan kitap okumuyor, okuyan da işi bitince bir kenara atıyor. Eskiler öyle değil. O kitabı geleceğe de aktarma fikri var bizim kuşakta. Sizin kuşak öyle değil ama. Yeni Türkiye’nin yeni insanlarıyla yeni tanışıyoruz biz de.

Sizin sürekli olarak çalıştığınız kütüphane var mı? Hani olur ya, zamanı gelen kitapların ciltleme işini yaptığınız…

Yok… Zaten ortada kütüphane de yok artık. Eskiden o halk kütüphanelerinin, devlet kütüphanelerinin filan kendi bünyesinde özel mücellidi olurdu. Devlet, bir yerde kütüphane açacağı zaten, o bölgedeki mücellide gider, kitaplar ciltlenir, öyle giderdi raflara. İl kütüphanelerinin, ilçe kütüphanelerinin hepsinde kitaplar ciltliydi. Şimdi kütüphane de yok, mücellit de.

Peki, hiç usta- çırak ilişkiniz oldu mu? Yetiştirdiğiniz biri oldu mu?

Çırağım olmadı hiç. Ama eskiden Cağaloğlu’nda bir usta vardı, bilemediğim bir şey olduğunda onun yanına gider sorardım. Mesleğin bazı püf noktalarını üşenmeden anlatmıştı bana. Hiç unutmam onu… Ondan öğrendiğim çok şey var. Çok eski zamanlar tabii. Şimdiye ölmüştür o usta.

Bir kitabın cildine baktığınız zaman hangi döneme ait olduğunu anlar mısınız?

Yok, bizlik iş değil o. Sanat tarihçileri filan bilir onu. Ben, cilde bakar, yaklaşık olarak sallarım, tutarsa tutar.

İlk ciltlediğiniz kitabı hatırlıyor musunuz?

Tabi ki… “Arzın Merkezine Seyahat- Jules Verne”… Hiç unutmadım. Çünkü onu kendime yapmıştım. 71’ ya da 72’ yılıydı. Ortaokulda filanken…

Okuyucuya iletmek istediğiniz bir şey var mı?

Bu tür mesleklerin koruması yok. Ben şu an marketle aynı vergiyi veriyorum: Yüzde 18… Avrupa’da öyle değil… Ben şahit oldum. Ama burada bu meslek korunmuyor. Mesela Avrupa’da bazı belediyeler mücellide sembolik fiyatlarla yer veriyorlar. En azından kira masrafın düşüyor mücellit olarak. Belirli oranlarla vergi muafiyetleri olabiliyor. Hele özellikle bizim durumumuzda olanları düşündüğünüzde çok önemli bu… Toplasan İstanbul’da kaç tane mücellit var? Ölmek üzere bu meslek… Bazılarının tuzu kuru tabi 3-5 ay bir kitabı ciltlemeyle ilgilenebiliyor, ona göre para kazanıyor çünkü. Ama biz geçinebilmek için haftada belirli bir sayıyı tutturmak zorundayız. Bizim yaptığımız ciltçilik sanat değil, zanaat işi daha çok.