Diyarbakır'ın çaycısı: Ben nasıl evde kalayım?

Korona virüsünden korunmak için yapılan “Evde kal” çağrısına uymayanların başında sokak satıcıları geliyor. Parkta çay satarak eve ekmek götüren adamın dedikleri neredeyse tamamı için geçerli: “Ben ne emekliyim, ne memurum, ne zenginim. Nasıl evde kalayım, hele onu söyle?”

Abone ol

DİYARBAKIR - Karşı binanın ayrı dairelerinde iki yaşlı adam var. Arada pencereden dışarı baktıklarını görüyorum. Kahveler ve parklar kapalı ve dışarı çıkmaları yasak. Birçok mahalle sakininin yaptığı gibi kapı önünde buluşup muhabbet edebilirler ama çıkmıyorlar. Pencereden dışarıya, gruplar halinde toplanmış sohbet eden insanlara, top oynayan çocuklara, caddeden geçip gidenlere bakıyorlar. Dışarı çıkmıyorlar, hayata pencereden katılıyorlar.

Eskici geçiyor sokaktan. Sesi ev içlerinde yankılanıyor. Ağır ağır uzaklaşırken, A. Kadir’in “Sabah Türküsü” şiirini hatırlıyorum. Hani Ezginin Günlüğü’nün bestelediği şiir. Evin içinde mırıldanıyorum şarkının nakarat bölümünü: “Ağzımda bal gibi tatlı bir türkü/Bir iner bir çıkarım bu yokuşu/Kazanırım çocuklarıma ekmek parası.”

Arada güneş açsa da günlerdir yağmur yağıyor Diyarbakır’da. Kışı Diyarbakır’ın sıcağına tercih ettiğim için memnunum yağmurdan. Öte yandan yağmurlu havalarda dışarı çıkan insan sayısı oldukça azalıyor. Bu da sevindirici çünkü güneşli havada sokaklar, çarşılar kalabalıklaşıyor, uzmanların önerdiği 1 metrelik fiziksel mesafe sıfıra iniyor.

Bulutların arasından kendini gösteren güneş dışarı davet ediyor insanı. O halde parkta yürüyüş yapmanın sakıncası olmaz diyerek sokağa çıkıyorum. Gruplar halinde toplanmış insanların arasından hızlı adımlarla geçiyorum.

PARKTA ÇAY KEYFİ

“Çay içen oluyor mu?” dedim adama. Soru gereksizdi. Bunu biliyordum çünkü üç dört kişi çay içiyordu. Sorudan maksat, parkta çay satan adamla muhabbete bir girizgah yapmaktı.

“İçiyorlar abê” dedi, sonra soruma o da mana verememiş olacak ki, “Niye içmesinler?” diye ekledi. Korona virüsü Diyarbakır’a hiç uğramamış, uzmanların günlerdir yaptığı uyarıyı hiç duymamış gibiydi.

Parkın içindeki havuzlardan birinin yanında kurmuştu tezgahı. Tezgah dediysem sadece orta boy bir semaver ve pet bardaklar vardı ortada. Benim için de pet bardaklardan birine çay doldurmaya yeltendi. Engelledim. Parkta çay içme keyfini reddetmişim gibi hissederek.

Korona virüsü nedeniyle kahveler kapatılalı epey olmuştu ve Diyarbakır’da sokakta çay satanlar ortaya çıkmıştı. Kimi bildiğin gezici çaycıydı. Yani bir elinde çaydanlık bir elinde tepsi üzerine dizilmiş tabaklarla, özellikle Şeyh Said Meydanı gibi kalabalık yerlerde çay satıyorlar. Kimi de böyle, parklarda ya da cadde üzerinde semaverden çay satıyorlardı.

.

ESKİ KAPICI, YENİ ÇAYCI

Sokakta çay satanların, kahveler kapatılmadan önce kahvecilik yaptıkları gibi bir düşünce hakimdi bende. Öyle ya, diyelim bir kapıcının aklına nereden gelsin sokakta çay satmak.

Oysa elbette yanılıyordum. Kara kuru adam tez canlıydı ve anlatacak çok şeyi vardı. “Yok abê, kapıcıyım ben” dedi önce, sonra “Müteahhit beni işten çıkardı” diye düzeltti. “Müteahhit 6 ay önce beni işten çıkardı. 2 yıl çalışmıştım o sitede, sonra dedi, ‘2 kapıcı fazla, seni çıkarıyorum işten.’ Ben de mahkemeye verdim müteahhidi. İşten çıkınca beni 6 ay sigortasız çalıştırdığını da öğrendim. Bakalım mahkeme ne diyecek.”

Müteahhit bilinen biriymiş. Mahkemenin taraf tutacağından çekindiğini, “Adamda para çok, avukat çok” sözleriyle dile getirdi. Hem kendi adını hem kapıcılık yaptığı sitenin adını söyledi ve “İstersen fotoğrafımı da çek, yeter ki doğru yaz” dedi. Her müteahhide güvenmediği gibi her gazeteciye de güvenmediğini söyledi.

Güneş arada yüzünü gösterse de bulutluydu hava. Yağmur yağdı yağacaktı sanki. Islanmak istemiyordum ama çaycıyla muhabbet koyulaşmış, sonunda ısrarlarına dayanamayıp çayını da içmiştim. “Bizde korona morona yok abê” diyerek içimi rahatlatmaya çalışarak.

‘HIRSIZLIK MI YAPAYIM?’

Çay satmak nereden gelmiş aklına? İşten çıkarıldıktan sonra inşaatta çalışmış bir süre ama inşaat bitince yine işsiz kalmış. Başka iş bulamayınca 40 liraya bir semaver almış ve parka yerleşmiş. Kazandığı para gününe göre değişiyor. Hava güneşliyse iyi, kapalı ya da yağmurluysa evde oturuyor. “Parkta çay satarak insan zengin olmaz. 3-5 kazanıyorum, bu da eve yetmiyor zaten” diyor.

Polisler izin vermiyormuş parkta çay satmasına. Polis müdahale edince kaldırıma çıkarıyor semaveri. “Hadi sen söyle” diyor, “Ben ne yapayım? Bir gün eve 10 lira götürmesem çocuklar aç kalacak. ‘Parkta çay satma’ diyorlar. Tamam, çay satmayayım, o zaman bana iş verin. İş-Kur'a gidiyorum, adım çıkmıyor. Ben de mecburum, çay satıyorum. Ne yapayım, gidip hırsızlık mı yapayım? Evde 4 çocuk var, hepsi benim elime bakıyor.”

Caddeden geçen 'akrep'ten, Türkçe ve Kürtçe anons yapılıyor, “sağlığınız için evde kalın” diye... “Ben ne emekliyim ne memurum ne zenginim. Nasıl evde kalayım, hele onu söyle” diyor adam anons yapan araca bakarak.

ZEHİRLENEN TÜRKÜ

Yağmur çiselemeye başlıyor. Parkta banklara oturmak yasak. Parkta dolanan zırhlı polis aracından anons ediliyor, banklara oturanlar uyarılıyor.

Sonradan çaycı olmaya niyetlenen sabık kapıcı tezgahını topluyor. Çay, pet bardaklar, şeker ayrı ayrı poşetlerin içinde. Bunları taşımak kolay da semaveri taşımak nasıl mümkün olacak? Ama adam alışkın, toparlayıp caddeye yakın saçağın altına doğru koşturuyor. Saçağın altında, deminden beri parkta dolanan insanlar da yerlerini almışlar. Yağmurdan kaçıp eve gitmemişler, Nisan yağmuru gelip geçer diye düşünüyor olmalılar.

Islanmak pahasına da olsa eve dönüyorum. Yol boyunca “Hırsızlık mı yapayım?” sorusu çıkmıyor aklımdan. Elbette sokaktan kazandıklarıyla hayatlarını idame edenleri ilk kez düşünmüyordum. Ama çaycının “Hırsızlık mı yapayım?” deyişindeki sahicilik ve çaresizlik içime oturmuş olmalıydı.

Hakikaten sokakta bir şeyler satmaktan başka hiçbir çare bulamamış insanlar, yarın öbür gün sokağa çıkmak yasaklanırsa ne yapacaklar? Ağızdaki bal gibi tatlı türkü zehir zıkkım olmayacak mı?