Doğal afetlerde çocukların davranış tepkisi ve Daniel Goleman ile duygusal zeka  

Depremden etkilenen çocuğun duygusallığının iyi anlaşılması, ihtiyaçlarını ifade etmeyi öğrenmesi, tehlikede olmadığını bilmesi için yetişkin desteğine ihtiyacı vardır.

Abone ol

Başak Canda

Bir çocuğun yaşadıklarını yansıtırken bir yetişkinden daha kolay ifade edebileceği tek yer oyun alanlarıdır. Doğal afetler ardından yaşanan davranış tepkileri, çocuk ve yetişkinlerde farklılık gösterir. Benzer olduğu kısımlar yetişkinlerinkiyle aynı olandır. O da günlük yaşamın ihtiyaçlarını giderme ile sınırlıdır. Bu yüzden afet sonrası çocuklar, uzman kişilerce iyi izlenmelidir. Hatta bu dönemin en önemli izleklerinden biri her çocuğun mimiği ve mimiğiyle birlikte vücut dilinin ne anlattığıdır. Çünkü kelimelerle kendini ifade edemeyen her çocuk bir mimikle ya da birden çok mimikle kendini daha rahat anlatır. Her mimik onun yaşadığı bir duruma, bir psikolojiye işaret demek olabilir. Bu yüzden her çocuğun tepkisi iyi izlenmeli ve ona göre yaklaşım sergilenmelidir. Bunu yaparken en çok kendi yüz ifademize dikkat etmeliyiz. Çünkü çocuklar bebeklikten itibaren anne-babaları dahil yakın çevresindeki insanların duygularını yüz ifadelerinden bile anlarlar. Duyguları yoğundur. Yaşadıkları heyecan, hüsran, korku ya da neşe gibi duygular tarafından çok çabuk ele geçirilebilirler. Deprem gibi doğal afet durumlarında bu çok daha mümkündür. Bu dönemlerde çocukların duygularını ifade etmesine yardımcı olmak, yaşadıklarını canavar, ejderha, öcü gibi benzetmeler yoluyla göstermesine kızmamak gerekiyor. Bu anlatımlarda seçimlerin her biri çocuğun duygusal dünyasında farklı bir patika çizecektir.

İLK ADIM İYİ BİR DİNLEYİCİ OLMAK 

Belki de yapacağımız ilk şey onu dinlediğimizi, duygularını anladığımızı hissettirmek olmalı. Duygularını kağıt üzerinde bir yazıda, resimde veya birebir oyunda ifade etmesini isteyerek içine atmamasını sağlayabiliriz. Örneğin kendini anlatırken kültürel veya dini inançlarına özgü ifadeler kullandığında yadırganmamalı, yargılanmamalıdır. Böylesi ortamlarda aktif pedagoji dediğimiz deneyimler yoluyla öğrenme, çocuğun kendisini ifade etmesi açısından çok önemli olurken çocuğun kişisel gelişimindeki farklılaşmaya ve bu farklılaşmayı özellikle eğitim ortamında nasıl bir potada harmanlanması gerektiğine dikkat çekmek isterim. Bu farklılaşmayı eğitimde aynı potaya getirme ile bağlantılı olarak duyguların ve duygusal becerilerin ifadesinin zeka gelişimiyle bağına değinmekte fayda var.

Eğitim ortamına gelen hiçbir çocuk güne aynı şekilde başlamaz. Her çocuğun farklı bireysel gelişimini göz önünde bulundurarak bu gözlemi yapmak mümkün. Zaten aşırı duygu dalgalanmalarına sahip olan çocuklar öğrenmeye de eşit bir şekilde başlamazlar. Bazıları ailesel ya da başka nedenlerle duygusal yıpranma içinde bunalmış bir şekilde okula gelmiş olabilirler. Yine bazı çocukların çekinme ya da dil gelişimindeki gecikmeden dolayı duygularını ifade etmekte büyük güçlükler yaşamaları mümkündür. Tam da buradan hareketle çocukların duygusal gelişimi ve o duygularla ilgili eğitiminin, zeka gelişimi üzerindeki etkilerini görmemiz gerekiyor. Çünkü birçok durumu duygularla ifade eden çocuk, zekasını tatile gönderen ya da onu dinlendiren bir pozisyona geçmez. Bu tamamen zekayı duygularıyla birleştirme, duygusal zekayla kendini anlatma biçimidir. Konuyla ilgili yapılan çalışmaların, teorik kavramların kullanımı ve anket çalışmaları gibi analizlerin incelenmesinin sorunun çözümünde iyi bir yol olduğunu görüyoruz.

Bunlardan biri günümüz eğitim sisteminde örnek alınan Daniel Goleman’ın yaptığı çalışmalardır. Önce Daniel Goleman’ı tanıyalım.

DANİEL GOLEMAN KİMDİR?

7 Mart 1946 Stockton’da (California) doğdu. Harvard mezunu olan Amerikalı psikolog, klinik psikoloji ve kişisel gelişim doktorudur. Emotional Intelligence adlı kitabı yayınlandığı sırada (1995) New York Times'ta gazeteciydi ve özellikle davranış bilimlerini takip ediyordu.

Bilim ve Budizm arasındaki karşılaşmaları kolaylaştıran Akıl ve Yaşam Enstitüsü'nün yönetim kurulu üyesidir. Aynı zamanda American Association for the Advancement of Science'ın bir parçasıdır.

Goleman, dünyada ilk kez duygusal zeka kavramından bahseden kişiler olan Amerikalı psikologlar Peter Salovey ve John Mayer'in çalışmalarının bulgularından esinlenerek 1990 yılında araştırmalarına başladı. 1995 yılında dört ana kavramın modelini yazdı. Buna göre ilk konsept öz-farkındalıktır. Öz-farkındalık, kişinin duygularını anlama, etkilerini fark etme ve kararlarımızı yönlendirmek için onları kullanma becerisidir.

İkinci konsept olan kendini kontrol, duygularınızı ve dürtülerinizi kontrol etmek ve değişen koşullara uyum sağlamakla ilgilidir.

Üçüncüsüyse sosyal farkındalıktır. Sosyal farkındalık, başkalarının duygularını algılama ve anlama yeteneğini kapsar.

Son konsept de ilişki yönetimi, başkalarının gelişimini desteklerken başkalarına ilham verme, onları etkileme ve kişinin ilişkilerini yönetme becerisine tekabül eder.

Goleman'ın bu alanda çok sayıda kitabı bulunuyor.

DUYGUSAL ZEKA

Daniel Goleman ‘L’intelligence Emotionnelle (Duygusal Zeka)’ isimli kitabında "duygu (émotion)" teriminin Latince "hareket etmek" anlamına gelen "motere"den geldiğini ve bu kelimeye "e" ön ekinin eklendiğini belirtir. Bütünü "dışa doğru hareketi" belirler görüşünü savunur. Temel yaşam becerisinin dışarıya aktarımı olarak kısaca söylenebilir. Goleman kitabında, insanları çevreleyen dünyayla etkileşime girmeyi sağlayan psikolojik mekanizmaları anlatır. Kitap, hayatımızda hissettiğimiz veya deneyimlediğimiz birçok şeyi açıklarken beynimizin nasıl çalıştığına yönlendirmelerde bulunur.

Goleman duygusal zeka için "kişinin kendi ve başkalarının duygularını anlama ve yönetme yeteneğidir." der. Böylece hayatın zorlukları ve yalnızca akıl tarafından yönetilemeyecek kadar önemli durumların üstesinden gelmek mümkündür. Karar verme ve eyleme geçme söz konusu olduğunda, düşünce kadar olmasa da sezgi önemlidir. Sosyobiyologlar, kalbin akıldan üstün olduğunu vurgularlar. Duyguların farkındalığı, uyandırılan duyguyu tanımlamayı ve adlandırmayı mümkün kılan neokorteksin (özellikle dil alanı) aktivasyonu ile bağlantılı olacaktır. Bu nedenle duygu, bilginin işlenmesi yoluyla duyum haline gelen ve fizyolojik rahatsızlıkların eşlik ettiği bir uyaranın neden olduğu tepkidir. Bunlar, uyaranın yoğunluğuna ve hoşluk derecesine bağlı olarak az ya da çok güçlü bir duygusal tepkiye yol açar. Duygusal olan her zaman eleştirilerin merkezinde yer alır ama aynı zamanda çözümlerin, ortak düşüncelerin başlatıcısıdır.

Diğer taraftan bir kişinin IQ'su, zekasını tanımlamak için yeterli değildir çünkü insan davranışının önemli bir bölümünü yani duygusal tepkileri ihmal eder. Bu diğer zeka biçimi, kişinin duygularını algılama, kontrol etme ve ifade etme yeteneğidir. Otokontrolümüzü, motivasyonumuzu, dürüstlüğümüzü ve aynı zamanda başkalarıyla olan ilişkilerimizi etkiler ve çevremizi analiz etmemizi sağlar. Daniel Goleman için duygusal zeka, başarının ve başarmanın en iyi göstergesidir.

Zaten bu konudaki araştırmalar da duygusal zekası yüksek olan kişilerin daha verimli ve yaratıcı olduklarını göstermiştir. Ayrıca daha profesyonel başarıları vardır. Çünkü duygular, bizi hayatta hareket etmeye iten bir motordur. Böylece ortaya çıkan bir sorun karşısında hayatta kalmak ve aşmak için bir cevap niteliğindedir.

Duygularımız neresi olursa olsun farklı ortamlara uyum sağlamamızı sağlar. Tehlikeleri önlememizi ve tehlikeli durumlardan kaçınmamızı sağlayan korku durumu bunlardan biridir. Buradan hareketle çevremizde gözlemlediklerimize bağlı olarak bir duyguyu kendiliğinden tetikleyen vücudumuzdur aslında. Bu duygunun bastırılıp bastırılmayacağına karar verecek olan da beynimizdir. Her bir duygumuz, görselleştirebileceğimiz ve dolayısıyla analiz edebileceğimiz fiziksel bir reaksiyonu tetikler. Mesela öfke halinde vurmak için kanı ellere yönlendirir, adrenalin hissederiz. Korkuda ise kan kaçmak için kaslara yöneleceğinden solgun görünürüz.

EMPATİ YETENEĞİ VE SOSYAL BECERİLER

Empati, kendinizi başkalarının yerine koyabilme yeteneğidir. Empati kapasitesi, başkalarının bakış açısını hayal etme olasılığıyla bağlantılıdır. Spesifikliği ve zekadan özerkliği ile tanımlanan bir algı biçimidir. Yine başka bir bireyin duygusal tepkisini tanımlamayı, bu tepkiye neden olan bağlamı ve motivasyonları anlamayı ve belirli bir durumda buna göre tepki vermeyi içeren bilişsel bir süreçtir.

Sosyal beceriler, ister kişiler arası ister kültürler arası olsun, bireyin uyumlu sosyal etkileşimlerle yaşama becerisidir. Bu nedenle sosyal beceriler, bilgiyle değil, psikolojik niteliklerle bağlantılıdır. Başkalarıyla uyumlu bir şekilde etkileşime girmeyi ve kültürel farklılıkları anlayıp kabul edebilmeyi mümkün kılar. Otokontrol ve empati böylece bir gruptaki sosyal becerileri kolaylaştırır. Unutmayalım ki duygular, sosyal becerilerin geliştirilmesinde olduğu kadar dünyayı ve başkalarını anlamada da rol oynar. Bu yüzden duyguların dilini öğrenme, çocuğun sosyal davranışı üzerinde ve özellikle stresin üstesinden gelme, saldırganlığını yönetme ve duygularını ifade etme becerisi üzerinde bir etkiye sahip olacaktır. Üstelik duygularını, korkularını gizleyen, sevincini ya da öfkesini ifade edemeyen bir çocuk, kendisinin ya da başkalarının hissettiklerini hesaba katmayı öğrenemez. Empati geliştiremez, iyilik olgusundan hem kendisi hem de başkaları için uzaklaşır.

Çocuklar duygularını ham, yani yalana dolana gerek duymadan filtresiz bir şekilde ifade ederler. Yukarıda da belirttiğim gibi özellikle depremden etkilenen her çocuğun duygusallığının iyi anlaşılması, bunun ona karşı kullanılmaması, enerjisini iyi kanalize etmesi, ihtiyaçlarını sosyal olarak kabul edilebilir bir şekilde ifade etmeyi öğrenmesi, tehlikede olmadığını bilmesi için yetişkin desteğine ihtiyacı vardır. Davranışlarının ve mevcut tepkileri olan ağlama, ayağını yere vurma, yerde yuvarlanma, yüksek sesle gülme gibi daha birçok tepki ise duygularını ve sözlü ifade etmenin bilişsel yeteneklerini gösterme şeklidir. Bu nedenle bir çocuğun duygularını bastırmanın, ağlamasını, titremesini veya çığlık atmasını engellemenin bir anlamı yoktur. Duyguların içerdiği gerilimleri serbest bırakmasına ve dolayısıyla acısını ya da yaşadıklarını ifade etmesine izin vermek, sağlam bir kişilik ve daha fazla iç güvenlik inşa etmesine izin verecek bir tutumdur.

Duyguların insan ilişkileri üzerine etkileri konusunda uzmanlar iki ana işlevden bahseder. Birincisi iletişimin sosyal işlevi: İlişkilerde bilginin yüzde 90'ı vücuttan geçer (jestler, yüz ifadeleri, duruşlar, bakışlar vb.). İkincisi bilgi işlevi: Başkalarını ruh halimiz hakkında uyarmayı ve buna göre uyum sağlamayı mümkün kılar.

Ayrıca yetişkinlerin de duygularına göre uyarlanmış davranış sergilemeleri gerektiğini unutmayalım çünkü sadece çocuklar için değil hayatın her alanında örnek olmak günlük hayattaki en önemli işlerden biridir!..

Belki son sözü Theodor W. Adorno ile bitirmek gerekecek. “İnsanın hayatta elde ettiği tüm başarılar çocukluğu geri kazanma girişimi olabilir.” Bu söz aslında çok şey anlatıyor çocukluğa dair. Çocukken edinilen, yaşanan, çocuğa yaşatılan her türlü olumlu, olumsuz kazanımlar onun geleceğine, mücadele azmine, kararlılığına, yaşam biçimine, sürdürdüğü yola etki eder.

REFERANS KAYNAKLAR:

- https://happy-team.fr/management/intelligence-emotionnelle/daniel-goleman/

- http://pedagogieinnovante.com/index.php/lintelligence-emotionnelle-de-goleman/

- https://tel.archives-ouvertes.fr/tel-00737525/document

- https://apprendreaeduquer.fr/accompagnement-des-emotions-de-lenfant/