Devrim Koçlan: Kapak tasarımı, doğru bir mesaj verebilme üzerinden değerlendirilmeli

Tasarımcı Devrim Koçlan ile kapak tasarımını, tasarımın sanatla ilişkisini ve beslendiği kaynakları konuştuk. Koçlan, “Hayattan aldığımız haz, inandığımız ve savunduğumuz her güçlü duygu, tüm bunların içinde bir de hayal gücü tasarımın en önemli parçası” dedi.

Abone ol

DUVAR - Devrim Koçlan, İzmir doğumlu. Kendisinin deyimiyle, “Emekçi bir ailenin beş çocuğundan ikincisi”. Alaylı bir tasarımcı. Marangozluk, demircilik, balıkçılık, fedailik, tekstil işçiliği, matbaacılık gibi meslekler yaptıktan sonra askere gidince, bir kişiyle tanışır Koçlan: “Bir arkadaş bütün hayatınızı değiştirebilir mi, evet. Birden çok büyük bir ailenin parçası olduğumu öğrendim: ‘işçi sınıfı’...”

Sonraki süreçte okuma beceresini süreklileştiren Koçlan, kendini afiş ve bildiri tasarlarken bulur. “…ticari kurumlar ve ajans işçiliği yaptım. Bu süreç öğretici fakat bir o kadar çelişki doluydu. Bu çelişkiyi barındıran afişler broşürler internet ve TV reklamları yaptığım dönemde 'Evlat bir televizyon kuruyoruz gel beraber kuralım' dedi Aydın Çubukçu. Piyasa maceram burada son buldu” diyerek geçmiş yıllarını açıklayan Koçlan, o günden sonra tasarım işini daha da profesyonel hale getirir. “Yaptığım tasarımlara okuyucuyu aldatmadan, ‘neyse o’ tasarımlar yapıyorum. Ne içeriğin önüne geçen ne de çok gerisinde kalan kapaklar. Velhasıl kocaman bir ailenin 'işçi sınıfı'nın bir parçasıyım ve aslında bu sınıfın ihtiyaçlarına uygun tasarımlar üretmek benim için bir nevi mücadele etmek” sözleriyle işinin hikmetini açıklayan Koçlan ile bir araya geldik ve tasarım meselesini nasıl yorumladığının derinine indik.

Devrim Koçlan

Her kitap tasarım süreci bir yolculuktur da aslında… Nasıl gelişiyor süreç? Bu süreçte değişen ve dönüşen şey ne oluyor?

Bir tasarımı ortaya koymak için temayı belirlemek gerek. Özellikle kapak tasarımlarında bunun önemi biraz daha fazla. Yani sadece kitabın adından yola çıkarsak yanılabiliriz. Bu yüzden ilk işim kitaba göz atmak oluyor. Her zaman okuma şansım olmadığı için editör arkadaşlarımızdan kitap hakkında detaylı bilgiler ediniyorum. Edindiğim bilgiler ışığında da işe koyulup kafamda canlandırdığım görsellere çalışmalar deniyorum. Genellikle yaptığım işlerde sanatın her kolu benim için bir malzeme alanı gibi. Sinemadan tiyatroya, resimden fotoğrafa kadar her alanda araştırma yapmak, fikir edinmeye çalışmak bana ve çıkan işlere çok şey katıyor diye düşünüyorum. Fakat tasarımlarımı salt sanat izleklerimden kurmuyorum. Yaşadığımız coğrafyanın, içinde bulunduğumuz siyasi koşulların yani kısaca aklımıza gelebilecek her olayın yaptığımız çalışmalara etkisi olabiliyor. Sadece bir düz çizgiyle başladığımız bir iş, sonunda bambaşka bir şekle ve mesaja bürünmüş olabiliyor. Ruh halimizin de buna büyük bir katkısı var tabii. İlk ortaya attığımız tasarım fikri değişip dönüşürken, “daha iyisi olabilir” dürtüsü sizi de araştırmacı bir kimliğe büründürüp değiştirebiliyor. Çalışma arkadaşlarımla yer yer fikir alışverişi yapıyoruz. Bunu çok önemsiyorum, her fikir yeni bir şey doğuruyor.

Tasarım, özü itibariyle görsel sanatların bütün öğelerinin de bir sonucu nihayetinde… Özellikle resim, fotoğraf ve grafik bu ilişkinin en gözdeleri… Sanat geçmişi ve tasarımcı arasındaki bağlamı nasıl yorumluyorsunuz? Gelenek ve sanat anlayışı tasarımcıya nasıl katkı sağlıyor?

Tasarımcı dediğiniz insan bu saydığınız gözdelerden beslenmek durumunda elbette ki. Hâl böyle olunca sanat geçmişi ve tasarımcı arasında ister istemez girift bir ilişki ortaya çıkıyor. Geçmişe saplanıp kalmak değil tabii ki ama orası ihtiyaçlarımızın kaynağı gibi… Beslendiğimiz yer. Gelenek ve sanat anlayışı tasarımcıya yol açıcı olabilir ki bu düzlemde de kendi anlayışını ortaya koyabilsin, kabul sağlasın vs. Toplam tasarım tarihine bakmak lazım tabii ki. Ben o konuda biraz şanslı biriyim. Aydın Çubukçu ve Tevfik Taş’la çalışma şansım oldu. İyi bir öğrenme süreci oldu, deneyimleye deneyimleye hem de. Günün birinde bir kitap tasarımı yapıyorum, Goya’nın, 1797’de yaptığı “Şeytanın/Büyücünün Günü” adlı tablosu sayfaya tam oturmuyor, güzel de bir ay var, dur ben şu ayı azıcık aşağı alayım sayfada o da görünsün dedim, kim fark edecek ve aldım… Kıyamet (gülüyor) Görür görmez anladı Tevfik ağabey. Uzun bir gelenek ve sanat tartışması, biraz zılgıt ve insanlık tarihi üzerine sohbetler… Toplamda sanat tarihi çok kıymetli ve öğretici (gülüyor).

'HEM BUGÜNE UYGUN BİR DİL KURUP HEM DE YARINI YAKALAMAK ZORUNDASINIZ'

İmge, denilen olgu, çağa ve o çağın insanlarına göre yeni yeni anlamlar kazanabiliyor. Siz, dünyadaki yeni gelişmeler ve yerli okur nezdinde bu hususu nasıl açıklıyorsunuz? Bir fikir somut bir tasarıya bürünürken, dönemsel kriterleriniz oluyor mu?

Tabii ki oluyor. Sonuçta süreci hep beraber yaşıyoruz, kendinizi bu kadar soyutlayamazsınız ve asıl derdiniz anlaşılır olmaksa dönemin ihtiyaçlarını ortaya koyup bir okuma yapıyorsunuz. Hem bugüne uygun bir dil kurup hem de yarını yakalamak zorundasınız, yoksa tasarımınızın bir kalıcılığı olmaz.

Bir tasarımcı nelerden beslenir? Zihninizi diri tutan, beslendiğiniz kaynaklar nelerdir?

Bir tasarımcı bence aklınıza gelebilecek her şeyden beslenir. Bu biraz klişe kaçabilir ama görsele dayalı bir uğraştaysanız bu işin kuralı böyle. Hayatın içinde barınan her şey bizim malzememiz olabilir. Bir gün bir grev çadırında işçilerin ağzından dökülen kelimeler, bir gün sosyal medyada önünüze düşen bir fotoğraf, bir gün bakıp bakıp hiçbir şey anlamadığınız bir fırça darbesi… Sanat, aslında izlediğiniz şeyden aldığınız “haz”zın yaratıcısı, sahibidir. Tasarımı da bu hazdan bağımsız düşünemeyiz. Hayattan aldığımız haz, inandığımız ve savunduğumuz her güçlü duygu, tüm bunların içinde bir de hayal gücü tasarımın en önemli parçası. Ve tabii ki teknik bilgi. Bu aslında şöyle bir denklemi doğuruyor: “Teori olmadan pratik, pratik olmadan da teori olmaz.” Ben de zihnimi diri tutarken bunlara dikkat ediyorum. Mesela geçmişte neler yapılmış, kimler ne işler ortaya koymuş kurcalıyorum ama bunu yaparken de günümüzden kopmamaya çalışıyorum. Elimden geldiğince yeni tasarımcıları, yeni çizgileri takip ediyorum. Bunun yanı sıra oyun oynamayı, doğa videoları seyretmeyi, Marvel filmlerini seviyorum.

'HERKESİN İÇİNE SİNECEK TASARIMLAR ÇIKARMAYA ÇALIŞIYORUM'

Gerek yayınevi, gerekse de yazar açısından bakıldığında, kitabın “görünürlüğü”yle ilgili temel değerlendirmelerden biri de o kitabın kapağıdır. Bu durum size nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

Sorumluluk fazla tabii. Kapak tasarımlarını düşünürken muhakkak işin başında bir ağrı sızı dönemi yaşanır. Bende de öyle oluyor, nasıl bir kapak yapsak diye önce beynimde fırtınalar kopuyor ama sonrasında işler yavaşça yoluna giriyor. Kolektif de çalışıyoruz. Fikir alışverişleri hayat kurtarıyor. Bazen içime sinmeyen kapaklar oluyor tabii. Çünkü zaman zaman yoğunlaşıp bir anda çok fazla kapak tasarlamak zorunda kalabiliyoruz. O anlar biraz kriz anı gibi… Fakat genele baktığımızda tasarımın üstüne iyice düşünüp okurun, yazarın, herkesin içine sinecek tasarımlar çıkarmaya çalışıyorum. Yayıncılığı salt ticari bir faaliyet olarak görmeyen, bu anlamda bir misyon yayınevinde çalışıyor olmamın da buna katkısı var elbette, dolayısıyla kapak tasarımlarımız sadece kitabın satışını artırma çabasından ziyade doğru bir bakış açısı ve mesajı verebilmek üzerinden değerlendirilmeli.

'KAFAMDA TASARIM SÜRECİ BİTMİYOR'

“Yaptığım şu kitap kapağı, kariyerimde dönük noktası oldu” dediğiniz bir çalışma var mı?

Öyle bir çalışma benim için henüz yok. Bir işi bitirsem de aylar sonra “Bunu şöyle de yapabilirdim” diyorum. Kafamda tasarım süreci bitmiyor galiba. Fakat yapmakta çok zorlandığım kitap kapakları oldu, bir kitabı ne kadar çok seviyorsanız ona kapak yapmakta da o kadar zorlanıyorsunuz. Örnek vermek gerekirse 'Ateşi Çalmak', 'Ve Durgun Akardı Don' ve 'Demir Ökçe', bunlar benim yaparken zorlandığım kitap kapak tasarımlarından bazıları… Bu konuda ne kadar zorlanırsam o kadar mutlu oluyorum.

Günleriniz nasıl geçiyor? Hazırladığınız yeni çalışmalardan bahsetmek ister misiniz?

Günlerim durmadan geçiyor, atölyede ahşap işçiliği, bazen bir arkadaşın evinde su tesisatçılığı, bazen boyacılık ama sürekli tadilat tamirat… Ve tasarım… Sanırım bu karışım beni daha bi’ insan yapıyor. Bu dayanışma ağı tasarımcı, ‘yaratıcı’ yanımı da besliyor. Bunlar dışında yayınevimize dönecek olursak popüler bilim, Marksist araştırmalar, edebiyat ve çocuk dizisinde yeni eserler bizi bekliyor. Bir planlamamız tabii ki var. Ben de bu plana göre işlerimi yola koymaya çalışıyorum. Ama illa ki kitapları saymam gerekirse, özellikle önümüzdeki iş akışı listemizden, şimdilerde arkadaşların yayına hazırladığı Gottfried Keller’e ait ve Emin Türk Eliçin çevirisi olan 4 ciltlik eseri 'Yeşil Heinrich' serisini, Cemal Süreya çevirilerinden Balzac’ın 'Goriot Baba' ve 'Vadideki Zambak' kitaplarını ve Enver Gökçe şiirlerini sabırsızlıkla bekliyorum diyeyim.