Diplomatik krize neden olan roman!

Çevirisini Hüseyin Saygılı’nın yaptığı, Dipnot Yayınları’ndan Dominique Manotti imzası ile çıkan Firar, Kızıl Tugaylar’ın çöküşe geçtiği, örgüt üyelerinin –hayatta olanların- büyük çoğunluğunun ya cezaevlerinde olduğu ya da Fransa’ya iltica ettiği 80’li yılların sonunu konu alıyor. Firar’ın en önemli noktası ise sürgünlerin yaşayış biçimi ve tartışmalarındaki sahicilik... Yazar Manotti, sendikal mücadele geçmişinden biriktirdiklerini ustaca harmanlayarak, kalabalık toplantılardaki tartışmaları gerçeklikten sapmadan ve tartışılan konuya sadık kalmasındaki beceresini kullanarak başarıyor.

Abone ol

DUVAR - 1970 yılında İtalya’da kurulan Marksist örgüt, “Bir kişiyi vur, yüz kişiyi eğit!” şiarıyla hareket edip, silahlı mücadele yürüterek devrimci bir ülke inşa etmek ve İtalya’yı Avrupa kapitalizminden kurtarmak amacıyla eylemlerine başlamıştır.

Militanlığa ufak çaplı eylemler ile başlayan örgüt, çok geçmeden devletin en üst noktalarına kadar saldırmayı başarmıştır. Örgüt eylemlerinin en üst noktası ise 1978 yılında Hristiyan Demokrat Partisi lideri ve İtalya Başbakanı Aldo Moro’yu kaçırmak olmuştur. Elli beş gün ellerinde tuttukları Moro’yu, isteklerinin yerine getirilmediğini söyleyerek, öldürmüş ve cesedini park halindeki bir aracın bagajına koymuşlardır.

Moro’nun infazından sonra devlet, bütün varlığıyla örgüte saldırmış ve örgüt militanlarının her kademeden yüzlerce üyesi öldürülmüş, cezaevlerine konulmuş ya da sürgüne gitmek zorunda kalmıştır. Çok geçmeden fraksiyonlara ayrılan ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile başlayan 90’larda, iyice çöküşe geçen örgütün eylemleri giderek azalmıştır.

FİRAR BAŞLIYOR! 

Dominique Manotti, Firar, çev: Hüseyin Saygılı, Dipnot Yayınları, 2018.

Çevirisini Hüseyin Saygılı’nın yaptığı, Dipnot Yayınları’ndan Dominique Manotti imzası ile çıkan Firar, Kızıl Tugaylar’ın çöküşe geçtiği, örgüt üyelerinin –hayatta olanların-büyük çoğunluğunun ya cezaevlerinde olduğu ya da Fransa’ya iltica ettiği 80’li yılların sonunu konu alıyor.

Örgüt üyelerinden Carlo’nun –ki lider kadrodandır- cezaevinden firarına, bulunmaması gereken yerde ve zamanda orada olan adi suçtan cezaevinde yatan Filippo’nun eşlik etmesini konu alan olayların anlatıldığı kitap, baştan sona, bir okuyuşta bitirilebilecek güçlü bir polisiye…

Hedefsiz, amaçsız ve yaşama dair bir bakış açısından azade olan Filippo, Carlo’nun firarı sırasında anlık bir karar vererek ona katılır. Carlo ise çok geçmeden Filippo’dan kurtulmanın yollarını arar ve kendisine eşlik ettiği için bir kader ortaklığı yaptığını düşünerek Fransa’ya iltica eden eski sevgilisi Lisa’nın iletişim bilgilerini verir. Çok geçmeden bir banka soygunu yapıldığı ve faillerin öldürüldüğünü bir gazete haberinde gören Filippo, Carlo’nun da bu işin içinde olduğunu anlar ve devletin hışmından da korkarak Fransa’ya kaçar.

Fransa’da Lisa’yı bulan ve bir süre sonra İtalyan sürgünlerinin desteği ile gece bekçiliği işine başlayan Filippo, olay sırasında oradaymış gibi davransa da kimseyi ikna edemez ve her seferinde çelişkili ifadeler verir. Olayın koptuğu an ise Filippo’nun “oradaymış” gibi olayları yazdığı romanı olur. Roman listelerde bir numaraya yerleşir ve diplomatik krize neden olur. Hem sürgünlerin, hem İtalyan devletinin, hem de Fransız devletinin ilgisini üzerine çeken Filippo için malum son çarpıcı bir dille aktarılır.

Firar, tür olarak polisiyeye yaslansa da, klasik anlamda bir şiddet pornografisi yaşatmak yerine, suç mefhumunun hissettirmek zorundaymış gibi düşünüldüğü gerilim meselesini es geçiyor ve altyapısını politik bir hikâyeye dayandırırken, bir adi suçlunun varoluşuna odaklanıyor. Öncesinde mahkûm, sırasında politik kaçak, sonrasında ise bir gece bekçisi ve yazarmış gibi davranan Filippo, arka planda gelişen politik olayların etkisinde kalarak kendine bir kişilik yaratmaya ve aidiyetini bir merkeze yaslamaya çalışır. Ancak sonuç hüsran olur.

Firar’ın bir diğer önemli noktası ise, sürgünlerin yaşayış biçimi ve tartışmalarındaki sahicilik diye düşünüyorum. Yazar Manotti, sendikal mücadele geçmişinden biriktirdiklerini ustaca harmanlayarak, kalabalık toplantılardaki tartışmaları gerçeklikten sapmadan ve tartışılan konuya sadık kalmasındaki beceresini kullanarak başarıyor. Bu yaklaşım ise metnin dramaturgisinin tuğla tuğla döşenerek sağlam bir duvar şekline bürünmesine yol açıyor.

FİRAR'IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Yukarıda da bahsettiğim gibi kitabın başarısı bana göre polisiye türünü politik bir hikâyeyi odağına alarak anlatıyor oluşudur. Çoğu zaman apolitik görülen bir tür olan polisiye –ki bizdeki örneklerini göz önüne aldığımızda sonuç ortada- Firar’da derdi de olan bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Edebiyatımızda polisiye çoğu zaman olayların karmaşıklığı ya da kolluk kuvvetlerinin bakış açısını yansıttığı oranda başarılıymış gibi kabul görüyor. Özellikle sinemada polisiye, devletin gücünü yeniden ürettiği bir ideolojik formasyonla sunulurken, çoğu zaman filmin bütçesi üzerinden pazarlanmaya çalışılıyor. Elbette ki edebiyatta ve sinemada münferit örnekler var. Fakat sol/sosyalist politik geleneğin güçlü olduğu ve şu günlerde 'polis devleti'ni yaşadığımız ülkemizde, bu türün işleyiş ve söylem itibariyle bir alan açtığını söylemek mümkün diye düşünüyorum. Ya da yanılıyorum, bilmiyorum.