Dilek Gappi: Gazeteciler olarak işimiz gerçeğin peşinden gitmek

İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi, gazetecilerin işinin gerçeğin peşinden gitmek olduğunu söyledi: "Hakikatin peşinden koşmak çok çalışmayı, dürüst ve cesur olmayı gerektirir."

Abone ol

İZMİR - Muhalefetin “sansür yasası,” iktidar blokunun “dezenformasyon yasası” olarak adlandırdığı yasa tasarısı Meclis'te onaylanarak yürürlüğe girdi. Özellikle hapis cezası getiren 29'uncu madde ana tartışma konusu oldu. Anayasa Mahkemesi de bu maddeyi esastan görüşme kararı aldı. Öte yandan gazeteciler hâlâ mahkemelerde haberleri nedeniyle yargılanırken, bir bölümü de hapishanelerde tutuluyor.

İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi ile sansür yasasını, basın özgürlüğü ile demokrasi ilişkisini ve basının içinde bulunduğu sorunları konuştuk.

'DOLAYLI BASKILARA MARUZ KALDIK'

Sansür yasası Meclis'te onaylandı. İzmir Gazeteciler Cemiyeti olarak bu yasanın çıkmaması için diğer meslek örgütleri ile birlikte mücadele verdiniz. Fakat hükümet tasarıyı Meclis'e getirerek onaylanmasını sağladı? Neler söylemek istersiniz? Hükümet kamuoyunun görüşlerini dikkate almıyor mu?

Kamuoyunda ‘dezenformasyon yasası’ olarak bilinen kanun karşımıza, ‘Basın Kanunu ile pek çok kanunda değişiklik yapan yasa teklifi’ olarak geldi ve itirazlarımıza rağmen Meclis Genel Kurulu’nda onaylanarak yürürlüğe girdi. Oysa adı üzerinde bu kanun, Basın Kanunu. Yani biz basın örgütlerini, basın mensuplarını doğrudan ilgilendiren bir kanun. Elbette söz hakkımız olmalıydı. Bizler neredeyse bir ömrü mesleğimiz içinde geçiren ve bağımsız gazetecilik adına örgütsel mücadele veren insanlarız. Yasaya karşı mücadele ederken, tasarıda yanlış ve doğru bulduğumuz noktaları açık açık dile getirdik. 10 meslek örgütü olarak mesleki mücadele içerisinde itirazlarımızı vurguladık ama maalesef sonuç alamadık. Bırakın görüşlerimizin alınmasını hatta mesleki kaygılarımızı dile getirdiğimiz için dolaylı baskılara maruz kaldık.

Sansür yasası neleri içeriyor, başlıca hangi noktalara karşısınız? Hükümet bu yasaya yaklaşan seçimler arifesinde neden ihtiyaç duymuş olabilir?

Sansür yasası, adeta torba yasa gibi çıkarıldı. Birçok yönden yeni süreçler getiriyor ve 40’ın üzerinde yasada değişiklik gerektiriyor. İtirazlarımızı birkaç noktada topladık ancak bizler için asla kabul edilemez olan 29'uncu maddeydi ve bildiğiniz gibi kamuoyunda çok tartışıldı. Türk Ceza Kanunu’nda ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak’ gibi bir yeni suç tanımı oluşturuldu. Özellikle bu madde için, muğlak ve ucu açık ifadeler olduğunu vurguladık ve defalarca itiraz ettik. Hangi savcının hangi bilgi için harekete geçeceği bilinmeyecek. Sosyal medyada eleştirel paylaşımlar, ‘dezenformasyon’ olarak suçlanabilecek dedik ve yasa yürürlüğe girer girmez uyarılarımız gerçek oldu. 'Kamuoyunu yanıltıcı haber yapan'ın yanı sıra 'yayan' ifadesinin getirilmesiyle, demokrasiyi ve ifade özgürlüğü ilkesini temelinden sarsıp çökertecek pek çok uygulamayla karşı karşıya kalınacağı açık. ‘Hükümet bu yasayı yaklaşan seçimler arifesinde neden ihtiyaç duymuş olabilir?’ sorusunun yanıtı ise bence soruda saklı.

Sansür yasasının sonuçları neler olur? Özellikle hapis cezası getiren 29'uncu maddenin varlığı fikir ve ifade özgürlüğünün önünde ciddi bir engel olarak duruyor mu?

Yasanın getireceği sonuçları görmek için beklemeye gerek kalmadı. Hemen etkilerini hissetmeye başladık. Elbette basına karşı yasa çıkmadan önce de gözaltı ve tutuklanmalar oluyordu. Ancak yasa, süreci daha keskin hale getirdi. Asıl önemli olan ise otosansürün içselleştirilmesi. Retweet yaparken dahi artık tereddüt ediliyor ki arzulanan buydu. 29'uncu madde için bildiğiniz gibi Anayasa Mahkemesi konuyu esastan görüşme kararı aldı. İptal edileceğini düşünüyorum çünkü insan haklarına aykırı.

'İKTİDARLARIN AMACI İYİ GAZETECİLİĞİ BASKILAMAK'

Türkiye’de basının içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bölünmüş, kutuplaşmış bir basın, halkın doğru haber alma hakkının önünde bir engel oluşturmuyor mu?

Gazetecilik; aptallığa, cehalete, zorbalığa ve yalana karşı bir araçtır. İyi gazetecilik; değer ve fiyat, olgular ve yorumlar, gerçekler ve söylentiler, bilim ve batıl inanç arasında ayrım yapmamızı sağlar. İktidarların amacı genellikle iyi gazeteciliği baskılamaktır ki, bu ayrımlar yapılmasın. Mesele ‘hakikat sorunu’dur. Kutuplaştırıp, ayrıştırdıkça hakikatin üzerine gidecek basının gücü zayıflar. Türk basını olarak yaşadığımız tablo tam da budur.

Gazetecilerin çalışma koşulları giderek ağırlaşıyor. Basın sektörünün içinde bulunduğu durum neredeyse bir işsiz gazeteciler ordusu yarattı. Neler söylemek istersiniz?

Şu anda, farklı gazetecilik örgütlerine göre Türkiye cezaevlerindeki gazetecilerin sayısı 9 ila 35 arasında değişiyor. Uluslararası Basın Örgütü’nün basın özgürlüğü endeksinde Türkiye'nin yeri 180 ülke içinde 149'dur. Ülkemizde eleştirileri bastırmak için tüm olası araçlar kullanılıyor. Ancak gerçekler var ve gazeteciler olarak bizim işimiz gerçeğin peşinden gitmek. Gazetecilik gerçeklerin ne olursa olsun peşinden gitmektir. Hakikatin peşinden koşmak çok çalışmayı, dürüst ve cesur olmayı gerektirir. Elbette yaşadığımız süreçte bu çok zor. O nedenle çalışma koşullarımız artık kaldırılamayacak kadar ağır. Üzerine internet gezegeninin medya dünyasına çarpmasının getirdiği etkileri de koyarsak, bağımsız gazetecilik yaşamakta zorlanıyor. Sektörde kurumsallık da azaldığı için meslektaşlarımız her geçen gün daha çok işsiz kalıyor. Türkiye gibi demokrasinin içselleştirilmediği ülkelerde doğruyu söylemenin yarattığı en önemli sorun; başınıza çok iş çıkarmasıdır.

Basın özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biri ama Türkiye’de ikisi de eksik. Gelecekten umutlu musunuz? Demokrasi ve basın özgürlüğünde evrensel standartları ne zaman yakalarız?

Demokrasinin temelinde; yurttaşların, hatta bugün artık ekoloji ve dünyayı paylaştığımız diğer canlıların hakları var. “İnsan hakları, demokrasi ve medya" üçlemesi ile ancak gerçek bir demokrasiye ulaşılabilir. Bu üçlü tam ve gerçek anlamlarıyla var olduğunda evrensel standartlarda bir basın özgürlüğünden söz edebileceğiz.

'İZMİR’DEKİ YEREL GAZETELER GÖRECE DAHA DİRENÇLİ'

Yerel basının sorunları nelerdir? Özgürce, ekonomik bağımsızlıklarını sağlamış olarak yayın yapabiliyorlar mı? Dokuz Eylül Gazetesi de basının içinde bulunduğu durumdan etkileniyor mu?

Dezenformasyon yasasının çıkartılmaya çalışıldığı süreçlerde itiraz noktalarımızdan biri de var olma sorunu yaşayan yerel basının alacağı darbelere yönelikti. Türkiye’de resmi ilan yayınlama hakkına sahip 953 gazetenin yaklaşık 30’u yaygın, geri kalanı yerel gazete. Yerel gazetelerimiz var olan ekonomik koşullar ve dijital gelişmelerden dolayı büyük zorluklarla boğuşuyor. Yeni kanun aynı havuza internet sitelerini de dahil edeceği için süreç oldukça belirsiz hale geldi. Yönetmelikler henüz çıkarılmadığından kimin nasıl hangi gösterge kapsamında destekleneceği belirsiz. Oysa yerel gazetelerimizin ana yaşam kaynağı resmi ilan gelirleri. Yerel gazeteler bu gelire kavuşmak için en az 11-22 arasında gazeteciyi çalıştırmak zorundalar ki bu da sektörde bitmek olan istihdamı bir nebze olsun koruyor. Ayrıca dijitalleşme toz bulutu içerisinde yazılı basını hâlâ önemseyenlerdenim. Arşivlerde belge niteliği olarak kalması önemli. Yerel basının kan kaybı durdurularak, dijitalleşmelerinin önünün açılması gerekir. Yoksa az sayıda olan istihdamı da kaybedeceğiz. Cemiyetimizin imtiyaz sahibi olduğu 9 Eylül Gazetesi de zorlu süreçlerde var olma savaşı veren yerel gazetelerimizden. Ancak İzmir’deki yerel gazetelerin genel tabloya göre görece daha dirençli olduğunu söyleyebilirim.